Şükran Soner
Şükran Soner soner@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Öldüren Aşk...

15 Şubat 2014 Cumartesi

Patlama yaşanan kadın cinayetlerinde klişe olmuş, üstüne üstlük cezanın hafifletilmesinde de hep işe yarayan savunma “Sevdiğim için, aşkımdan yaptım”dır. Katilin işlediği ağır insanlık suçundan toplumsal yargılanması yerine öldürülen kadının bir biçimde suçlanmasına bile yarar... Beynime kazılı kalmış, yaşamdan tanıklık ettiğim bir olayı, bu hastalıklı, şizofrenik toplumsal değerlerimizden arınmamızda bir işe yaramayacağını bile bile sizlerle paylaşmadan geçemeyeceğim...
Kendinden çok genç bir kadınla evlenmiş ünlü bir avukat arkadaşın eşinin bir başka insanı sevdiğinin ortaya çıkması üzerine boşanmasından sonra yıllar geçmişti. Avukat çok daha genç ve güzel bir kadınla evlenmiş, yeniden çoluk çocuğa karışmıştı. Ayrıldığı eşi iki aile tarafından aforoz edilmiş, yaşadığı ili terk etmek zounda kalmış, çocukları için yasaklı ilan edilip hiç görüştürülmemiş, yoksulluk, yoksunluk içinde bir yaşamla çok ağır cezalandırılmıştı... Yolum ünlü avukatın kentine düştüğünde, ilin sözde aydın, sosyal yaşamı içindeki dostlarına nasıl olduğunu sormak yanlışını yaptım. “Ne yapsın zavallı” diye yapıştırılan yanıta kadın olarak isyan ettiğimde, iki eşinden çocukları, daha da genç güzel eşi ile yaşar, eski eşi kendi ailesinin de aforozunda çocuklarından uzakta sürünürken nasıl zavallı olduğunu sorgulamak gafletinde bulunmuştum... Aydın geçinen çevrelerde bile sevdiği kadını öldürmek yerine, iki ailenin desteğinde en ağır biçimde cezalama, yaşadığı kentten attırma, çocuklarını göstermeme, aforoz eyleminin bir zavallılık olarak algılanabildiğinin dersini almış oldum...
Önceki gün Sevgililer Günü olduğu için toplumumuzdaki iyileşme yerine azgınlaşma belirtileri gösteren, “öldüren aşk” şizofrenik, hastalıklı çarpık öfke patlamalarının, aslında yaşamın pek çok alanlarındaki davranışlarımız için de geçerli olduğunu düşünmeden edemedim... İki kişilik sevgi ilişkisinde, insancıl çizgilerde kalabilmeyi beceremiyorsak, gerçek sevginin “öldüren aşk, kin ve nefretten” değil de özveriden, insanlık hallerinden beslendiğini bu çağda öğrenememişsek... Uygarlaşma yerine ilkelleşme yolunda çarpık toplumsal değerlerin, törelerin, inançların toplumsal baskılarını, kölelik zincirlerini kıramamışsak, toplumsal yaşamın başka alanlarında insancıl değerlere ulaşmış olabilir miyiz?
Hele de en izansız, vicdansız kirli bir düzenin dayatıldığı, siyasal, ekonomik, sosyal yaşamımızda, insan hakları, demokrasi, hukuk devleti düzeninin ayaklar altına alındığı, inançların sonuna kadar sömürüldüğü, düşmanlıkların kök saldığı, insana ait tüm değerlerin kirletildiği sivil diktatoryal yapılaşmada insanca değerlerin korunabildiği ilişkiler nasıl yaşatılabilir?

***

Dünün son sıcak haberlerinde de artık beynimize kazımak, bilincimizde tutmakta zorlandığımız sayısız yolsuzluk, vurgun, ahlaksızlık, insan hakları, hukuk ihlalleri, birbirinden kirli yeni suçların belge ve bilgilerine ulaşırken... İzleyebildiğimiz medya haberleri ile sınırlı, kendi cephemizin önyargıları ile de çerçevelenmiş boyutlarında dahi, üst üste öğrenebildiğimiz işlenmiş suçların, vurgunların, değil hepimizin yaşamına yönelik olumsuz sonuçlarını algılayabilmek, en ağırlıklı olanlarının listelerini akılda tutabilecek noktanın bile çok uzağına düştük... Bize ödetilen bedellerin suçlularından hesap sorabilme algısını, örgütlü toplumsal tepkilerini unutun, içine sürüklenmekte olduğumuz kaosun bedellerinin ne olabileceğinin kaygısı, moral bozukluğunun derdine düştük...
Evindeki ayakkabı kutularından 4.5 milyon dolar çıkmış banka genel müdürü dün serbest bırakılırken, Başbakan’ın ağzından yapılmış açıklamalarda da yer aldığı üzere İmam Hatip için toplanmış hayır bağışı olduğuna inananların bu toplumda yüzde kaç oranlarda olduğunun hesabına, seçmen derdine düşülmüş, medyatik işlevle yaptırılan anketlerin önü arkası kesilmiyor. Başbakan’ın yine ağzından düşürmediği “17 Aralık mağdurları” kavramı seçim kampanyasının çok ötesinde, binlerle tasfiye edilmiş, Cematçi olarak mahkûm edilmiş polis ve yargıçların açılacak davalarında da suçlamanın ana öğesi olacağı belirtiliyor...
Bu arada Gezi olayları sürecinde İktidarlarının, Başbakan Erdoğan’ın siyasal linç suçlamasında kullanılan, “Başörtülü kadına linç”, “Camide içki içildi” gibi çok kritik, tehlikeli silahların gerçek dışılığı, sahteliğine ilişkin belgeler de kamuoyuna ulaştı... Zaten bilindiği üzere, başörtülü kadına toplu linç eyleminin belgesi olabilecek görüntülerde, suçlamayla uzaktan yakından ilişkilendirilebilecek sahne yok. Camide içkinin kanıtlanamadığı gibi tehlikeli bir oyuna doğrudan İktidarlarının nasıl katıldığı yolunda dün hükümet yetkililerine soru sormaya kalkışan gazeteciler yine soru sorduklarına pişman edildikleri öfkeli yanıtlarla karşılaştılar...
Türkiye Cumhuriyeti, devrimlerinin kazanımları, değerlerini yıkma projesiyle, ılımlı İslam iktidarlarının kutsal ittifaklarında, 17 Aralık’ta yaşanan kırılmayla, öldüren aşk boyutunda yaşanan bir diğerini yok etme savaşlarında galiba hâlâ yolun başındayız...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları