Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Kaderciliğe boyun eğmeden..
Önce Gazeteciler Cemiyetimizin yıl sonu raporundaki başlığa takıldım... Yeni yıla 143 yargılanmadan tutuklu gazeteciyle giriyorduk ki, dünya çapında mahkûm olmuşlar da içinde 348 gazeteci hapisteydi. Yıl içinde yıllardır basın kartı taşımış 780 gazetecimizin basın kartları iptal edilmişti. Hâkim karşısına çıkarılan gazeteci sayımız 839’du. Fiziki saldırıya uğramışların sayısı 189’a ulaşmıştı. 14 toplumsal olayda yayın yasağı konmuştu.. Doğal olarak yıllık raporumuzun başlığı, “1917 yılında gazetecilik yapabiliyor olmayı diliyoruz..” olmuştu.
Bu yazıya başlamadan önce annesini kaybettiğini öğrendiğim bir dosta başsağlığı dilemek istiyordum. Telefonla başsağlığı dilemeyi hiç sevmeyen biri olarak, son günlerde sık sık bilincime takılan bir vurguyla söze girme gereğini duydum.. “Eskiler boşuna mı herkes için yatağında, hayırlı, kolaylıklı ölüm dilemişler..” Dostumu arayamadan telefonum çaldı. Yaşamımda çok özel bir yeri olan, çok sevdiğim bir yakınımı kaybetmiştim. Daha bir gece önce keyifle telefonda görüşmüştük. Yemeğe hazırlanırken hiçbir şey anlamadan son nefesini vermiş. İlk bilincime yazılan acısız ölümü oldu. Gözümden yaş bile akmadığının ayırdına vardım. Oysa o kadar çok sevdiğim bir insan ki.. Bu taş kesilme hali neyin nesi?
Sabahtan akşama meslek deformasyonu gereği de haber kanalları arasında dolaşmak zorunda olan biri olarak, sürekli ortalama 25 yaş altı şehit olan gençlerimizin yaşamöykülerini soluksuz dinlemek, sık sık gözyaşına boğulmaktan olabilir mi?
***
Kendi kendime 50 yıllık gazetecilik yaşamımın bir muhasebesine geçtim.. 12 Mart’lar öncesi, sonrası; 12 Eylül’e geçişin sosyal travmalarında öğrenci-işçi olaylarının bütün çatışmalarının içinde, acımasız cezaevleri, işkence günlerine tanıklık etmiş olarak.. Kanlı Pazar’lar, 1 Mayıs’lar, 15-16 Haziran’lar, idamlar, ne çatışmalar, ne ölümler, ne acılara tanıklık etmiştik.. Doğru gazetecilik refleksi hiç kaybolmaz, haberleri doğru yansıtmak, anlatabilmek, kamuoyuna ulaştırabilmek tutkusu içinde sağduyulu iç denetim eksiksiz işlerdi.. Öncelik, haberciliğin eksiksiz yapılabilmesiydi. Saatlerle o dönemin sert daktilo tuşlarıyla, her baskıya ayrı ayrı uzun haberler yetiştirebilmenin boğuşması hiç eksilmez, uzun saatleri alırdı. Ancak işlerin bitmesi sonrasında iç dünyanızda sorgulamaya geçebilirdiniz.. Sistematik en insancıl tepkilerimden biri, sızmış uyuyakalmışken şiddetli bir mide bulantısı, kusmaishal refleksleriyle uyanmak olurdu..
İnsanlık dışı hiçbir fiile alışıp boyun eğme noktasına düştüğümü, o yıllar için anımsamıyorum. 12 Eylül sonrası yaşananlara reflekslerimde bilinçli, örgütlü tepki verme arayışlarım öne çıkmıştı. Sendika- Cemiyet tüm meslek örgütleri içinde etkin görev alma çabalarımdan hiç pişmanlık duymadım. Yetmedi, nereden insan hakları, demokrasi, hukuk devleti düzeni, laik Cumhuriyet değerlerine katkı niteliğinde bir çağrı alsam, gönüllü koşturma sorumluluğu duydum. Çoğunluk elbette Türkiye içinde, uluslararası çağrılara da kulak tıkamadan, meslek örgütü, sendika, sivil toplum örgütü, siyasi parti, amatör-profesyonel medya örgütlenmeleri, üniversiteler, toplumsal örgütlenmelerden söyleşi, toplantı, panel çağrısı alsam tüm meslektaşlarım gibi koşturdum. Ülkemizde dünyada örneği olmayan bir biçimde gazeteciler sadece yazan değil konuşanlar oldular. Tanıklıklarımızı herkesle paylaşmak bize özgü, daha doğrusu ülkemizin toplumsal sorunlarının sonucu bir sorumluluk geliştirmişti.
Nadir Nadi ışıklar içinde yatsın, önceleri İlhan Selçuk, Uğur Mumcu gibi arkadaşları için sık sık yaptığı “yazmaktan çok konuşan gazeteciler” şakası bir gerçeklik halini almıştı. Önceden hiç aklımdan geçmeyen böylesi bir paylaşımı yeni yılın ilk yazısına niye mi taşıdım? Çünkü iki doğal sevgili, eceli ile ölüm olayı karşısındaki tepki halimden, duygularımdan çok korktum.. Yaşlanmak, yaşanmışlıklar insanı kaderci olmaya sürükleyebilir mi? Bu ülkede en çok kaderci toplum yaratılması öğretisinden çekmedik, korkmadık mı? Bu ülkenin çoğunluğu en çok ezilerek, çektirilerek, çaresizliğe, örgütsüzlüğe, eğitimsizliğe çekilerek, “Öğretilmiş çaresizliğe, teslimiyete, biat kültürüne..” mahkûm edilmediler mi? Sevgili kayıplarımız için, eceliyle, acısız ölüm dilemek, haklı, çok insani bir duygu olsa bile yılgınlığa, kaderciliğe akış olabilir mi? 25 yaş altı şehitliğe isyan duygumuzu yitirmezsek, asla değil mi?
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Balbay'dan çarpıcı Saray kulisi!
- Karga videosu sosyal medyada viral olmuştu!
- Öğretmenlik meslek kanunu taslağı...
- Atatürk'ün kullandığı parfümden üretti!
- Minikler Cumhuriyet'in ilanını gazete dağıtarak duyurdu
- Şok İddialar! Oktan Keleş: TUSAŞ Saldırısının Arkasında
- Bu kadarı pes! Çöp evden 10 kamyon çöp çıktı
- Prof. Dr. İlber Ortaylı'dan Antalya'ya turizm eleştirisi
- FETÖ elebaşısı Fethullah Gülen öldü
- Eğitimde sorunlar çığ gibi büyüyor! Öğrenciler aç, okull
En Çok Okunan Haberler
- Kurtulmuş’tan 'Erdoğan ve adaylık' açıklaması
- Ünlü çikolata markası da artık kara listede
- 'Sayın Tunç unuttuysan hatırlatalım...'
- Erdoğan'dan Özel ve İmamoğlu'na tazminat davası
- 'Sanki mağdur olan Esenyurt değilmiş gibi...'
- Ünlü oyuncu gözaltında: Marketten 'zeytinyağı' çaldı
- Kayıp 6 yaşındaki Şirin'den acı haber
- Tek kalemde milyarlık vergi borçları silinenler nerede?
- 19 yaşındaki gence uyuşturucu çetesi mi kıydı?
- İşte Narin'in cesedinin bulunduğu o anlar...