Şahin Aybek

Felsefî Bir İdeal: Eğip Bükmeden Eğitmek, ‘Ama Nasıl?’

24 Şubat 2022 Perşembe

Kavramsal çözümleme ve temellendirmenin felsefi yaklaşımın özünü oluşturduğu savından yola çıkarak, bugün Prof. Dr. Hasan Aydın ile felsefi bir yaklaşımla, Türkçedeki eğitim sözcüğünün kavramsal ve sosyo-kültürel bir analizini yapmaya; eğitip bükmenin eğitim olmadığını, eğip bükmeden eğitmenin mümkün olduğunu göstermeye, köken bilgisini (etimoloji) de göz önüne alarak eğitim kavramının kültürümüzde algılanışına farklı anlam öbeklerini ortaya koymaya ve eğitimle eğip bükme arasında bağ kuran geleneğin felsefi bir eleştirisini yapmaya çalışacağız. 

Kısacası eğip bükmeksizin eğitimin olanaklılığını tartışacağız. 

- Hocam, ‘dil kültürün aynasıdır’ derler. Bu savdan yola çıkarsak, dilsel açıdan baktığımızda, Türkçede  eğitim, ta’lim, terbiye gibi farklı sözcükler, kültürümüzde eğitime bakışla ilgili neler ima eder? 

Evet, dilimizde, eğitime ilişkin tarih içerisinde farklı sözcükler kullanılmıştır. Bu aslında bir bakıma eğitim alanındaki tarihsel-kültürel gelişimimizi de yansıtır. Sondan başlayarak söylersek, eğitim sözcüğü, Arapça terbiye sözcüğünün yerine Cumhuriyetin erken dönemlerinde, Türkçenin özleştirilmesi hareketine bağlı olarak önerilmiş ve dilimize yerleşmiş bir sözcüktür. Tarihsel süreçte eğitim sözcüğü dilimize yerleşse de, terbiye sözcüğü yok olmamıştır. Hala günlük dilde kullanılmaktadır. Ancak büyük ölçüde anlam daralmasına uğramıştır ve daha çok ahlaki vurgusu ön plana çıkmıştır. Bunu gündelik yaşamda kullanılan “terbiyesiz” deyişinden de çıkarsamak olanaklıdır; bu deyişin modern anlamda “eğitimsiz” deyişiyle doğrudan bir bağı kalmamıştır. Anlam daralmasına uğrasa da, dilimizde hala kullanımı olduğu için terbiye sözcüğünü bir parça açmak gerekmektedir; çünkü anılan sözcük, Cumhuriyete gelene değin Türk kültürünün eğitime bakışına ışık tutacak çağrışımlar içerdiği gibi, daha sonra türetilen eğitim sözcüğünün içeriğine ilişkin de kısmi veriler içermektedir. Çünkü bir sözcüğün yerine başka bir sözcüğü kullanmak, kültürel süreklilik düşünüldüğünde, sözcüğün anlamını tümüyle değiştirmemekte; kültürel uygulama ve çağrışımları bütünüyle ortadan kaldırmamaktadır.  Terbiye sözcüğünün anlam öbeklerinde, en dikkat çekici husus, ister bitki, ister hayvan , ister insan olsun, ‘onları yetiştirenin (terbiye) amaçlarına doğru yöneltmenin’, hatta bunun için ceza bile verebilmenin olası oluşudur. Bu açıdan büyütme, yetiştirme ve terbiye etmenin temeli pragmatiktir, terbiye edileni, terbiye edenin amaçlarına yöneltmeyi, o amaçlara doğru eğmeyi hedeflemektedir. Modern Türkiye’nin kurulması ve Türkçeyi incelemek ve gelişmesi için çalışmak amacıyla 1932'de Mustafa Kemal Atatürk tarafından  Türk Dili Tetkik Cemiyetinin inşasıyla, Türkçeyi yabancı dillerin etkisinden arındırma, bilim ve felsefe dili yapma yönünde güçlü bir çabanın içine girildiğini biliyoruz. Aslında bu çaba yeni değildir, kökleri Tanzimat dönemine değin gerilere gider. Bu çaba içerisinde, Arapça kökenli terbiye sözcüğünün yerine eğitim sözcüğünün türetildiği ve yaygınlaştırılmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. Eğitim sözcüğü, anlaşıldığı kadarıyla, ilk kez, 1935’de yayınlanan Türkçeden Osmanlıya Cep Kılavuzu adlı yapıtta yer alır. Gelişen süreçte Maarif Vekaleti’nin adı, bu değişime paralel olarak Milli Eğitim Bakanlığına dönüştürülse de, bu bakanlık bünyesinde “ta’lim ve terbiye kurulu” gibi yapılarda, hala “ta’lim” ve “terbiye” gibi sözcükler varlığını sürdürmektedir. Buna rağmen, eğitim sözcüğünün, yaygın bir kabul gördüğü açıktır. Nitekim öğretmen yetiştiren kurumlarımızın adı eğitim fakültesidir ve eğitimbilimleri adı altında Eğitim Psikolojisi, Eğitim Sosyolojisi, Eğitim Felsefesi, Eğitim Tarihi vb. eğitime ilişkin pek çok disiplin inşa edilmiş durumdadır.

- Eğitim sözcüğünün Cumhuriyet döneminde terbiye sözcüğünün yerine önerildiğini ve yaygın bir kabul gördüğünü söylediniz. Hocam peki eğitim sözcüğünün kökü nedir? Hangi kökten türetilmiştir?

Bu oldukça tartışmalı bir konudur ve Türk eğitimbilimleri yazını ile Türk dilbilim yazınında kesin bir karara bağlanamamıştır. Görebildiğimiz kadarıyla, bu konuda üç ana tez vardır.

Birinci tez, eğitimin “igid-mek” kökünden türetildiğini ileri sürer. Türkçede kelime köklerinin tek heceye indirgenmesi kuralına uyulursa, bunun da temelinde “ig”in yer aldığı söylenebilir.  “İg” kökü, oldukça eskidir ve Divanü Lugati’t-Türk’te ‘hastalık’ olarak karşılanır. Ancak, “igidilmek”, hastalığı iyileştirmenin yanında, beslemek ve yetiştirmek anlam öbeklerine de sahiptir. Sözgelimi, Divanü Lugati’t-Türk’te ‘ogul igidildi’ yani ‘oğul eğitildi’ denilmektedir. Aynı kökle bağlantılı, igedi, igendi, igiş gibi sözcükler de yer almaktadır. Bu sözcükler, hayvanlarla ilgili bir bağlama sahiptir ve huysuzluk etmek, itaatsizlik tapmak gibi anlamlara gelmektedir. Eğer bu kök temel alınırsa, terbiye sözcüğündeki, besleyip yetiştirme ve büyütme anlamının eğitim sözcüğünde de içerildiği söylenebilir. Ama burada tek far vardır, o da bir hastalığı sağaltmak, huysuzluğu ve itaatsizliği ortadan kaldırmaktır. Bu yönüyle, igid-mek kökünün insan doğasının iyi olmadığı, düzeltilmeye, iyileştirilmeye gereksinimi olduğu gibi bir çağrışıma sahip olduğu açıktır. Şu halde, igidmek büyütmek, beslemek, yetiştirmek kadar bir düzeltme ve sağaltma işidir. 

İkinci tez, eğitim sözcüğün “ikit-mek” kökünden türetildiğini söyler. İkit-mek fiili de, Divanü Lugati’t-Türk’e değin geriye gider ve terbiye etmek, yetiştirmek, hayvan ya da köle beslemek anlamına gelir. Kaşgarlı Mahmut, “Ol anı ikitti” yani ‘o, onu yetişirdi’ deyişine yer vermektedir. İktilmek, terbiye edilmek, eğitilmek, beslenmek anlamlarına gelir. Bu da terbiye sözcüğünün anlam katmanlarıyla örtüşebilecek niteliktedir. 

Üçüncü tez, eğitim sözcüğünün “eg-mek” kökünden türetildiği yolundadır. Divanü Lugati’t-Türk’de, ‘ol butaq eğdi’, yani ‘o, dalı eğdi’ denilmektedir. Yine ‘qurug yıgac egilmes, qurmış kiriş tügulmes’ yani ‘kuru ağaç eğilmez, gerilmiş yay bağlanmaz’ sözüne yer verilmektedir. Bu haliyle kök, bir şeyi eğmek, bükmek, kıvırmak anlamına geldiği gibi, mecazi olarak, yola getirme, meylettirme ve ikna etme gibi anlamlara da gelmektedir. Aynı kökten türetilen eğirtmeç, eğirtmekte kullanılan alet; eğilt ise, birini düşüncesinden vazgeçirmeye çalışmak demektir. Divanü Lugati’t-Türk’te, egri; egrik, eğiritilen ip; egsemek, eğmeyi istemek sözcüklerinin de yer alması, bu kökün eski Türkçede yaygın bir kullanımının olduğunu göstermektedir. “Eg” kökünün de aslında, mecazi olarak ele alındığında, terbiyenin, pragmatik amaçlı anlam öbekleriyle belli bir uyum içerisinde olduğu söylenebilir.

İlk iki tez, bir parça pozitif anlam içerse de, -bu anlamlar Batı dillerindeki education’ın Latince kökü olan educare’de de vardır- diğer tezin eğitimle ilgili negatif çağrışımlar içerdiği açıktır. Zira burada temel alınan eğitim yaklaşımı ile bu yaklaşıma dayanak teşkil eden insan anlayışı, eleştiriye açıktır. Ancak burada bir noktanın altını çizmek gerekir: 

Görebildiğimiz kadarıyla, dilbilimciler, eğitim kelimesinin kökünü daha çok “igid-mek” ya da “ikit-mek” köküne dayandırırken, eğitimbilimciler, “eğ-mek” köküne dayandırmaktadırlar. Sözgelimi, dilbilimci Tuncer Gülensoy, Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü adlı yapıtında, eğitimin kökü olarak, “egit”, “egid-mek”, “igid” ve “ikit” köklerine yer vermektedir. Ona göre, tüm bu köklerin ortak yönü, eğitmek, terbiye etmek, büyütmek, yükseltmek, beslemek, yetiştirmek, bakmak ve özen göstermektir. Yine 1930’lu yıllarda üretilen sözcükleri temel alan ve Açıklamalı Yeni Kelimeler Sözlüğü hazırlayan dilbilimci Nevnihal Bayar eğitim sözcüğünün, Eski Türkçedeki “igid-mek” yani “beslemek ve yetiştirmek”ten hareketle türetilmiş olabileceğini ileri sürmektedir.

- Hocam eğitimbilimciler çevresinde eğitim, neden eğmek köküne bağlanmaya çalışılıyor? Bunun özel bir nedeni olabilir mi?

Dilbilimciler eğitim sözcüğünü farklı köklerle ilişkilendirseler de, eğitimbilimciler çevresinde eğitimin kökünün “eğ-mek” olduğunu söyleyenlerin daha çok olduğu gözlenmektedir. Bu nedensiz olmasa gerekir; çünkü dilimizde ve kültürümüzde eğitimin eğip bükmekle ilişkisini kuran yan kaynaklar bulunmaktadır. Çünkü dilimize yerleşmiş, ‘ağaç yaş iken eğilir’ diye bir atasözümüz vardır ve bu atasözü büyük ölçüde eğitimle ilişkilendirilir. Yine, ‘demir ne kadar sert olsa da ateş onu yumuşatır’ diye bir sözümüz daha bulunmaktadır ve bunun da eğitimle bağı kurulmaktadır. Burada da, ateşin yumuşattığı demirin ‘eğilip bükülme’ özelliğine vurgu yapılmaktadır. Türk eğitimbilimleri yazınında, kimi modern eğitimbilimciler, eğmek ve bükmek anlamındaki köke itiraz ederken, kimi din eğitimcilerinin bu kökten pek de rahatsız olmadıkları anlaşılmaktadır. Aynı durum, kimi siyasiler için de geçerlidir; onlar da eğitimin eğip bükmekle ilişkilendirilmesinden pek rahatsızlık duymamaktadırlar. Öyle anlaşılıyor ki, eğmek özelliğiyle eğitim, din adamları ya da muhafazakâr eğilimliler için, dine ve geleneklere, siyasiler için de, bireyin siyasal sistemin istediği şekilde bir insan olması yolunda çaba göstermesi anlamında ele alınmaktadır. Yaygın kültürde ve kimi yapıtlarda, eğitimle “eğ-mek” arasında bir bağ kurulunca, doğal olarak, anne-baba, öğretmenler ve üniversitelerde akademisyenler hep eğip bükmeye odaklanmaktadır. Sırf bunlar da değil, siyasiler de, iktidarı ele geçirir geçirmez, eğitim sistemleriyle oynayarak, çocukları kendi ideolojilerine eğmeye yönelmektedirler. Kültürümüzde, anne-babalar, çocukları kendi adet, örf ve ananelerine eğerken, onları özde kendilerine benzetmeye; öğretmenler kendi düşüncelerine ve inançlarına; siyasiler ise kendi ideolojilerine doğru eğmeye çalışmaktadırlar. Yani herkes çocukları eğip bükmeye çalışmaktadır. Bir anlamda, I. Kant’ın dediği gibi, sanki herkes, ‘dur, düşünme ve itaat et demektedir.

- Hocam tam bu bağlamda size toplumumuzda sık kullanılan bir analojiyi sormak istiyorum. Eğitimi eğmek köküne bağlayanların sık sık kanıt olarak sundukları “ağaç yaş iken eğilir” atasözü ne anlama gelmektedir? Bu atasözünün eğitim bağlamında kullanılması doğru mudur? 

‘Ağaç yaş iken eğilir’ atasözü gerçek anlamda alınabileceği gibi, -yani gerçek ağacın yaş iken eğilebileceği-, eğitimle ilişkilendirilerek “analojik anlamıyla” da ele alınabilir. Söz konusu atasözünün Türk kültüründe ve eğitimbilimleri yazınımızda eğitimle ilişkilendirildiği düşünülürse, gerçek anlamdan çok analojik anlamda ele alındığı anlaşılmaktadır. Her analojik yaklaşım, bir parça örtülüdür, benzeyen-benzetilen ilişkisinin, benzetmelerde kullanılan sözcüklerin berraklaştırılmaya, aydınlatılmaya, yerli yerine oturtulmaya gereksinimi bulunmaktadır.

Atasözünü, eğitime transfer ettiğimizde, genelde ağaçla, öğrenen; yaş ile çocukluk veya gençlik dönemi, eğmekle de eğitim arasında bağ kurulmuş olduğu anlaşılmaktadır. Tam bu bağlamda, ağaçla, öğrenen, yaş ile çocukluk veya gençlik dönemi, eğmekle eğitim arasında gerçekten bir bağ kurulabilir mi sorusunu sormamız gerekmektedir. Analitik düşünen hiçbir eğitimcinin, doğrudan ağaçla öğrenen kimse arasında analojik bir bağ kurmayacağı açıktır. Ağaçla, öğrenen arasında bağ kurmak, ağacı bilinçli saymak ya da en hafif deyişle, öğreneni bilinçsiz saymak anlamına gelmektedir. Bu haliyle analojinin önemli bir sorun içerdiği açıktır. Belki burada, bir fidanın yetiştirilmesiyle çocuğun yetiştirilmesi arasında analojik bir bağ kurulabilir ve bu durumda, bir fidanın/ağacın yetiştirilmesinde olduğu gibi çocuğun yetiştirilmesine de özen göstermek kastedilebilir. Bu bir parça anlamlıdır; çünkü deneyimlerimizle biliyoruz ki, fidanları/ağaçları, doğalarını gerçekleştirmek için zararlı etmenlerden korumak, sulamak, budamak vb. gerekmektedir; aynı durumun çocukları yetiştirmek için de gerekli olduğu ileri sürülebilir. Onların da doğalarını gerçekleştirmeleri için, zararlı unsurlardan, zararlı çevreden vb. korunmaları şarttır. Ancak atasözündeki benzetmenin bu anlamda olmadığı açıktır; çünkü atasözü fidanın/ağacın doğasını gerçekleştirmesinden değil, onu eğmekten söz etmektedir.

Yaş sözcüğüyle, çocukluk ya da gençlik dönemi arasında kurulan bağa gelince bu da sorunludur. Ancak burada tek sorun analoji değildir; aynı zamanda yaş sözcüğü de sorunludur. Çünkü yaş sözcüğü Türkçede çok anlamlı bir sözcüktür.  Bugünkü pedagojik bilgimizle söylersek, öğrenmenin yaşı yoktur; öğrenme yaşam boyu sürer. Bu anlamda eğitimin bir sonu bulunmamaktadır. Yetişkinlerin ve yaşlıların öğrenmelerinde gerilemelerin, yavaşlamaların olduğu ileri sürülse de, onlarda öğrenmenin olmadığı sonucuna varılmaz. Hele içinde yaşadığımız bilgi-iletişim teknolojilerinin hızla değiştiği, bilgilerin sürekli güncellendiği bir ortamda, yaşama ayak uydurmak için her yaştaki insanın kendini yenilemesine gereksinim vardır ve bu da sürekli eğitim ve öğretimi zorunlu kılmaktadır. 

- Anladığımız kadarıyla dilimizde, kültürümüzde eğitimle eğip bükmek arasında bağ kuran köklü bir gelenek var ve siz buna eleştirel yaklaşıyorsunuz. Ama eğip bükmekle ilişkili yaklaşım eğitim tanımlarına değin sirayet etmiş durumda değil mi?

Dediğiniz gibi, aslında kültürümüzde eğitimi, eğip bükme ile ilişkilendiren anlayış, sadece eğitimi eğ-mek köküne bağlayan ve yetkili ağız konumuna geçen atasözlerine dayanmamaktadır; eğitimbilimleri geleneğimizde, eğitimin eğmek ve bükmek olduğu çağrışımını doğuran pek çok eğitim tanımı bulunmaktadır.  Bunu görmek için iki örnek tanım üzerinde durmak yeterlidir:  “Eğitim, bir kimseyi ya da bir hayvanı duyguca, davranışça, görgüce istenilene, yani güdülen ereğe göre biçimlendirme işidir.” “Eğitim, bireylerin davranışlarında kendi yaşantıları yoluyla ve kasıtlı olarak istendik değişme meydana getirme sürecidir.” İlk tanımda “güdülen erek” ve “o ereğe göre biçimlendirme”, ikinci tanımdaki “kasıtlı” ve “istendik” sözcükleri oldukça belirsizdir ve bir üst otoritenin, egemenliğine işaret ettiği gibi, o otoritenin istediği doğrultuda biçimlendirmeye ve eğip bükmeye olanak tanımaktadır. İkinci tanım Türkiye’de yazılmış hemen her eğitim kitabında yer alır. Bu tanımdaki “kasıtlılık ve istendiklik” insana beyin yıkayarak yeni davranışlar kazandırma düşüncesini bile anımsatmaktadır. Nitekim bu türden uygulamaların kimi militarist yaklaşımlarda ve çeşitli terör örgütlerinde kullanıldığı, hatta kimilerinin bu sayede canlı bomba olmayı bile üstlendikleri bilinmektedir. Eğitimde, eğme, bükme, biçimlendirme, koşullandırma anlayışı, davranışçı ekol içerinde sıkça karşımıza çıkmaktadır; ikinci tanımı da bu açıdan davranışçılığı temel almaktadır. Yani eğip bükme, biçimlendirme, şekillendirme odaklıdır ve eğitimin sınırlarını aşan alanlarda kullanılmaya müsaittir. Oysa bir eğitim tanımının eğitimle koşullandırma ve beyin yıkama arasına farkı açıkça ortaya koyması, eğitimle eğitim olmayanı yalın bir biçimde birbirinden ayırması gerekir.

- Eğitimin içeriğini, öğrenme-öğretme sürecini ve değerlendirmeyi, önceden belirlenmiş hedefler ve kazanımlar belirlemiyor mu? O halde eğitim, özü itibarıyla biçimlendirmek, eğmek ve bükmekle ilgili bir şey değil midir? Ya da biçimlendirmeden, eğip bükmeden eğitimden söz etmek, bir bütün olarak eğitimi ya da en hafif deyişle sistemli-formel eğitimi yadsımak değil midir? 

Kanım o ki, sözünü ettiğiniz tüm soruların farkında olarak, hala eğip-bükmeden gerçekleşecek bir eğitimin mümkün olduğu savunulabilir. Eğip-bükmeden eğitme işi, gerçekten güçtür ve eğitim neliği ve eğitim sistemi üzerine köklü felsefî analizler gerektirir. Kuşkusuz, her toplum, dilini ve kültürünü gelecek kuşaklara aktarmaya çalışır; çünkü eğitimin sosyalleşme ve kültürlenme işlevi kaçınılmazdır.

Her dil, belli bir kültürü taşır, varlık, nesne ve olayları sınıflar; yine dilin taşıdığı kültür, insana, topluma, evrene ve oralardaki tüm varlık, nesne ve olaylara belli bir tarzda bakış açısı sunar. Bu bakış açısı, büyük ölçüde değer yüklüdür.  Kanımca burada, felsefi olarak “zorunluluk dolayısıyla eğmek (ya da eğilmek)” ile “keyfi ve ideolojik temelli eğmek” arasında ince bir ayrım yapmak gerekmektedir.  Dil öğrenimi eğer eğmek olarak görülüyorsa, - burada eğmekten çok kendiliğinden süreç içerisinde eğilmek söz konusudur- bu bir zorunluluktur. Çünkü içine doğduğu dili kimse seçemez. Öte yandan dil öğrenimi doğal bir biçimde gerçekleşir ve düşünme, fikir üretme ve iletişim için dil temel araçtır. Kültür ile dil arasındaki ilişkilerin farkında olarak, kültür için dille ilgili söylenen şeylerin hepsinin geçerli olduğu ileri sürülemez. Her şeyden önce kültür yekpare değildir, içinde pek çok farklı katmanlar taşır. Kültür kendi içinde daima, alt-üst, gelişmiş-gelişmemiş, yerel-evrensel vb. açısından diyalektik bulunan devingen bir birikimdir. 

İşte eğip bükmeden eğitmeye odaklanan eğitim, kültüre eleştirel katılımı teşvik edebilir. Bu haliyle kültürün, kendi içindeki dinamizmi de dikkate alınarak eleştirel bir formda da öğretilebileceğini söyleyebiliriz.  Tıpkı bu makalede kültürümüze mal olmuş olan ‘ağaç yaş iken eğilir’ atasözüne eleştirel yaklaştığımız gibi kültürün tüm öğelerine eleştirel yaklaşmak hedeflenebilir. Bu konuda farklı kültürlerden de yararlanılabilir ve kanımca hiçbir kültür tek başına yeterli değildir, gelişim için kültürel etkileşim zorunludur.

Eğitim aracılığıyla kültüre yönelik eleştirel yaklaşım, kültür içinde doğan bireylere hem kendileri ve yaratıcı olma hem de farklı kültürlerle karşılaştırmalar yaparak kültürü geliştirme olanağı sunar. Şu halde, dil ve kültürden yola çıkılarak, eğitimin bir tür eğip bükmek olduğu savunulamaz; burada zorunlu unsurlar bulunsa da, başka olanaklar da bulunmaktadır. Aynı durum, evrensel nitelikli genel hedefleri için de söylenebilir; bilimsel düşünme, yaratıcı olma, demokratik bilinç kazanma, eleştirel olma, hoşgörüyü içselleştirme, erdemli olma vb. tüm genel eğitimbilimsel kazanımlar, insanı eğmeye değil, özneleşmeye, kendi olmaya, kişi olmaya yöneltir, kendi yeteneklerinin serpilmesine, gelişmesine yol açar. Dolayısıyla benim eğip bükmeden kastim, keyfi ve ideolojik nedenlerle çocukları eğmeye çalışmak, onlara fikir ve düşünce aşılamaktır. Hatta onları kendi türüne, türündeki dinsel, inançsal, mezhepsel, etnik, cinsiyet vb. farklılığa düşman olarak yetiştirmektir. Bu türden bir eğitimde, çocuklar kendi öz yeteneklerini geliştirerek özneleşmek ve kişileşmek yerine nesneleştirilmektedir. Bu anlamda, siyasilerin, program yapıcılarının,  öğretmenlerin ve anne-babaların, çocukları kendi inançsal, mezhepsel, etnik, ideolojik, cinsiyetçi vb. ajandaları haline getirmek ya da onlardan kendi küçük maketlerini yapmaya çalışmak yerine, onların kendilerini gerçekleştirmelerine, yeteneklerini geliştirme ve serimlemelerine, yaratıcılıklarını ortaya koymalarına olanak hazırlamaları gerekir.

- Hocam, anlaşıldığı kadarıyla size göre eğip bükmeden eğitmek olanaklıdır. Eğip bükmeyen bir eğitim sizce hangi dayanaklardan yola çıkmalıdır?  

Eğip bükmeden eğitmek için, gözden asla ırak tutulmaması gereken birkaç temel ilke ya da dayanak bulunmaktadır ve bu ilke ya da dayanaklar, eğip bükmeden eğitmek için zorunludur. Bunlar, nesnellik, bilimsellik, laiklik, demokratiklik, evrensellik, eleştirellik, yaratıcılık/üretkenlik, çok-seçeneklilik, sürekli aydınlanmacılık ve hümanizmdir. İster formel ister informel eğitim söz konusu olsun, eğip bükmeden eğitmek, yani çocukların bilişsel, duyuşsal ve devinişsel gizil güçlerini ortaya çıkartmak, bireysel farklılıklarını ve becerilerini geliştirmek, değişen ve gelişen bilgi, teknoloji ve değerlere etkin bir biçimde katılmalarını, yeni bilgi ve değer üretmelerini mümkün kılmak, düşünsel kalıpları kırmalarına ve kendileri olmalarına olanak sağlamak için bu ilkeler temeldir. Öncelikle nesnel olmak gerekir;  çünkü nesnel olmak bir şeyin kendisini açmasına, sergilemesine, ona hiç müdahale etmeksizin izin vermek ve onu kendiliğindenliği içinde gözlemlemektir. Çocuklarımızın yetenek, kapasite, bilgi ve becerilerini ve daha da önemlisi bireysel farklılıklarını ancak nesnel bir gözlemci olursak öğrenebiliriz. Bu yüzden, her türden eğitim çocuklara yeteneklerini sergileyebilecekleri çoklu seçenekler sunmalı ve yeni fırsatlar yaratmalıdır. Bu nesnelci gözlem, çocukların gelişimini engelleyen unsurları görmek ve ortadan kaldırcı önlemler almak için de yaşamsaldır. Bu süreç, analojik bir dille söylenirse, tıpkı bir fidanın büyümesi, serpilmesi için gerekli olan, su, ışık, gübre vb. sağlamak ve fidanın gelişmesine engel olan ayrık otlarını ayıklamak gibidir. Kuşkusuz nesnelliği önceleyen bir eğitim, doğası gereği bilimselliği, üretkenliği, ussallığı ve laikliği temel almak zorundadır. Bilimsellik ve ussallık, yansız bir biçimde anlamanın,  kavramanın, eleştirelliğin, sorgulamanın ve doğal olarak üretmenin temelidir. Özellikle laikliğin, etnik, ırksal, dinsel, cinsiyetçi vb. ayrımcılığa karşı tutumu, dogmatizmi dışlayan ve gelişimi destekleyen yapısı dikkate alınırsa, farklılığı kavramaya ve çoklu seçenekler geliştirmeye dönük katkısı daha iyi anlaşılabilir. Bu anlamda bir eğitim sistemi ve sistemin çalışanları, öğrencilere seçim yapmalarına olanak sağlayan çoklu seçenekler geliştirmeyi,  nesnel olmayı, bilimsel, laik ve ussal bakmayı öğrenmelidir. Eğip bükmeden eğitmek için demokrasi de olmazsa olmazlardandır.  Fakat buradaki demokrasi, parmak sayısı değildir; bireysel, kültürel vb. farklılığı, çoğulculuğu, tolerenası temel alır. Bu açıdan, hem eğitim sisteminin hem de o sistem içinde görev yapanların farklılığa dönük bilinç düzeyleri ve farkındalıkları yüksek olmalıdır. Eğip bükmeden eğitmek için, evrensel bilgi ve değerlere kulak vermek; kültürümüz içinde hoşlanmadıklarımızı halı altına süpürmekten vaz geçerek onlara eleştirel yaklaşmak; bilimin, insanın bilişsel, duyusal ve devinişsel gelişim özelliklerine yönelik söylediklerine kulak vermek; insanı tüm zenginliği ve farklılığıyla sevmek gerekir. Yine bilimsel ve teknolojik gelişimi sürekli takip etmeyi zorunlu kılar. Yani bir anlamda evrenseli yakalamak için, bilimsel ve eleştirel olmak, yeni bilgi ve değer üretmeye olanak sağlamak, değişime bağlı olarak sürekli aydınlanmak ve insancıl olmak zorunludur.

- Eğip bükmeden eğitmek için, bir takım ilkeler, dayanaklar öneriyorsunuz. İlkeleriniz, dayanaklarınız bir kabul değil mi? Eğip bükenlerin de kabulleri yok mu? Sizinkinin farkı nedir?

Evet, burada önerdiğim ilkelerin, postmodern bir manevrayla eğip bükmeye odaklandığının ileri sürülebileceğinin farkındayım. Fakat felsefi olarak belli kabullere dayanmadan bir eğitim sistemi kurmak olanaklı değildir. Ancak şu husus gözden ırak tutulmamalıdır: Benim önerdiğim ilkeler insanı kendi olmaya, kendisini gerçekleştirmeye ve kendi dünyasını kurmaya yönlendiren, deyiş yerindeyse, zemini temizleye çalışan ilkelerdir ve eğip bükmeye karşı mümkün olduğu ölçüde insanı koruyucu niteliktedirler. Yine şöyle denilebilir: Bunlar da sonuçta temel felsefi kabullerdir; evet temel felsefi kabullerdir, ama kanımca diğer ideolojik kabullerle karşılaştırıldıklarında, insan onuruna, insanın özneleşmesine, kişi olmasına, özgür seçimler yapmasına, barışçıl bir dünya kurmasına katkıları bakımından daha işlevseldirler. Her şeyden önce, parçalayıcı, ötekileştirici değildirler ve insana özgür olma, seçimler yapma olanağı sunarlar. Bu niteliklere sahip olmayan bir eğitim sistemi, postmodernizmin örtülü olarak ereklediği gibi yerelle sınırlanır, etnik, mezhepsel, dinsel, ideolojik ve cinsiyetçi araçlara dönüşür, durağanlaşır ve önüne geleni eğip büker. Eğilip bükülen ise, insan, birey ve kişi olmaz; sadece araçsallaşır; düşünmeyi, eleştirmeyi ve sorgulamayı değil, itaat etmeyi öğrenir ve sürüleşir. Sürüleşen insanların, erdemliliği, barışı, evrenselliği ve bilimi temel alan yaşanılabilir bir dünya kurmalarını beklemek boşunadır. Kanımca çağımızda şiddetin ve kanın bir türlü durmamasının en temel nedenlerinden birisi, erdemliliği ıskalayan, bireysel çıkarı önceleyen, dinsel, etnik, cinsel vb. açıdan insanları ayıran, parçalayan, insanı insana düşman kılan, kısacası eğip büken eğitim sistemleridir.  Şu halde, geleceğe dönük barışçıl bir dünya için, atılması gereken belki de en önemli adımlardan birisi, eğitim sistemini, bilimin yanında, bir bütün olarak yaşama anlam veren hümanist ilkler ışığında yeniden örgütlemektir. 

- Son olarak neler söylemek istersiniz?                              

Son olarak, şunu ısrarla vurgulamak gerekir: Eğitimin ödevi, eğip bükmek değil, kişilerin bilişsel, duyuşsal ve devinişsel gizilgüçlerini geliştirmelerine, kendilerini gerçekleştirmelerine, yaratıcılıklarını serimlemelerine olanak sağlamak, bilgi ve değer üretilmesine olanak sağlayarak bilgili ve erdemli bir insanlık inşa etmektir. Bu ise ancak eğitim sürecindeki bireyleri, farklı alternatiflerle yüz yüze getirmeyi, alternatifler arasından gerekçeli seçimler yapmayı öğrenmeyi ve öğrenişmeyi (karşılıklı öğrenmeyi), doğru düşünme yöntemlerini içselleştirmeyi, fikir, düşünce, inanç, cinsiyetçilik ve ideoloji aşılmaktan vaz geçmeyi, insana, çevreye ve doğaya duyarlılığı gerektirir. Deyim yerindeyse, eğitimin tek ideolojisi vardır; o da gizilgüçleri ve yetenekleri geliştirmek, yaratıcılığa olanak sağlamak, insana, çevreye, doğaya değer vermek, onları sevmek, insan onuruna sadakatle bağlanmak, insani seçimlere –insanı ve doğayı yok etmediği sürece- saygı duymaktır. Belki bunlar içselleştirilebilirse, eğip bükmeden eğitmeye doğru yol alabiliriz. 

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları