Şahin Aybek

Mesleki eğitime çok önem verdiğini söyleyen Mahmut Özer mesleki eğitimin başına neden bir tıp doktorunu atadı?

29 Ağustos 2022 Pazartesi

Ege Üniversitesi E. Öğretim Üyesi Dr. Haluk İŞLER ile eğitimi özelde de mesleki-teknik eğitimi konuştuk.

Başlıkla yazının içeriğinin doğrudan bir ilgisi olmadığını bende biliyorum. Ama zaten başlıkta yapılan da ilgisiz…

Eğitim politikalarının, dünya görüşleri, politikalar ve ideolojilerden yalıtılmış ya da ayrı bir düzlemde ele alınması ve kurgulanması olası değildir. Mesleki-teknik eğitim kurumları, teknik donanım, öğretim programları, öğretmen yeterliliği gibi konularda iş yaşamının gerisinde kalmış, işletmeler de eğitim konusunda kendilerinden beklenen desteği yeterince sağlamamışlardır.”

15 yaşındaki bir çocuğun kendi nitelikleri, arzuları ve önüne koyulan meslekler konusunda yeterli bilgi ve deneyime sahip olması ve bu doğrultuda doğru meslek seçimini yapabilmesi oldukça güçtür. Henüz zihinsel, sosyal ve fiziksel açıdan gelişimini tamamlamamış çocuğun, haftada 4 gün işletmelerde ve çoğunlukla da tehlikeli ve insan sağlığına zararlı ortamlarda ucuz işgücü olarak çalıştırılması insan haklarına aykırıdır.”

Günümüzde eğitimin kazandığı öneme ilişkin neler söylenebilir? Bu bağlamda eğitimin toplumsal yaşama etkileri nelerdir?

Bu sorular gerçekten çok önemli sorular. Çünkü eğitimin özgül konularını değerlendirmeye girmeden önce bu soruların en azından ilkesel temelde yanıtlanması, eğitim politikalarının çözümlenmesi ve geliştirilmesine ışık tutacak bir felsefi temelin oluşturulmasına katkı sağlayacaktır.

Bugün herhalde eğitimin önemsiz olduğunu söyleyecek çok az insan çıkacaktır. Ancak sorduğunuz soruyla ilgili olarak asıl yaklaşım farklılıkları, eğitimin toplumsal yaşama etkileri ve eğitim politikalarının hangi yönde belirleneceği konusunda ortaya çıkmaktadır. Çünkü eğitim politikalarının, dünya görüşleri, politikalar ve ideolojilerden yalıtılmış ya da ayrı bir düzlemde ele alınması ve kurgulanması olası değildir. Eğitimin, toplumsal yapılar ve süreçler karşısında güçlü bir dönüştürücü işleve sahip olması, farklı dünya görüşlerinin mücadele alanına dönüşmesini kaçınılmaz hale getirmektedir.

Evet, eğitim, günümüzdeki çok hızlı, toplumsal, ekonomik, siyasal ve teknolojik gelişmelere paralel olarak tüm dünyada giderek daha fazla önem kazanmaktadır. Çünkü bireyin, bulunduğu çağa uygun olarak yaşama hazırlanması ve ortaya çıkan yeni gelişmelere uyumunun sağlanmasının tek yolu, hem kurumsal ve hem de bireysel düzeyde gerçekleştirilen yaşam boyu eğitim süreçlerinden geçmektedir. Bireylerin edindikleri genel yaşam ve mesleki yeterliliklerini değişme ve gelişmelere paralel olarak yenilemeleri artık zorunludur. İnsanın, yeni gelişmeler karşısında ayakta durabilmesi ve ötesinde toplumsal yaşamı daha ileri düzeye taşıyabilmesinin biricik koşulu, etkili, verimli ve kesintisiz eğitimdir. Bu nedenle eğitim etkinlikleri hem ulusal hem de bireysel ölçekte en önemli unsur haline gelmiştir.

Sorunuzun ikinci bölümüyle ilgili olarak, eğitimin toplumsal yaşam üzerindeki etkileri eğitim bilimcilerin üzerinde en çok çalıştıkları konuların başında gelmektedir. Eğitimin, birey ve toplum bağlamında öznel bir yönünün olması nedeniyle birey ve toplum açısından etkilerinin nesnel ölçütlere dayalı somut sonuçlar şeklinde ortaya koyulması oldukça zordur. Bu aynı zamanda benzer eğitim süreçlerinin her birey ve toplum açısından farklı sonuçlar doğurması anlamına gelmektedir. Ama yine de eğitimin, birey, toplum, üretim, ekonomi, siyaset gibi alanlarda etkilerini ortaya koyan çok önemli bilimsel araştırma sonuçlarının olduğu da görülmektedir. Örneğin, bir araştırmaya göre, okur-yazarlık düzeyinin %28’den sadece %30’a çıkartılmasının bile reel ulusal gelirde %16’lık bir artışı sağladığı gösterilmiştir. Yine Rus eğitim araştırmacılarından Strum Line, bir kişinin işini, ilköğretimli ise %40; ortaöğretimli ise %102; yükseköğretimli ise %300 oranında arttırdığını ortaya koymuştur. Bu araştırmalar gibi, eğitimin, bireylerin ve toplumların genel refahı ve gelişmişlik düzeyleriyle doğru orantılı ilişkisini ortaya koyan sayısız bilimsel araştırmadan söz edilebilir.

Son yıllarda dünyadaki toplumsal ve ekonomik gelişmeler genel hatlarıyla ne yönde gerçekleşmektedir? Bu gelişmeler karşısında bireylerden ve toplumlardan beklentiler sizce nelerdir?

Şunu herkes biliyor ki dünya kimi zaman olumlu kimi zaman olumsuz da olsa her açıdan çok hızlı değişiyor. 17. YY’da makineleşmeyle başlayan sanayi devrimleri, günümüzde, internet, elektrik, elektronik, bilgisayar, otomasyon, iletişim gibi teknolojilerinin sağladığı olanaklarla 4. Sanayi Devrimi (Endüstri 4.0) aşamasına geçmiş, hatta bazı yaklaşımlara göre odağına insanın yerleştirildiği 5. Sanayi Devriminin de eş zamanlı ilerlediği yeni bir sürece evrilmiştir. Bu aşamada, makinelerin ve sistemlerin kendi kendine haberleştiği siber sistemler, insan müdahalesinin en aza indirildiği akıllı ya da karanlık fabrikalar, insansız ulaşım sistemleri, yapay zekâ uygulamaları gibi toplumsal alanlara da yansımaları olan birçok yeni gelişme gündeme gelmiştir. Dünyada bu gelişmeler olurken, doğal olarak eğitime ilişkin yaklaşımlar, politikalar, sistemler ve yöntemler de değişmek zorunda kalmaktadır. Bu zorunluluğun temel dinamiğini, dünyadaki sözü edilen gelişmelerin öngördüğü insana ilişkin yeni beklentiler oluşturmaktadır. Yeni gelişmeler karşısında insanlardan nasıl bireyler olması beklenmektedir? Hemen hemen tüm dünyada ortak hale gelen bu beklentiler ya da yeterliliklerden bazıları genel hatlarıyla şunlardır: Bilgiye erişim yollarını ve öğrenme yöntemlerini bilme; teknolojiyi kavrayabilme ve kullanabilme; başkalarıyla işbirliği yapabilme; değişikliklere kolayca uyum sağlayabilme; doğru karar verebilme ve sorun çözebilme; ana dilde ve yabancı dilde etkili iletişim kurabilme; bilgi ve yeterlilikleri başka yeterlilik alanlarına transfer edebilme; farklılıklara hoşgörü ve birlikte yaşama kültürünü içselleştirme; çevreye saygılı olma ve sürdürülebilir yaşama katkı sunabilme vb. Bu saydığımız yeterlilikleri kuşkusuz daha da arttırmak mümkündür. Özetle, hem bireysel hem de toplumsal alanda insanlardan beklenen yeterlilikler hem niteliksel hem de niceliksel olarak büyük ölçüde artmıştır.

Yukarıdaki sorunun devamı olarak, insanı her açıdan yetiştirme işlevi olan eğitim sistemlerindeki çağdaş gelişmelerin ana hatları nelerdir?

Yeni gelişmeler karşısında, toplumsal yapılardan ve bireylerden beklenen yeterliliklerin değişimine paralel olarak eğitim sistemlerinde de yeni gereksinimlere yanıt verebilecek dönüşümlerin beklenmesi kaçınılmazdır. Bu durumda, yukarıda bir kısmını örnek olarak verdiğimiz yeterliliklerin insanlara kazandırılması eğitim sistemlerinin temel hedeflerini de oluşturmaktadır. Eğitim sistemleri, felsefeleri, politikaları, örgütsel yapıları, programları, insan kaynakları ve diğer tüm unsurlarıyla birlikte insanı ve toplumları ön görülen yeterliliklerle donatmak hedefiyle sürekli yenilenme baskısıyla karşı karşıya kalmaktadır. Eğitim sistemleri, klasik anlayış ve yapılanmalarını sürdürdüğü sürece, toplumsal gelişimin motoru olma yerine freni olma durumuna gelecektir. Çağdaş eğitim sistemlerinin yeni gelişmeler karşısında ne yönde değişim gösterdiği veya göstermek zorunda olduğu sorusu önemli bir sorudur. Çünkü bu soruya verilecek doğru yanıtlar eğitim sistemlerinin etkinlik ve verimliliğinin arttırılması çalışmalarına rehber olacaktır. Bu kapsamda çağdaş eğitim sistemlerindeki eğilimleri ana hatlarıyla şöyle özetleyebiliriz: Eğitim süreçleri, modern teknolojik olanakların da yardımıyla klasik fiziki yapıların dışına çıkarak, her yerde, her an, her yaş ve her düzey için yapılabilen kesintisiz etkinliklere dönüşüyor ve bunun bir sonucu olarak örgün ve yaygın eğitim kurumları arasındaki ayrım ortadan kalkıyor; öğretim programları, esnek, değişken ve sayısız çeşitlilikte bir niteliğe kavuşuyor; yaşam boyu öğrenmenin giderek önem kazanmasıyla birlikte örgün eğitim kurum ve süreçlerinin yanında yaygın eğitim sistemleri giderek daha fazla önem kazanıyor; öğretmen merkezli öğrenmenin yerini öğrenci ya da öğrenici merkezli eğitim sistemleri alıyor; eğitim kurumları ve sistemleri arasındaki yatay ve dikey geçişler kolaylaşıyor; eğitim hem toplumsal hem de ekonomik açıdan bir maliyet unsuru olarak değil tam tersine geleceği yaratan ve katma değeri yüksek bir etkinlik olarak görülmeye başlanıyor; cinsiyet, ırk, ulusal köken gibi farklılıklara bakılmaksızın bireylere sunulan nitelikli eğitimin tüm dünyanın yararına olduğu bilinci güçleniyor; eğitimde bireylere, bilgiye ulaşma ve öğrenmeyi öğrenme becerilerinin kazandırılması öne çıkıyor; eğitimde klasik öğretim yöntemlerinin dışındaki bireysel öğrenme yöntemlerine daha fazla yer veriliyor; bireyleri dar kapsamlı yeterlilik alanlarına sıkıştıran öğretim programlarından, sayıları azaltılmış daha geniş kapsamlı öğretim programlarına geçiliyor; mesleki-teknik eğitim gibi meslek seçimini de doğrudan belirleyen özgül eğitim süreçlerine başlama yaşı yukarıya (18 yaş ve sonrasına) doğru çıkarken zorunlu temel ve genel eğitim sürelerinde uzama görülüyor (11-12 yıl); kariyer ve meslek seçiminde “yönlendirme” yerine “rehberlik” anlayışına geçiliyor; yaşam boyu öğrenmenin önem kazanmasıyla birlikte özellikle mesleki-teknik eğitimde esnek öğretim programlarının tasarımını kolaylaştıran modüler eğitim sistemi öne çıkıyor; mesleki-teknik eğitim programlarında temel bilimler başta olmak üzere genel bilgi derslerinin payı artıyor; yaygın eğitim etkinliklerinin önemli bir alanı olarak firma, kurum ve kuruluşların hizmet içi eğitim etkinlikleri büyük önem ve yaygınlık kazanıyor.

Yukarıda genel hatlarıyla belirttiğimiz eğitimdeki gelişmeler, özellikle gelişmiş ülkelerde daha şimdiden kapsamlı şekilde hayata geçirilmeye başlanmıştır. Türkiye olarak biz de zaman yitirmeden eğitim sistemimizi yeni gelişmelere uyarlamak zorundayız.

Biraz da sizin de alanınız olan mesleki-teknik sistemimize baktığımızda sizce vurgulanması gereken temel sorunlar nelerdir?

Mesleki-teknik eğitim sistemleri doğası gereği, çok sayıda öğretim programını içeren, oldukça karmaşık, maliyeti yüksek ve iş yaşamıyla organik ilişkileri olan sistemlerdir. Ülkeler kendi sosyo-ekonomik yapılarına uygun olarak, genelde “okula dayalı”, “işletmelere dayalı” ve “karma model” şeklinde sınıflanan farklı mesleki-teknik eğitim modellerinden birini benimsemişlerdir. Türkiye, kurulduğu ilk yıllarda, özel sektörün çok zayıf olması nedeniyle, “okula dayalı” model ile birlikte TCDD gibi güçlü kamu kuruluşlarının bünyesinde “işletmelere dayalı” modeli benimsemiştir. 1980’li yıllardan sonra özel sektörü de kapsayacak şekilde “karma modele” geçilmiştir. Ancak benimsenen karma model, özel işletmelerin eğitime ilgisizliği, kamu kuruluşlarının özelleştirilmesi, yasal düzenlemelerin eksikliği gibi birçok faktör nedeniyle örnek alınan Almanya’daki gibi etkin uygulanamamıştır. Mesleki-teknik eğitim kurumları, teknik donanım, öğretim programları, öğretmen yeterliliği gibi konularda iş yaşamının gerisinde kalmış, işletmeler de eğitim konusunda kendilerinden beklenen desteği yeterince sağlamamışlardır. Bu durum bugün de ne yazık ki devam etmektedir.

Mesleki-teknik eğitimde bir başka büyük sorun liselerde meslek alanlarına yerleştirme işleminin 9. Sınıftan, dallara yerleştirmenin ise 10. Sınıftan itibaren yapılmasıdır. Bu durumu büyük bir sorun olarak belirttim, çünkü bu uygulamanın birçok açıdan sakıncaları bulunmaktadır. Bu sakıncaların en başında, ortaokulu bitirmiş ve henüz 14-15 yaşlarında olan bir çocuğun tüm yaşamını etkileyecek olan meslek seçimi gibi çok önemli bir konuda seçim yapması istenmektedir. Bu yaştaki bir çocuğun kendi nitelikleri, arzuları ve önüne koyulan meslekler konusunda yeterli bilgi ve deneyime sahip olması ve bu doğrultuda doğru meslek seçimini yapabilmesi oldukça güçtür. Bu aşamada çocuğun alan ve meslek seçiminde, ortaöğretim ya da merkezi sınav başarısının yanı sıra genellikle, öğretmenler, ebeveynler, arkadaşlar, akrabalar ya da çevredeki insanlar etkili olmaktadır. Alan ya da meslek seçiminin bu kadar küçük yaşta yapılması nedeniyle ne yazık ki birçok öğrencinin ilerleyen yıllarda seçtiği alandan memnun olmayıp hayal kırıklıklarıyla farklı arayışlara girdiği sıklıkla görülmektedir. Mevcut mesleki-teknik lise modelinde ortaokuldan sonra 9. Sınıfta alana yerleşen öğrencinin daha sonra fikir değiştirmesi halinde başka bir alana geçmesi yönetmelikte mümkün olmakla birlikte pratikte hemen hemen olanaksızdır. Öğrenci, seçtiği alan ve dalı değiştirmek istemesi durumunda, alan öğretim programlarındaki farklılıkların lise döneminde telafi edilmesinin pratik olarak mümkün olmaması nedeniyle ya seçtiği alana devam etmek ya da genel liselere geçmek zorunda kalmaktadır. Bu durum insan haklarının bir gereği olarak eğitim sistemlerinin yatay ve dikey geçişleri kolaylaştırma ilkesine aykırıdır.

Bir başka sorun geçmişte çıraklık eğitim sistemi dediğimiz mesleki eğitim merkezlerindeki uygulamanın son günlerde canlandırılmaya çalışılması ve bunun için çeşitli düzenlemelerin ve kampanyalarının yapılmasıdır. Öğrencilerin mesleki eğitim merkezlerine yönlendirilebilmesi için yeni düzenlemelerle, ortaöğretim diploması alabilme, asgari ücretin belli oranında Devlet desteği sağlama gibi özendiriciler devreye sokulmuştur. Ayrıca mevcut mesleki-teknik liselerin bünyesinde mesleki eğitim merkezleri açılarak okul müdürlerine dayatılan kotalarla bu merkezlere öğrenci transferi yapılmaya çalışılmaktadır. Organize sanayi bölgelerinin içinde de mesleki eğitim merkezi irtibat büroları kurularak mesleki eğitim merkezlerine öğrenci gönderilmesi teşvik edilmektedir. Bu sistemde öğrenciler, ortaokulu bitirdikten sonra yani 14-15 yaşlarında bir işletmeyle yapılan sözleşme çerçevesinde haftada 4 gün işletmede çalışır, 1 gün mesleki eğitim merkezinde ya da varsa işletme içindeki eğitim biriminde genel ve mesleki-teknik dersler görür. Haftada 1 gün verilen bu eğitimin akademik düzeyi lise öğretim programlarına göre oldukça düşüktür. Mesleki-teknik liselerde öğrenim gören öğrenciler de bir işletmede sözleşme imzalanması koşuluyla mesleki eğitim merkezine geçebilirler. Mesleki-teknik lise 12. Sınıf öğrencilerinin bile mesleki eğitim merkezine geçebilmelerinin önü açılmıştır. Yeni düzenlemelerle mesleki eğitim merkezine giden öğrencilere, 9.-10.-11. Sınıflarda asgari ücretin yüzde 30’u, 12. Sınıfta ise yüzde 50’si kadar Devlet destekli ödeme yapıldığı için, son yıllarda ailelerin artan yoksulluk ve şiddetli geçim sıkıntısı karşısında çocuklarını mesleki eğitim merkezlerine gönderdikleri/göndermek zorunda kaldıkları görülmektedir. Hatta asgari ücretin yarısını alabilmek için çok sayıda mesleki-teknik lise 12. Sınıf öğrencisinin bile mesleki eğitim merkezlerine geçtiği, bu nedenle mesleki-teknik liselerin öğrenci kaybetmeye başladığı görülmektedir. 3308 Sayılı Yasa kapsamında çok uzun yıllardır uygulanagelen çıraklık sisteminin çoktan sona erdirilmiş olması gerekirken çeşitli teşviklerle daha da yaygın hale getirilmeye çalışılması büyük bir yanlıştır. Çünkü henüz 14-15 yaşlarında olan bir çocuğun, fabrikalara, sanayi sitelerindeki atölyelere, esnaf işletmelerine, otellere, lokantalara vb. gönderilmesi, çocuk işçiliğinin kurumsallaştırılması aynı zamanda henüz reşit olmayan kız ve erkek çocukların hem sağlık ve iş güvenliği hem de maruz kalabilecekleri olumsuz ilişkiler açısından büyük risk altına sokuldukları anlamına gelmektedir. Henüz zihinsel, sosyal ve fiziksel açıdan gelişimini tamamlamamış çocuğun, haftada 4 gün işletmelerde ve çoğunlukla da tehlikeli ve insan sağlığına zararlı ortamlarda ucuz işgücü olarak çalıştırılması insan haklarına aykırıdır. Tüm sakıncalarına rağmen bu uygulamanın canlandırılmaya çalışılmasında, “çırak ve işgücü bulamıyoruz” şeklinde sürekli şikâyet eden işletme sahiplerinin ve esnafların karar vericiler üzerindeki kuvvetli baskıları etkili olmuştur. Çünkü işletme sahibi, 4 gün, sendikasız ve güvencesiz çocukları çalıştırmakta, üstelik maliyetleri Devlet üstlendiği için ne sigorta primi ne de ücret ödemekte yani bedava işgücü çalıştırmaktadır. Çok az sayıda kurumsal işletme, bu sakıncaları çok olan uygulamaya ortak olmamak, istenmeyen durumlarla karşılaşmamak için mesleki eğitim merkezi öğrencisi kabul etmemektedir.

Mesleki-teknik eğitim sisteminin belirttiğiniz sorunlarının ortadan kaldırılması, daha çağdaş ve insancıl bir mesleki-teknik eğitim sisteminin yaratılması için ilkesel olarak önerileriniz nelerdir?

Daha önce mesleki-teknik eğitim sisteminin oldukça geniş, karmaşık ve iş dünyasıyla iç içe geçmiş olduğunu söylemiştik. Bu nedenle sorduğunuz bu sorunun yanıtı da oldukça kapsamlı olacaktır. Ama yine de bu röportaj sınırları içinde şu temel ilkelerden söz edebiliriz:

Öncelikle bireyleri çok küçük yaşlarda girdikleri seçeneksiz süreçlere mahkûm etmemek; bireylerin, tüm yaşamına damgasını vuran meslek seçiminde, aldıkları kararların sorumluluğunu üstlenmelerini ve her şeyden önemlisi olabildiğince isabetli karar vermelerini sağlamak amacıyla, meslek seçiminin mutlaka reşit dönemde (18 yaş ve sonrası) yapılmasını öngören düzenlemelere geçilmelidir. Ayrıca günümüzde özellikle, elektrik, elektronik, otomotiv, otomasyon, çocuk gelişimi gibi bilimsel ve teknolojik bileşimi yüksek mesleklerin eğitimine başlayabilmek için temel bilimlerin odağında olduğu sağlam bir temel genel eğitim zorunludur. Bu temel eğitim toplam 8 yıllık ilk ve ortaokul eğitimiyle sağlanamaz. Özgül mesleki-teknik eğitim programlarına, en az 11-12 yıllık, zorunlu, kesintisiz, nitelikli bir temel genel eğitimden sonra başlanmalıdır. Bu temel eğitimin içeriği, fen, teknoloji, spor, sanat ve sosyal alanları içeren geniş kapsamlı (poli/çoklu) yapıda ve mesleki-teknik eğitim de dâhil olmak üzere tüm temel eğitim sonrası eğitimlerin zeminini oluşturacak nitelikte tasarlanmalıdır. Bu temel oluşturulmazsa öğrencilere bilimsel ve teknolojik içeriği yüksek mesleklerin öğretilmesi olası değildir. Bu gerekçelerle de alan ve meslek eğitiminin 9. Sınıfta başlatılmasına hemen son verilmelidir.

İnsan haklarına aykırı olan çocuk işçiliğine son vermek; reşit durumda olmayan çocukları olası, iş kazası, meslek hastalıkları, gelişim bozuklukları ve olumsuz ilişkilerden korumak için geçmişte çıraklık sistemi adı verilen mesleki eğitim merkezleri uygulamasına derhal son verilmeli, buradaki öğrenciler zorunlu, kesintisiz örgün temel eğitime alınmalıdır.

Tüm özgül mesleki-teknik eğitimler, 11-12 yıllık kesintisiz temel eğitimden sonraya (lise sonrasına) aktarılmalı, meslek seçimlerinin 18 yaş ve sonrasında bireyin kendisi tarafından yapılması sağlanmalıdır.

Mesleki-teknik eğitim programları, yatay ve dikey geçişleri kolaylaştıran, esnek ve modüler yapıda tasarlanmalı; uluslararası standartlara uygun belgelendirme sistemi etkin hale getirilmeli; işletmeler ve ilgili kuruluşlarla işbirliği ve eşgüdüm zemini oluşturulmalıdır.

Temel eğitim süreçleri, uygulama, üretim, araştırma ve laboratuvar çalışmalarıyla iç içe geçmiş programlarla, bireylerin, akademik, sosyal, sanat, spor gibi alanlarda çok yönlü gelişimini destekleyecek nitelikte çoklu (poli) yapıda tasarlanmalıdır.

Örgün eğitim kurumlarının yanı sıra yaygın eğitim kurumları tüm kesimlere yaşam boyu hizmet verecek yeterliliklere kavuşturulmalı, olanakların etkin ve verimli kullanılabilmesi için örgün ve yaygın eğitim kurumları bütünleştirilmelidir.

Eğitim süreçlerinin tasarlanması, örgütlenmesi ve yürütülmesi süreçlerinde, tüm paydaşların katılımıyla sadece akıl ve bilim rehber alınarak kararlar alınmalıdır.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları