Şahin Aybek

Nejla Kurul: Bu karanlık günlerde aydınlığı örmeliyiz!

18 Ocak 2021 Pazartesi

ORTAK YAŞAMA OLAN İLGİMİZİ YENİDEN CANLANDIRMALIYIZ

Eğitim Sen Genel Başkanı Prof. Dr. Nejla Kurul ile eğitime dair merak edilen her şeyi konuştuk, ülkemizin eğitim sistemini değerlendirdik. Bu sıcak ve samimi sohbet için Nejla Kurul’a teşekkür ederim. 

“Çocuklar ve gençler bulundukları alanda en şairane biçimde konaklamalı, kendini insani olarak geliştirmek için bilim, sanat, siyaset ve sevginin gücünden yararlanmalılar. Oldukları yerde donup kalmış koşulları kendi şarkıları eşliğinde dans etmeye zorlamalıyız.”

HOCAM EN YALIN VE BASİT BİR SORUDAN BAŞLAYALIM. EĞİTİM NEDİR? OKULLAR VE ÜNİVERSİTELERİN İŞLEVİ NEDİR? “BAŞKA BİR EĞİTİM HİKÂYESİ: BİREYİN GELİŞİMİ TOPLUM VE DOĞA ETKİLEŞİMİ ÜZERİNE SORGULAMALAR” ADLI KİTABINIZDA RESMİ EĞİTİM İLE KAMUSAL/TOPLUMSAL EĞİTİMİ AYRI AYRI TANIMLAMIŞSINIZ. BUNUN ANLAMI NEDİR?

Bizi yaşama çağıran yeni insanlarla, yeni toplumsal çevrelerle, doğa olaylarıyla, yeni sanat yapıtlarıyla ve yeni kitaplarla karşılaşmanın insan-oluşumuz üzerinde geliştirici ve dönüştürücü etkileri vardır. Gündelik hayatın mütevazı, tarihi bir yönü yokmuş gibi gelişen, birbirine benzeyen akışı içinde bazen zorunlu olarak bazen de rastlantıyla ortaya çıkan karşılaşmalar kişilerin yaşamında yeni yollar, yeni bakış açıları, yeni eylemliliklerin önünü açar. Lise yıllarımda eşit, özgür ve adil bir dünya düşü için coşku ile “şimdi ve burada” anlayışıyla çaba gösteren öğretmenlerimle karşılaşmalarım diğer arkadaşlarım gibi, benim de gelişimim ve kişiliğim üzerinde çok etkili olmuştur. Yine doğanın temsilcileriyle karşılaşmak ekolojik duyarlıklarımızı, kadınların güçlenme mücadelesi toplumsal cinsiyet duyarlıklarımızı geliştiriyor. Bunlar sevinçli duygular. Bizi karşılaşmalardan uzaklaştıran, kişisel ve toplumsal olarak içe kapanmamıza yol açan, güçlerimizin açığa çıkmasını engelleyen karşılaşmalar ise kederli olanlar… Toplumsal/kamusal eğitim, toplumu, toplumsal öbekleşmeleri bir tehdit olarak gören değil, çeşitlilik içinde birliği ören bir eğitim anlayışına karşılık geliyor. Toplum çoğul ise, çok renkli ise eğitim alanı da öyle olmalıdır.

Herhangi bir bilgi (bilişsel), duygu (duyuşsal) ve hareket (devinsel) bir karşılaşma olarak beden de uyaran etkisi yaratır. Uyaranların benzerliği öğrencileri aynılaşmaya doğru götürürken tersine uyaranların farklılığı ve çokluğu eğitimin bileşenleri üzerinde esinlenme ve farklandırma etkisi yaratır. Okullar ve üniversiteler uyaranların çoğaltıldığı, çoğul karşılaşma alanları, söylem alanı, ekonomik/politik alanlar aynı zamanda. Eğitim, bireyin insani güç ve yetilerinin, ilgi ve meraklarının çok yönlü biçimde gelişmesine yardımcı olunan, bireyi ve çeşitlilik içinde toplum olma halini güçlendiren bir süreç ve ilişkilenme alanı. İnsani gelişme, aklın ve duyguların ileriye doğru hareketi ile mümkündür. Bu hareketler, doğal insanın, toplumsal insanın ve türsel insanın kendini gerçekleştirebilmesi ile mümkün olabilir.

Resmi eğitim, verili devleti inşa eden kodların toplumsal alandan gelen karşı yönden tazyike rağmen korunduğu ve özellikle yürütme gücünü elinde bulunduran siyasal iktidarın tüm kamusal talepleri reddettiği arındırıcı, türdeşleştirici ve özümleyici devlet alanının uzantısı bir eğitime karşılık gelir. Eğitimde politik kamu ise devletin politik öznelerini kapsamakla birlikte, ayrıca toplumun başta muhalif kesimleri olmak üzere örgütlü tüm kesimlerinin ve bireylerinin de katıldığı tartışma ve müzakere alanıdır; politik kamu, söylem alanı (lexis) olarak özel alanın politikleşmiş meselelerinin konuşulduğu hem de talep ve beklentilerin politikleştirildiği ortak eylem (praxis) alanıdır. Bu bağlamda kamusal eğitim, hem tikel öznellik taleplerinin (bir bireyin nasıl yaşayabileceği ya da bireye ne olacağı) hem de birlikte nasıl yaşayabileceğimiz ya da hep birlikte ne olacağımız sorusuna ilişkin yanıtların eğitimin tüm bileşenlerince konuşulabilmesini ifade eder.

Resmi eğitim, tek merkezden, yukarıdan tek tipleştirme, aynılaştırma amacını taşıyor. Resmi eğitim, gerek piyasa aksiyomatiği ve gerekse devlet kodları nedeniyle eğitimin bileşenlerinin özgürce toplumsallaşmasına izin vermiyor. Okulun genel zekâsı okul yöneticilerine bağlanmaya çalışılıyor. Böylece eğitim bileşenlerinin güç ve yetilerinin dışarıya doğru taşması engelleniyor. Eğitim bileşenlerinin kendini ve dış dünyayı daha iyi görmesi, işitmesi, kendisini saran dünyaya dokunması, koklaması, tadması; bu duyular aracılığıyla ilgilerini, yönelimlerini geliştirmesi, olay ve olguları sahiplenmesi gerekir. Türsel güç ve yetilerimiz, renkleri (resim), sesleri (müzik), maddeye biçim vermeleri (heykel, el sanatları), ritmi (dans), söz (söylem) ve yazı ile (edebiyat-araştırma) kendini ifade etmeyi mümkün kılar. Ne var ki okullarda çeşitli gerekçelerle insanın gelişimi sınırlandırılıyor. Resmi eğitimde, aklın ve duyguların hareketini engelleyen ya da durduran bir düzenek var. Toplumsal/kamusal eğitim ise uyaran çeşitliliği ile karşılıklı açıklık ve güven ile sevgi ve dayanışma ile aklın ve duyguların hareketini ileriye doğru taşır.

BİR EĞİTİM BİLİMCİSİ OLARAK SİZE GÖRE COVID-19 SALGINI İNSANLIĞA NE ÖĞRETTİ?

COVID-19 pek çok şey öğretti: Yaşam artık eski biçimiyle sürdürülebilir değil. Gündelik yaşamda radikal bir dönüşüme gereksinme var. Yeni ilişkilenme biçimlerine olan ihtiyaç hiç olmadığı kadar yakıcı. Bir virüs, eğitim ve sağlıktaki yaygın üretim yordamlarını alt üst etti. İnsan ilişkilerinde ve insan-nesne etkileşiminde fiziksel mesafeyi dayattı. Kapitalizmin ekolojik tahribat, yaban hayatına müdahale ve denetimsiz kentleşmesine bir tokat attı.

COVID-19, maskesiz nefes alabilmenin ne denli değerli bir insani edim olduğunu gösterdi. Dostları sevgiyle kucaklamanın anlamını öğretti. Şimdi istesek de istemesek de “davetsiz konuk” olan virüsün bedenlerimizden uzak durması için maske, hijyen ve fiziksel mesafe önlemlerine uymak zorundayız. Hem kapitalizmin hem de COVID-19’un engellediği yaşamımızı bir süre yeni biçimiyle sürdürmek durumundayız. Önümüzdeki bir ya da iki yılın COVID-19 ile mücadeleyle geçeceğini biliyoruz. Aşı üretimi başladı, bir ilerleme kaydedildi, bununla birlikte aşının kullanıma hazır olması zaman alacak. Üretilen aşının gelişmekte olan dünyaya, özelliklere toplumun mülksüzlerine ulaştırılması da zaman alacak! Kapitalizmin rekabeti olmasa, aşının formülü dünya dayanışması haliyle paylaşılsa şimdi her ülke aşı üretiyor olacak ve karşı karşıya kaldığımız yıkım ortadan kalkacaktı.

Salgınların çıkış nedenleri salt doğa olayları değil, açıkça eko-politik ve toplumsal inşalar. Kapitalizm, onulmaz ve içkin kâr hırsının yarattığı ekolojik yıkımla, COVID-19 salgını ile kavradığımız gibi, insanlığın var oluşunu tehdit ediyor. Kapitalizmin doğrusal büyüme ve sermaye birikimi hızını sürekli daha da arttırma yönündeki kaçınılmaz eğilimi, emeği ve doğayı sınırsızca sömürme ve araçsallaştırma mantığı, doğayla birlikte insanlığı koşar adım bir felakete doğru sürüklüyor. İnsan doğanın efendisi olmaktan vazgeçmek zorunda! İnsan merkezli kapitalist doğa anlayışından kopup doğa-insan uyumuna ve birliğine dayalı bir dünya kavrayışına geçmemiz gerekiyor.

COVID-19 SALGINI KOŞULLARINDA OKULLAR VE ÜNİVERSİTELERİN DURUMUNU NASIL DEĞERLENDİRİYORSUNUZ?

COVID-19 salgını ile birlikte ‘hayatta kalma’ ön plana çıktığı için okullar ve üniversiteler tamamen görünmez, duyulmaz, hissedilemez ve dili olmayan devasa bir uzaktaki “boşluk” haline geldi. Eğitimden uzun süre haber alamadık. Yüz yüze eğitim neredeyse Mart ayından bu yana yapılamaz oldu. Yüz yüze eğitime alternatif olarak uzaktan eğitim çalışmaları başlatıldı. Ne var ki uzaktan eğitim önceki eşitsizliklerin daha görünür hale gelmesine, daha da derinleşmesine yol açtı, artık okullar ve üniversiteler arası eşitsizliklerin yanı sıra evlerdeki/hanelerdeki eşitsizlikleri konuşuyor ve ne yapılabileceğimizi tartışıyoruz. 

Salgının resmiyete büründüğü 11 Mart 2020’den sonra okullar üç hafta tatil oldu. Ardından okullar üniversitelerle birlikte Mayıs’ın üçüncü haftasına kadar kapandı. Bakanlığa göre 16 Mart 2020 itibariyle okullara ara verme ile birlikte bir hafta gibi kısa bir süre içinde uzaktan eğitime geçildi. Bu arada uzaktan eğitim çalışmaları da başladığı için üniversitelerde ve okullarda eğitimin Haziran ayı içinde uzaktan devam edeceği ifade edildi. Böylece 16 Mart’tan itibaren Haziran’a dek okullar kapatılmış ve öğrenciler eğitimlerini Bakanlığa göre TRT EBA TV üzerinden ve online olarak yapmaya başlamıştı. Salgın günlerinin ilk yarıyılı uzaktan eğitim hazırlıkları, uyum süreci ve uzaktan eğitimi uygulama çalışmaları ile geçti. Bu dönem, salgının yol açtığı şaşkınlık ve belirsizliğin kararları etkilediği bir dönem olarak değerlendirilebilir.

Ne var ki pandemi günlerinde eğitim alanı için strateji ve taktiklerdeki yanlış kararların ve uygulamaların olduğu dönem Haziran ayı ve sonrasında ortaya çıkmaya başladı. Haziran ayı itibariyle okullarda eğitim sona erdi ve milyonlarca öğrenci karnelerini e-okul üzerinden aldı. Haziran ve Temmuz’da havalar sıcak iken okullar yüz yüze eğitime açılabilirdi, ne var ki turizm gelirlerini kaybetmemek için sanki salgın yokmuşçasına Haziran ve Temmuz aylarında okullar tatil edildi. Bu sürecin ardından yine okulların ne zaman açılacağı sorusu sorulmaya başlandı.

Buna göre Bakanlık bir takvim çıkardı. Bu takvime göre, 31 Ağustos -18 Eylül 2020 arası günler, geçen dönemin telafisi için uzaktan eğitim yapılması amacıyla planlandı. Böylece COVID-19 pandemisi sebebiyle 2020-2021 eğitim ve öğretim yılı 31 Ağustos’ta uzaktan telafi eğitimiyle başladı. Ne var ki milyonlarca öğrenci ders başı yapacakken Eğitim Bilişim Ağı (EBA) sistemi çöktü. Öğretmen ve öğrencilerin giremediği sistem, “çok kalabalık” uyarısı verdi. Bu olayla birlikte, Milli Eğitim Bakanlığı’nca Eylül başında yapılan bir açıklamadan, Elektronik Bilişim Ağı’nın (EBA) halen sadece 1 milyon interaktif uzaktan eğitim kapasitesine sahip olduğunu öğrendik.  Çocukların 3-4 saat ekran önünde oturmasının yeterli olduğu düşünülse bile (günde üç kez tekrarlanan) bu rakam, aynı gün içinde yedi ve sekiz çocuktan sadece birisinin gereksinmesini karşılayabiliyor. EBA bir çocuğun ve gencin katılabildiği ama kalan yedi ve sekiz çocuk ve gencin katılamadığı bir altyapıya sahip. 

Sonuç olarak uzaktan eğitim alt yapısının da çok yetersiz olduğu ortaya çıktı. Elektrik Mühendisleri Odası’nın basın açıklamasına göre, ülkemizde uzaktan eğitim açısından bir facia yaşanıyor. Çocukların maksimum yüzde 48.5`inin evinde sabit interneti vardır. Çocukların ve gençlerinin çoğunluğunun bilgisayar hatta televizyonu bulunmuyor, internet erişim hızları da 8.5-10 Mbps düzeyindedir. Siyasal iktidara göre, Dünya Bankası’ndan alınan 160 milyon dolar ile 2023’e kadar bir milyon olan interaktif uzaktan eğitim kapasitesinin 5 milyona çıkarılması hedefleniyor. Ancak bu proje beklenirse çocuklar ve gençler için çok geç kalınmış olacak. 

BİR RÖPORTAJINIZDA YOKSUL VE ASGARİ ÜCRETLİ VELİLERİNİZİN YAŞAM KOŞULLARININ ÇOCUKLARININ EĞİTİMİNİ DOĞRUDAN ETKİLEDİĞİNİ BELİRTMİŞTİNİZ. NASIL ETKİLİYOR?

Sıklıkla şunu ifade ediyorum, COVID-19 salgını son aylarda kitle iletişim araçları da ilgilendiği için eğitimdeki eşitsizlikleri görünür kıldı. Salgını, işsiz ve yoksul emekçilerin çocuklarının eğitim ortamlarının iyileştirilmesi için bir fırsata çevirmemiz gerekiyor. On milyona yaklaşan işsiz ve resmi ve gayri resmi on milyona yakın asgari ücretli, yani yoksulluk ve yoksunluğu içindeki emekçiler, bizim velilerimiz aynı zamanda. Bu olgu düşük bir ekonomik güç ve düşük kültürel sermaye demektir. Yüz yüze eğitimde, kültürel ve ekonomik gücün zayıflığını, gelişkin bir okul ortamı kısmen de olsa telafi edebilir. Ama uzaktan eğitimde öğrenciler evin olanakları ile olanaksızlıkları ile karşı karşıyadırlar. Bu nedenle evler arasındaki ekonomik ve kültürel sermaye eşitsizlikleri uzaktan eğitime doğrudan yansımıştır.

OKULLAR NE ZAMAN VE HANGİ ÖNLEMLERLE AÇILMALIDIR?

Araştırmalar gösteriyor ki, Tomris Cesuroğlu ve Aysuda Kölemen’in “Pandemi Koşullarında Eğitim Gerçekleri” raporu başta olmak üzere,  11 yaş ve altı küçük çocukların salgından etkilenme ve kısmen etkilense bile bulaştırma olasılığı 12 yaş ve üzerine göre  düşük. Bununla tutarlı biçimde okul öncesi eğitim kurumları zaten açık, görüyoruz ki sağlık emekçileri bu kurumların açılmasını talep ettiler. Çocuklarının bakımı ve eğitimi konusunda güç durumda olan kesimlerin başında sağlık emekçileri geliyor. Gerekli önlemler alınarak 15 Şubat’ta ilkokulların yüz yüze eğitime başlayabilecekleri bir süreci planlamaya başlanabilir. Sayıları beş milyonun üzerinde olan, evde bilişsel, duygusal ve devinsel gelişimleri engellenmeye başlanan ilkokul çocukları için okulların açılması iyi olacaktır. Kalabalık okullar ile ilgili olarak hemen aklımıza gelen endişeleri aşmak için derslik başına ve okul başına düşen öğrenci sayısını azaltmak gerekiyor. Bunu başarabiliriz,  ortaokul mekânlarını ilkokullara açabiliriz.

Ana sınıflarının, köy okullarının ve ilkokulların açılması için alınması gereken önlemler aslında oldukça yalın ve büyük kaynaklar gerektirmiyor. Öncelikle, yetişkinlerin bir araya geldiği tüm ortamlar ve işyerleri için alınması gereken önlemler alınmalı. Çünkü okullarda bulaşma en fazla öğretmenler arasında oluyor. Çocuktan çocuğa bulaşma nadir. Diğer kamusal mekânlarda olduğu gibi okullarda da eğitim emekçilerinin kendi aralarında fiziksel mesafeyi korumaları ve maskelerini çıkarmamaları gerekir. Örneğin hastanelerde alınan önlemler okullara girişte de alınırsa hem eğitim emekçileri hem de öğrenciler COVID-19 salgının etkilerine daha az maruz kalırlar. Okullarda temizliği sağlamak için destek personelin istihdamı zorunludur. Aşılama sürecinde, yüz yüze eğitime başlayan idari, destek ve teknik personel dahil eğitim emekçilerine öncelik tanınması gerekiyor.

Salgının seyrine bakarak yaş grupları olarak bulaştırıcı oldukları olgusundan hareketle internet erişi, tablet gereksinmeleri karşılanarak ortaokullar ve liseler kısa bir süre daha uzaktan eğitim yapabilirler. Üniversiteler ise gerekli önlemleri alarak açılma hazırlıklarına başlayabilirler. Derslik başına öğrenci sayısını azaltmak yeni mekânları öğrencileri açmak anlamına geliyor. İleri yaş gruplarında, uzaktan eğitimden yararlanmak için hem güdülenme hem de sistemli çalışma olanağı daha yüksek. Böylece küçük yaş grupları yüz yüze eğitime başlarlar, özellikle kız çocuklarının eğitimi, birinci sınıf öğrencilerinin okuma yazma becerilerinin gelişimi, anadili Kürtçe, Arapça gibi başka diller olan çocukların gelişimi, engelli ve göçmen çocukların ilk ve temel olan eğitim düzeyinden yararlanması mümkün olur.  

Kısacası alınacak tedbirlerin diğer kamu kurumlarında alınan tedbirlerden farkı yok. Avrupa’daki örneklere bakıldığında sınıfların ders sırasında her 20 dakikada bir 3-5 dakika havalandırılması gerekiyor. Ayrıca teneffüs süresince pencereler açılarak sınıflar tam olarak havalandırılmalı. OECD’ye göre, okulların güvenle açılması; öğretmenler için risk değerlendirme çalışması yapılmasına, sağlık ve eğitimle ilgili devamın izlemesine ve buna dair açık ve şeffaf bir mekanizmanın kurulmasına, eğitim ve bilim emekçilerinin salgın ve önlemler konusunda yetiştirilmesine bağlı. Ayrıca bir sınıftaki öğrenci sayısının 20’lere çekilmesi ve sınıflarda öğrenciler arasında 1-2 metre fiziksel mesafesine uyulması gerekliliği de ifade ediliyor.  

İklimsel farklılıklara göre, havalar ısındığında okul bahçesi ya da açık alanlarda eğitim gibi başka ülkelerde başvurulan öğrenme yöntemlerine başvurulabilir. Bez maske sağlanması, okulda kahvaltı, sandviç ve ayran veya öğle yemeği gibi gıda güvenliğini sağlayan hizmet sunumları özellikle yoksul ve yoksun bölgeler için beslenme yetersizliği olan öğrencileri geliştirebilir. Kısaca üzerinde düşüneceğimiz konu, okullar ve üniversitelerin hangi koşullarda hangi önlemler alınarak açılabileceğidir.

Güçlü bir odaklanma ve güdülenme potansiyeli nedeniyle yaşça büyük çocuklar ve gençler uzaktan eğitimden kısmen de olsa yararlanabilirler. Salgın koşullarında uzaktan eğitim, ileri yaş grupları için, ortaokul, lise ve üniversiteler için daha uygun bir eğitim yöntemidir. Bununla birlikte uzaktan eğitim yüz yüze eğitimin yerini tutamaz. Uzaktan öğretimin en önemli sakıncalarından birisi merkezi ve hiyerarşik bir yapıyı güçlendirmesi, okulların ve üniversitelerin kuralsızlaştırılması için kullanılmasıdır. Örneğin esnek çalışma adı altında haftanın yedi gününe, günün 24 saatine taşınan yapılar, günlük yaşamı ve eğitim ve bilim emekçilerinin haklarını yok sayıyor, sistemi daha da otoriterleştiriyor. Bu nedenle uzaktan eğitimi küresel salgın döneminden sonra da rutin haline getirecek uygulamalara karşı direnç göstermek gerekiyor.  

Ortaokul ve liselerde yüz yüze eğitim, bir süre sonra açılacak biçimde demokratik bir eğitim planlaması kanalıyla başlayabilir. Bunlar, salgının gelişimine bağlı olarak eğitimdeki eşitsizlikleri ortadan kaldırmaya ve okul sağlığını iyileştirmeye yönelik önlemlerdir: sağlık emekçileri gibi eğitim emekçilerinin aşıda öncelikli meslek grupları arasına alınması1, yeni okul yapımı, derslik sayısının artırılması, yeni eğitim emekçisi istihdamı, okullarda gerekli sağlık önlemleri vb. 

Tüm karar düzeylerinde okulların söz ve irade kullanması, mikro alanlarda eğitim bileşenlerinin sağlık ve eğitime dair kararlara katılımlarının sağlanması son derece önemlidir. İklim koşullarının, toplumsal sınıfsal konumun, etnik ve inanca ilişkin olguların, toplumsal cinsiyetin, okul, semt ve bölgesel yerleşimin bile hem sağlığı hem de eğitimi etkilediği bir dönemde hem yerel hem de merkezi akıl ve duygunun birlikte çalıştığı bir işleyiş gerekmektedir.

Tüm öğretim tür ve düzeylerinde eğitimden umutla bahsetmeliyiz. Okulların kapanmasından yana edilgin ve kederli bir yaklaşım yerine okulların hangi koşullar sağlanarak açılabileceği konusunda düşünce üretmeli, velilerin desteğini alarak kamuoyu oluşturmalı ve siyasal iktidarı harekete geçirmeliyiz. Çözüm, okulları kapatmaktan değil okulların koşullarını düzelterek okullarımızı ve üniversitelerimizi açık tutmaktan geçiyor. Okulları ve üniversiteleri açık tutabilmenin sonsuzca çoğaltılabilecek yolları var. Bunun için öncelikle “hayat eve sığmaz” demek ve çalışmaya başlamak gerek.

EĞİTİM VE BİLİM EMEKÇİLERİ SENDİKASI BU DÖNEMDE NEYİ YAPABİLMEYİ HEDEFLİYOR?

Türkiye ekonomik bir krizin tam ortasında, krizin bedeli hiç sorumluluğu olmadığı halde emekçilere ödettiriliyor. Yine Türkiye bir siyasal krizin tam ortasında! Türkiye’nin genel zekâsı ve genel duygusu yok sayılarak tüm kararlar birkaç kişinin iki dudağı arasında! Bu nedenle de Türkiye yönetilemiyor. Parti-devlet sürekli Öteki üretiyor ve bunlara düşman hukuku uyguluyor. Boyun eğmeyen emekçiler, kadınlar, Kürtler, Aleviler, LGBTİ’ler, doğanın temsilcileri, hukuk ve adalet isteyen muhafazakârlar, gazeteciler, siyasetçiler, üniversite öğrencileri, akademisyenler keyfi biçimde suçlulaştırılıyor. Eğitim Sen tüzüğünde de ifade ettiği gibi eğitim ve bilim emekçilerinin ekonomik, sosyal, kültürel, hukuksal hakları kadar toplumsal bedenin özgürleşmesi için mücadele eden bir sendika. Aynı zamanda insan hakları ihlallerine karşı duran bir örgüt. 

Kendisini karşıtına göre değil kendine göre inşa eden bir örgüt! Kederli duyguların değil, sevincin peşinde bir sendika! Buradan hareketle Eğitim Sen herkesin insanca yaşayabileceği onurlu bir yaşamın peşinde! Her Eğitim Sen üyesi bilim emekçisi nasıl bir toplum düşlüyorsa sınıflarında öyle bir dünyayı inşa etmek istiyor. Sahanın mikro politikası ile büyük makro politikayı uyumlu biçimde birlikte yürütüyor. Çünkü bu ikisi birbirine bağlı!  Eğitim Sen emeğin, umudun, dayanışmanın; bilginin, adaletin, hakikatin, eşitliğin, özgürlüğün, kardeşliğin zaferinin peşinde bir sendika!

EĞİTİM VE BİLİM EMEKÇİLERİNE YENİ KUTLAMASI 0LARAK ÜÇ MEKTUP YAZDINIZ? BU MEKTUPLARLA ÖĞRETMENLERİMİZE NE TÜR ÇAĞRILAR YAPTINIZ, ÖĞRETMENLERİMİZDEN NE BEKLİYORSUNUZ?

F. Nietzsche’nin güzel bir sözü var. Diyor ki “İnsan” denen çalgı nasıl bir çalgı olursa olsun, nasıl akord edilirse edilsin, ondan dinlenebilir bir şeyler çıkaramazsam hastayım demektir.” Öğretmenlerin ve akademisyenlerin çoğu kuşkusuz öğrencilerinin güçlerini açığa çıkarmaya ve geliştirmeye çalışır. Güçlerimizin, duyularımızın, algılarımızın geriletilmeye çalışıldığı bu karanlık günlerde bu güzel cümlede belirtilen aydınlığı üretmemiz gerekiyor. Eğitim Sen’in gücü ellerinden alınmış olanların yanında olmasının bir nedeni bu! Bunu eğitim ve bilim emekçileri topluluğu olarak daha güzel yapabiliriz! Bu nedenle tüm insani güç ve yetilerimizle Eğitim Sen’de buluşmalıyız diyorum. Mektupların amacı kendimize ve kolektif yaşamımıza yeniden bakmak, düşünmek ve eylemek için küçük bir etki idi.

Özel hayatın sorunlarının politikleştirilmesinde köprü olacak kişiler, entelektüel öğretmenlerdir. Henry Giroux’a göre, öğretmenlerin “entelektüel” kategorisi ile yeniden karşılaşmasının sağlayacağı sayısız yararlar bulunmaktadır: Birincisi, tamamıyla araçsal ve teknik terimlerle tanımlanan öğretmenin karşısında, entelektüel emeğin bir biçimi olarak öğretmenin çalışma sürecini incelemek için bu kategori kuramsal bir temel sağlar. İkincisi, entelektüel olarak işlev gören öğretmenler için gerekli ideolojik ve pratik koşulların çeşitlerini billurlaştırır. Üçüncüsü, onayladıkları ve yararlandıkları pedagojiler yoluyla, çeşitli politik, ekonomik ve toplumsal çıkarları meşrulaştırma ve üretmede öğretmenlerin oynadıkları geleneksel rolün daha açık hale getirilmesine yardımcı olur.

ÇOCUKLARA VE GENÇLERE NE DEMEK İSTERSİNİZ?

Temel üretim etkinlikleri içinde olan emekçiler, çocuklar ve yaşlılar bu COVID-19 salgınından en çok etkilenen kesimler. Çocuklar aylardır evdeler ve evlerini hem yaşam alanı hem de okul gibi kullanmak zorunda kaldılar. Bu dönem geçecek kuşkusuz ama bir süre daha dayanacağız.

Ne var ki yeni salgınlarla karşılaşmamak için ekoloji konusunda duyarlıklarını geliştirmeleri gerekecek. Küçük üreticiyi yok eden tarım endüstrisi yıkıcı riskler yaratıyor. Enerji üretmek için fosil yakıtların yakılması eşi görülmemiş bir küresel ısınmayı tetikliyor. Doğa varlıklarına saygılı bir yaklaşım sergilenmez ise içinde yaşanabilecek bir yeryüzü kalmayacak.

Çocuklar ve gençler bulundukları alanda en şairane biçimde konaklamalı, kendini insani olarak geliştirmek için bilim, sanat, siyaset ve sevginin gücünden yararlanmalılar. Okullar çok önemlidir, ama öğrenme her yerde olur. Bu dönemde en güzel etkinlik okumak, kitaplarla buluşmaktır. Ayrıca yaşadıklarını ve hissettiklerini yazmaları da çok güzel olur. COVID-19 salgınında sanatçılarımızı destekleyemedik ne yazık ki ama bu dönem yeni genç sanatçıların,  toplum sorunlarına duyarlı siyasetçilerin, özellikle kadın siyasetçilerin, yürekli gazetecilerin ve araştırmacıların yetişmesine vesile olsun.                             

ANNE VE BABALARA VELİLERE NE DEMEK İSTERSİNİZ?

Eğitim süreci, eğitim bileşenlerinin birlikte çalışmaları ile daha nitelikli hale gelir. Yani velilerin öğretmenlerle daha sık karşılaşmaları, çocukları da yanlarına alarak birlikte ileriye doğru dönüşümün olanaklarını tartışmalıdırlar. Bunu yapmak salgın sürecinde güç olsa da okullar açılınca yeni bir etkileşimin yolunu açmak gerekir.

Veliler kadar öğretmenlerin de sosyal alanlarda var olmaları gerekir. Bir öğretmen ve öğrencinin ve velinin okul, ev ve yakın çevresi, diğer bir deyişle kamusal ve özel alanlar arasında/içinde akıp giden yaşamı, genel olarak tekdüze bir biçim olarak ifade edilir. Bu hayatlar öylesine yalındır ki, onu anlatmaya yeltenen tüm sözcükler yapay, cilalı, yalancı kalır. Zorunluluklar alanı içinden çıkan bu yaşam, insan özgürleşmesine dönük kamusal/kolektif etkinliklerle dönüşebilir. 

HOCAM BU GÜZEL RÖPORTAJ İÇİN TEŞEKKÜR EDİYORUM. SON OLARAK NELER SÖYLEMEK İSTERSİNİZ?

Demokratik siyaset zemininde etkinlik gösteren sendika, dernek, çeşitli inisiyatif ve platformlar biçimindeki örgütlü mücadeleler, yaşam uğraşısının bir parçası olduğunda, Jürgen Habermas’ın “müzakere etme” ve Hannah Arendt’in “kendimizi insani dünyaya söz ve edimle dahil etme” görevini gerçekleştirmiş oluruz. Karl Marx’ın sözüyle “Oldukları yerde donup kalmış koşulları kendi şarkıları eşliğinde dans etmeye zorlamalıyız.” Bugün insanlığın ve Türkiye yurttaşı olmanın durumuna ilişkin kaygıları olan her eğitim bileşeni, ortak dünyaya olan ilgilerini yeniden canlandırmalı ve tazelemelidir. Yaşayan ve/veya farklı yüzyıllarda yaşamış yazarların ve düşünce insanlarının eserlerinin okunması, farklı insanlara ve kültürlere açılma cesaretinin bir enerji olarak yaşama girmesiyle, kişisel ve kolektif yaşamın zenginleşmesi kaçınılmazdır; kuşkusuz tüm bunların verili kapitalist yaşam koşullarının sınırlılıkları içinde olduğunu anımsamak, kapitalizmi aşan bir ufka sahip olmak gerekir. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları