Şükran Soner
Şükran Soner soner@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

1976’dan günümüze 44 yılın tanıklıkları..

01 Mayıs 2020 Cuma

1 Mayıs’ların kutlanması tanıklıklarının, dünya hele de ülkemiz işçi sınıfının kazanılmış, yitirilmiş haklarına çıplak ayna tutan gücüne inanmış bir kişi olarak, ilk aklıma gelenleri sizlerle paylaşmak boynumun borcu.. Türkiye işçi sınıfına, evrensel geleneklerle uyumlu ilk anlamlı seslenişte çok geç kalınmış..

Çağdaş ölçeklerde sendikal hak ve örgütlülükte Türkiye çok geç kalmış.. 1961 Anayasası, ’63 yasaları ile önü açılan toplusözleşmeli, grevli sendikal hakların kullanımında, kamuda otomatiğe bağlanmış, özel sektörde kök salması çok zorlu yaşanmış. Sendikal örgütlenmenin gelişimi 40’lar sonrasına, dayansa, çok partili sürece geçişte rekabet uğuruna desteklenmiş olsa da, Menderes iktidarlarında sağ ideolojinin, komünistlikle özdeş suçlamalarıyla baskılar ağır basmıştır. Menderes’in emperyal güç odakları adına kullanım tarihinin geçtiğine karar verilmiş, 10 yıl sonrasının sürecinde, giderayak işçilerin 1 Mayıs bayramını kutlaması, Sovyetler’le görüşme çabası, trajik-ironik bir gerçekçiliktir.

Çağdaş ölçeklerde eksikli gedikli de olsa basın özgürlüğü, düşünce, örgütlenme özgürlüklerinin, sendikal hakların önündeki yasakların kaldırılması 1961 Anayasası, arkasından gelen yasaların ürünü olunca, bireysel çalışma haklarında ILO’nun 100. yılı ile yarışmış, Laik Cumhuriyet’in, sendikal haklarda yol almasında yaklaşık 25 yıllık bir gecikme söz konusu.

Özelinde Osmanlı döneminde bile emperyal şirketlerin İstanbul’da 1 Mayıs’ı kutlamaları gerçeği yaşanmışken, azınsanmayacak gerçeğinde Anadolu topraklarında yaşayan ülke vatandaşları için tarım dışında üretimi yasaklamış Osmanlı padişahlarının payını yok sayabilir miyiz? Sanayileşme ancak kamu yatırımları ile, Atatürk devrimciliğinin çağdaşlaşma adımları ile gündeme gelecektir.

Sorgulanması gereken bir başka boyutta ise çok partili yönetime geçildikten sonraki süreçlerde, ağırlıklı sağdan güçlü iktidarların, artık kazanılmış sendikal hakların evrensel ölçekleriyle kullanılmasına karşı çıkardıkları engellerdir. 1960 sonrasında bile anayasal, yasal düzenlerle tanınmış hakların özel sektör odaklı, sonrasında yeniden tüm kamuya dönük olarak da gasp edilmesinde atılan acımasız, vahşi, sık sık da işçi sınıfı, emekçilerin kazanılmış haklarını, örgütlülüklerini, en vazgeçilemez insan haklarını, haksız adaletsiz boyutlarda gasp etmede yaşatılanlardır..

***

Türkiye işçi sınıfına yaraşır, selam niteliğinde, 1 Mayıs’ın ilk 1976 yılında Taksim’de, DİSK’in önderliğinde kutlanmasının, Cumhuriyet’in kurtuluş sürecinden 56 yıl sonrasına sarkması bundandır. Doğrusu 1960 Anayasası, 63 yasaları ile 67’de ilk görkemli 1 Mayıs kutlaması aslında çok bile erken, büyük başarıdır. On binler, yüz binlerin Taksim Meydanı’nda görkemli ilk buluşmasının sabahında meydana ilk alınmaya başladığında tribünde, Kemal Türkler, DİSK yöneticilerinin yanında, Belediye Başkanı Ahmet İsvan, eşi Reha İsvan,yanlarında çok sayıda güçlü meslek örgütlerinin, yazarların, sol, sosyal demokrat siyasetlerden, işçi gençlik, tarım örgütlenmelerinden destekleri hafife alabilir miyiz?

1 Mayıs’ın kutlanmasının ruhundan öylesine korkulmuştu ki.. Bir yıl sonrası için, kanlı 1 Mayıs provokasyonu, iç ve dış odaklı ellerin katkılarıyla gerçekleştirildi. Bu köşeye tanıklıkları sığdırmanın olanağı yok. Sonuç amacın, “12 Mart operasyonları ile kazanımları geriye püskürtmek yetmedi. Gelsin 12 Eylül’e gidişin operasyonları, faili meçhullerle beslenen çatışmacılıklar, siyasal İslamcılığın en fanatik cemaatlerinin beslenmesi de yetmez, ırkçılık da içinde her türden alt kimlikler, mezhepler, aşiretler eliyle çatışmacılıklar, ağalar düzenleri..” olarak öztelenebilirliği ortada değil mi?

Yine de evrensel düşünce, siyasal, toplumsal, üretici örgütlenmeleri ile meslek örgütlenmeleri haklarını çok geç yakalamış ülkemiz insanı, topu topu 17 yıla sığdırılmış 12 Eylül sürecine kadar, hem kazanılmış haklar bilinci hem de örgütlü hak arama yolunda öylesine hızlı yürüyebilmişti ki.. Gelir adaleti, hak-hukuk örgütlü güçlenmelerinde, sendikalar da içinde olmak üzere, en azından geişmiş Batı demokrasilerinin evrensel verilerini yakalayabilmişti.

Sonrası tersine geriye çekilişte adım adım operasyonlar.. 12 Eylül ile gelen anayasal, yasal yasaklar.. Çok daha ağırı insandan yana örgütlü on binlere yaşatılan ağır bedellerle gelen yıldırmalar. Önü açılmış Özalizmin Demirel dönemini aratan geriye püskürtme operasyonları, özelleştirmeler yasaklı düzen cenderesinde kazanılmış haklardan geriye çekişler.. Hâlâ kamuda ağırlıklı sendikal örgütlenmelerin refleksleri vardı ya.. Bahar eylemleri, yaz direnişleri, büyük Zonguldak madenci direnişleri ile Özalizmin de yıkılışıyla evrensel ölçekte Türkiye’ye biçilen konumlarda yeni yeni hamleler..

En büyük tuzak, kimlikler üzerinden çatışmacılıkların odak yapılması, 2002 sonrasında ülkemizin sürüklendiği otoriterleşmeye sivil geri çekmeler.. Son nokta, virüsün kurbanları arasında işçi sınıfımızın ortalama ödemekte olduğu bedel, Türkiye ortalamasının, 3.2 katı olması gerçeği..



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları