Şahin Aybek

Eğitim Fakültelerini yeniden tasarlamalıyız

13 Haziran 2022 Pazartesi

ODTÜ öğretim üyesi Prof. Dr. Soner Yıldırım ile odağını kaybeden öğretmenlik mesleğini ve öğretmen yetiştirme sorunsalını konuştuk...

Soner hocam eğitim sistemimiz her geçen gün sorunları çığ gibi artan bir sistem haline geldi. Bu süreçte öğretmen yetiştirme politikamız ve sistemimiz nasıl?

Öğretmen yetiştirme alanı eğitim sisteminden çok da bağımsız değil. Bu iki sistem birbirinin hem girdisi hem de çıktısı. Öğretmen yetiştirme alanında son yıllarda rahatlıkla gözlemlediğimiz bir gerçek var. Öğretmenlik mesleği odağını kaybetti ve ait olması gereken bağlamdan çok uzaklaştı. Öğretmen yetiştirmede ana sorumluluğu taşıyan eğitim fakülteleri ile okullar arasındaki bağ her geçen gün zayıfladı.  Fakülteler sınıf gerçeğinin çok gerisine düşmeye başladı. Sıralama sınavına dayalı bir seçme sistemi ile öğretmen adayı olan öğrenciler meslekten haberdar ya da bu mesleği yapmaya yeterince motive olmadan fakültelere geliyorlar. Bir de bunun üzerine okullar ile bağları çok zayıflamış eğitim fakültelerinde mesleğe karşı güçlü bir bağ da kuramıyorlar. Eğitim fakültelerinin bağlamdan olan kopukluğunu en iyi pandemi ortaya koydu sanırım. Neredeyse iki yıl okullar kapalı kaldı. Teknoloji sayesinde öğrenciler bir türlü eğitime erişim sağlayabildiler. Bu yeni öğrenme ortamında hem tarafların iletişim şekilleri hem öğrenilen içeriğin yapısı, sınıf yönetimi ve ölçme değerlendirme yeniden biçimlendi ve yapılandırıldı. Ama geçen sene yüz yüze eğitime dönüş ile eğitim fakülteleri kaldığı yerden aynı içerikleri aynı yöntemlerle öğretmeye devam etti. Sanki hiçbir şey olmamış gibi. İşte durum bu kadar vahim.

Hocam peki öğretmenlerin sınıflardaki durumu ne? Bu mesleği yapmada zorlanıyorlar mı? 

Genelleme yapmak istemem ancak bazı gözlemlerimi paylaşabilirim. Öğretmenlerin okulda ve sınıfta yüzleştikleri problemler çeşitli ve karmaşık. Tek bir nedeni ve çözümü olan şeyler değil. Bu problemlerin başında eğitim fakültelerinden geldiklerinde alana çok yabancı kalmaları ve mesleği uygularken öğrenmeleri. Bu da bir öğretmenin 2-3 yılını alabiliyor. Mesleğe başladıktan hemen sonra yüzleştiği bir gerçek ise müfredatın öğretilmesindeki güçlükler. Birçok konu ve tanımın doldurulduğu müfredat çocuğun gelişim evreleri ile de uyumlu değil.  Yani çok kötü bir senaryoyu iyi oynamaya çalışan bir sanatçı düşünün. Ne kadar başarılı olabilir ki? Öğretme sorumluluğunun yanında öğretmene verilen diğer görevler? O kadar çok ve zaman alıcı ki bazen öğretmen asıl sorumluluğu olan öğretme sorumluluğundan ya uzaklaşıyor ya da hakkı ile yapamaz hale geliyor. Biliyorsunuz öğrenmede en önemli iki değişkenden biri etkileşim yani katılım diğeri de feedback. Öğretmen bu iki temel koşulu sağlamakta bile zorlanıyor.  Çünkü sınıflar yaklaşık 25 kişi ve yetişmesi gereken bir müfredat. Öğretmenin zamanı bile yok. Bu koşullar altında özgüveni ve morali düşük öğretmen kitleleri oluşuyor.  Bu moralsizlik ve özgüven algısı öğrencilere de yansıyor. Çünkü öğretmen işini coşkuyla yaptığında öğrenci de sınıfta coşkuyla katılıyor.  Ve bu kısır döngü birbirini beslemeye devam ediyor.

Son çıkarılan öğretmen meslek kanunu bu olumsuzlukları ortadan kaldırmada bir nebze de olsa yardımcı olur mu?

Öncelikle bahsettiğiniz kanun şu hali ile bir meslek kanunu olmanın ötesinde bir maaş kanunu gibi duruyor. Kim ne kadar maaş alır onu tanımlıyor.  Meslekte uzman öğretmen başöğretmen tanımları yapılırken de maaş farkları üzerinden tanımlanıyor. Bu sıfatları taşıyan kişilerin yetki ya da sorumluluklarında bir değişiklik önerilmiyor. Bu hali ile bırakın sorunların çözümüne katkı vermeyi var olan sorunlara yenileri katılmış olacak. Öğretmenler arasından gereksiz bir suni sınıflama ve çekişme yaşanması kaçınılmaz. Veli açısından baktığınızda çocuklarını uzman öğretmenlere verme yarışı başlayacak.  Yani var olan sorunlu sistem bir miktar daha işlevsiz olmaya yaklaşacak.  

Milli Eğitim Bakanlığı aldığı bir kararla 12. sınıflarda öğrencide devam zorunluluğuna bakılmayacak dedi? Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Sanırım zorunlu yıl hâlâ 12 yıl. Eğer bu tanımda bir değişiklik yok ise bu kararın rasyonelliği çok sorgulanır. Eğer bu karar ÖSS sınavı için alındı ise 8. sınıflarda da benzer bir karar LGS bahanesi ile alınabilir. Bu karar herkesin bildiği ama resmi ağızlarca dile getirilmeyen bir gerçeğin de dışa vurumu oldu.  Şu çok bariz görülmekte ki pratikte liseler üç yıl ve dörüncü yıl işlevsiz. Bana göre bu karar bu gerçeğin açık kabulüdür. Yani 12. yıl müfredatı önemli değildir ya da yoktur. Zaten bu yaş grubunda okulda olması gereken nüfusun yaklaşık 1/3 ü açık liselerde. Yani örgün eğitime devam etmiyor. Demek bu oranların artırılması isteniyor. Bunun gerekçesini bu kararı alanların açıklaması gerekir diye düşünüyorum.  

Son olarak öğretmen yetiştirme politikalarımız ve öğretmenlerin mesleki gelişimleri için neler söylerdiniz?

Öğretmenlik mesleği sanırım internet ile birlikte hem tanım hem yapı olarak yeniden tanımlanan ama önemi ve işlevi hızla artan bir meslek.  Bilginin bu kadar fazla, çeşitli ve erişilebilir olduğu bir dönemde öğrencilerin baş etmek zorunda kaldıkları en önemli problemlerin başında bu bilgi ve yaşantılarını anlamlandırmak geliyor.  Yani bilge bir öğretmen herkesin hayatına dokunabiliyor.  İkinci önemli problem ise öğrenmek için motive olmak.  Çoğu öğrenci akademik konuların öğrenilmesinde ya da yeni becerilerin kazanılmasında ciddi bir odaklanma ve motivasyon sorunu yaşıyor. Bunun başlıca nedeni uyarıcıların çeşitliliği ve çokluğu.  Maalesef beynimiz bu kadar çeşitli ve yoğun uyarı ile baş edebilmek için evrilmedi.  Kısacası öğrenme aslında her insanın hayatta kalmak ve hayatını devam ettirmek için kullandığı bir beceri. Öğretmen insanın öğrenmesi için bir gerekçe yaratan ve onu öğrenmeye ikna eden kişi. O yüzden bu nitelikleri taşıyan öğretmenlere her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.  Bunu başarabilmek için eğitim fakültelerini yeniden tasarlamalıyız. Bu halleri ile başarıdan çok uzaktalar. Son olarak halen öğretmenlik yapan bu büyük kitlenin moral ve özgüvenini artırmak ve desteklemek zorundayız. Aksi takdirde bu moralsizlik ve isteksizlik önce öğrencilere sonra da bütün sisteme sirayet ediyor. Son olarak öğretmenlik bilgi, beceri, adanmışlık ve coşku gerektiren bir meslek. O yüzden herkes öğretmen olmamalı diye düşünüyorum. Bu da öğretmen adaylarını seçmede ve onların yetiştirecek kadroları kurmada yeni kriter ve yöntemlere kafa yormamız gerektiğini bize gösteriyor.  Boşa çok zaman kaybettik, eğer bu konuştuklarımıza hemen başlamaz isek daha çok çocuk bu sistemde zarar görecek.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye hepimizin, eğitim hepimizin...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları