Şahin Aybek

Cumhuriyetin eğitim devrimlerini koruyamadık

26 Eylül 2022 Pazartesi

Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı başkanı eğitimci Erdal Atıcı ile eğitimimizi konuştuk.

Eğitimde herkes mutsuz! Kime sorsanız eğitimden yakınıyor. Kime dokunsanız bin ah işitiyorsunuz. Biz eğitimcilerin temel görevi, hiç bıkıp, usanmadan ve ısrarla Bilimsel, demokratik, laik, parasız, karma eğitimi istemek olmalıdır! Cumhuriyetin bize bıraktığı mirası geri istemek; kamusal eğitimi savunmak, gericilik değil, ilericiliktir...”

Bugün dünyanın en iyi ekonomisine sahip 10 ülkeye bakın, bu ülkeler aynı zamanda eğitimi en iyi on ülkedir. Köy okulları derhal açılmalıdır. Bir tane öğretmen bir tane çocuk yetiştirir, o çocuk da ülkeyi değiştirir, dünyayı değiştirir.”

2022-2023 Öğretim yılı başında eğitimin içinde bulunduğu genel durumu özetleyebilir misiniz?

Öncelikle, yeni başlayan eğitim öğretim yılında tüm öğrenci ve öğretmenlerimize başarılar dilerim.

 Bir ülke düşünelim, neredeyse 20 milyonun üstünde çocuk ve genç orta öğretimde eğitim görüyor, iki milyonun üstünde öğretmen de bu okullarda görev yapıyor. Yine, milyonlarca insanımız eğitime taraf; yani bir şekilde eğitimle ilgisi var. Böyle büyük bir tablo içinde herkes mutsuz! Kime sorsanız eğitimden yakınıyor. Kime dokunsanız bin ah işitiyorsunuz.

Peki, bu tablo zaman içinde değişiyor mu? Ya da değiştirilmesi için olağanüstü çaba gösteriliyor mu? Ne yazık ki, bu soruya olumlu yanıt vermek olanaksız.

İşte bu karamsar, umutsuz tablolar içinde okulların kapısı eğitim öğretime açılıyor. Peki düzeleceğine dair umutlu musunuz, derseniz hemen “hayır” derim. Yıllarını eğitimin içinde geçirmiş, eğitime taraf olan bir kurumun başında bulunan biri olarak bu konuda umutlu olduğumu söyleyemem. Umutsuzluğumun ana nedeni eğitimin sorunlarının çözülemeyeceğinden değil, çözmeye niyetli güçlü bir irade göremiyorum. Türkiye’de eğitim, eğitimcilere bırakılmadığı sürece bu durum düzelmez…

 O halde sıcağı sıcağına çözülemeyen, ya da çözülmek istenmeyen bu sorunlara kısaca değinmenizi istiyorum…

Öncelikle bize Mustafa Kemal Atatürk’ten kalan eğitimin ana ilkelerinin hala devam edip etmediğine bakalım. Cumhuriyetin ilk yıllarında çok zor koşullarda, korkunç yokluklar içinde, büyük bir eğitim devrimi yapan, bize tutacağımız yolu gösterirken; akıl ve bilimi işaret eden; demokratik, bilimsel, laik, parasız, karma eğitim ilkelerinden sapmamamızı öğütleyenleri; bir kez daha borçluluk duygularımla selamlıyorum.

Peki, bu miras nerede şimdi? Bırakılan yolda hala yürüyebiliyor muyuz? İsterseniz tek tek gidelim.

Bugün bilimsel bir eğitimden söz edebilir miyiz? Hayır!

Demokratik bir eğitimden, laik bir eğitimden parasız bir eğitimden söz edebilir miyiz?

Kesinlikle hayır!

Bu da bize, Cumhuriyetin eğitim mirasını koruyamadığımızı gösteriyor. O ilkelerden sapıldı ve bizler de bu ilkeleri gerektiği gibi savunamadık…

İşte bu çağdaş eğitimden sapıldıktan sonra, bugün bir türlü doğru rota çizemiyoruz. Bir türlü yol bulamıyoruz. Kanatları kırık kuşlar gibi çırpınıp duruyoruz.

Biz eğitimcilerin temel görevi, hiç bıkıp, usanmadan ve ısrarla Bilimsel, demokratik, laik, parasız, karma eğitimi istemek olmalıdır! Cumhuriyetin bize bıraktığı mirası geri istemek; kamusal eğitimi savunmak, gericilik değil, ilericiliktir...

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte en büyük devrimler eğitim alanında gerçekleştirildi, ama ne yazık ki, onu koruyamadık diyorsunuz…

Kesinlikle, onu söylüyorum. Cumhuriyetten öncesi var. Herkes tarafından bilinir Ankara’da Sakarya Savaşı öncesi bir Maarif Kongresi düzenlenir. Mustafa Kemal Paşa buradan cepheye gider. Ölüm kalım savaşı öncesi eğitim kongresi… Aslında bu Mustafa Kemal Paşa ve yanındaki devrimci kadronun rotasını göstermektedir. Doğrusu da budur. “Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet henüz millet adını almak yeteneğini kazanamamıştır. Ona gelişigüzel bir kütle denir, millet denemez.” der, Mustafa Kemal Paşa…

Yüz yıl sonra, bunu yüksek sesle söyleyebilen var mı, diye sormak gerekiyor. Bırakın öğretmene bu değeri vermeyi, öğretmene “Alın, alın bunu!” diyerek korku salan bir ses hâkim ülkemize.

Yine, Mustafa Kemal Atatürk: “Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder.” diyor ne kadar güzel bir söz.

Bugün dünyanın en iyi ekonomisine sahip 10 ülkeye bakın, bu ülkeler aynı zamanda eğitimi en iyi on ülkedir. Yine, insanları çağdaş, demokratik, saygılı ulusların eğitimlerine bakın, yaşamın içinden olduğunu göreceksiniz…

Cumhuriyet eğitimi deyince aklımıza hemen “köyde eğitim” de geliyor. Son zamanlardan köy okullarının açılması tartışıldı, siz bu konuya nasıl bakıyorsunuz?

Köy okulları derhal açılmalıdır, diyorum. Köy okullarının kapatılmasına hala bir anlam veremiyorum. Taşımalı sistemle köy çocukları bulundukları köylerden alınıp, servislerle kasaba ya da ilçe okullarına taşınıyorlar. Bu durumun yarattığı en önemli sorun; çocukların can güvenliği sorunudur. İkincisi köylerden devletin çekilmesidir. Üçüncüsü, köydeki en önemli kültürel kurumun; okulun yok edilmesidir.

Efendim, köyde öğretmeni tutmak çok pahalıymış, başka şeylere para bulunuyor da, ona mı bulunamıyor. Öğretmen köyler de Cumhuriyeti temsil ediyordu. Bayrağımızı dalgalandırıyordu, ne yazık ki, şimdi artık, köy okulları çürümeye terk edildi. Binlerce köy okulu virane haline geldi ve öylece atıl bir şekilde duruyor… Köy çocukları ise; toprağından alınıp başka topraklara taşınan çiçekler gibi solup gidiyorlar…

Öğretmenlerin yetiştirilmesi de büyük bir sorun haline geldi günümüzde, nasıl bir yol izlenmeli?

Bizim öğretmen yetiştirme deneyimiz neredeyse iki yüz yıla dayanır. Bu iki yüz yıl içinde uygulamada çok başarılı olmuş okullarımız oldu. Örneğin köy enstitüleri… Köy enstitüleri öğretmen yetiştirmede örnek alınacak bir modeldir, uygulanmıştır ve başarılı olmuştur. Bugün bu model güncellenerek ve modern eğitimin gerektiği ilkeler uygulanarak yeniden yaşama geçirilebilir.

Bugün öğretmen yetiştiren kurumların başında gelen eğitim fakülteleri YÖK’e bağlıdır. Ne yazık ki, doğru dürüst bir planlama, ülkemizin Doğusuna Batısına göre öğretmen yetiştirme düşüncesi yoktur… Planlama olmadığı için, yüz binlerce öğretmen “Atanamayan Öğretmen” konumuna düşürülmüştür. Doğu’ya atananlar ise daha yılını doldurup Batı’ya atanabilmek için torpil aramaya başlamakta, hatta atamasını Batı’ya yaptırabilmek için yanlış evlilikler bile yapabilmektedir. Eğer o çocukları biz her koşula dayanıklı yetiştirebilsek, bu sıkıntılar yarıya inecektir.  

Köy Enstitülerinde ve öğretmen okullarında zor koşullara hazırlıklı, mücadele etmeyi bilen öğretmenler yetiştirmek amaçlanmıştır. Günümüzde ise öğretmenler zor koşullar altında da mesleğini icra edebilecek düzeyde eğitilmelidir. Çağın ihtiyaçlarını karşılayabilecek, öğrencilerin hatalı, yanlış davranışlarına karşı eğitimin ruhuna uygun yeni davranışlar geliştirebilecek öğretmenler yetiştirilmelidir. Günümüzde özel olarak öğretmen yetiştirme sistemimizde, genelde ise eğitim sistemimizde yapılan bir diğer yanlış ise öğrenci ve öğretmen adaylarını hayattan soyutlayarak eğitim vermeye çalışıyoruz. Eğitim sistemimiz salt bilgi vermeyi amaç ediniyor. Köy Enstitülerinin önemli bir özelliği olan uygulamaya dayalı “İş içinde, iş aracılığıyla, iş için eğitim” ilkesi uygulanmıştır. İş eğitimine dayalı okulları bulmak neredeyse olanaksızdır...

Öğretmen Meslek Kanunu çıktı ve bugünlerde öğretmenler sınavın iptal edilmesi için çalışıyorlar, bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu kanun kesinlikle öğretmenlik mesleğini geliştirecek bir kanun değildir. Dahası mesleğe zarar verecek, yaralayacak, öğretmenleri ayrıştıracak bir kanundur. Bu kanun derhal kaldırılmalı, öğretmenler, geliştirilmek isteniyorsa, üniversite kapıları öğretmenlere açılmalıdır.

Bugün neredeyse her ilimizde bir üniversite vardır. Bu okullar yaz tatiline girilince kapatılmaktadır. O dönemler isteyen öğretmenlere yüksek lisans ve doktora çalışmaları için açılmalıdır. Bugün Tayvan gibi Uzakdoğu’nun küçük ülkeleri bile vatandaşlarının çoğunluğuna yüksek lisans, hatta doktora çalışması yaptırılmaktadır. Türkiye’de öğretmeni uzmanlaştırmak istiyorsak böyle bir uygulama getirebiliriz. Yoksa anlatıcıların bile sıkıldığı, kuru, binlerce kavram, kuram, deyim, sözcük ezberletilerek 500 – 600 sayfalık kitaplardan öğretmeni sınava sokmak öğretmenlik mesleğini yaralayacaktır. Ayrıca; öğretmenleri sürekli ezberden uzak durun diye uyaran Milli Eğitim Bakanlığı, 180 - 220 saatlik derste ezberin tavanını yapmış, saatlerce akıl karı olmayan yığın yığın bilgiyi öğretmene yüklemeye çalışmıştır.

Hiç kimse kusura bakmasın ama öğretmenler o videoları birkaç bölümden sonra izlememiş, sadece açıp sessize alarak derslerini tamamlamışlardır.

Türkiye’de öğretmenliğin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Öğretmenlik eski değerini görüyor mu?

Hayır, görmüyor. Kesinlikle mesleğimiz eski saygınlığını yitirdi. Eskiden, öğretmen okulu diye yatılı okullarımız vardı, eğitim enstitüleri, yüksek öğretmen okulları vardı. Çocuk, öğretmen olacağını 13-14 yaşında bilirdi. Şimdi eğitim fakültesine rastgele gelenler, odaklanamayanlar, nasılsa boşta kalacağız, biz neden bu kadar emek sarf ediyoruz diyenler... O kadar çok şey yaşanıyor ki...

Öğretmen neydi? Öğretmen toplumda sorduğunuz bütün soruları cevaplayandı. Işık saçandı, saçtığı ışık kadar saygı görendi. Çünkü bilgiliydi, birikimliydi, saygılıydı, doğruydu, dürüsttü. Bu niteliklerimizi de kaybettik. Bunun en büyük nedeni öğretmen yetiştirme politikalarıdır.

Oysa, daha önce yetiştirilen köy enstitülü ya da ilköğretmen okulu çıkışlıları hemen tanıyabilirdik. Tertipli, düzenli; dolabında bile düzen vardı onların. Disiplin anlayışları bilgiye dayanırdı. Öğrencilerine yaklaşımları farklıydı. Çünkü onlar, yola öğretmen olmak için çıktılar ve öğretmen oldular. Daha küçük yaşlarda öğretmenliğe hazırlandılar. Öğretmen nasıl ders anlatıyor, hangi öğretmen seviliyor hangisi deneyimli bunları gözleyerek kendilerine model aldılar. Ne yazık ki, onlar emekli oldular ve okullardan çekildiler…

Ben yüksek öğretmen okulu girişliyim. Sonra eğitim fakültesi oldu ikinci sınıfta iken. Sonra eğitim fakültesinden mezun oldum. Yüksek öğretmen okulu zamanında bir “Öğretmenler Günü” yaşadık. Muhteşemdi. Ben o günden sonra büyük bir heyecanla beklemeye başladım öğretmen olacağım günü.

Öğretmen yaşamı değiştiren insandır. Benim yaşamımı da bir öğretmen değiştirdi. Ben hala o öğretmeni arıyorum... Bakın kaç yıl geçti aradan. Ama benim gözümde saygınlığını yitirmedi. Onu gördüğüm zaman ayağa kalkıp ceketimin düğmelerini ilikliyorum. Çok büyük saygı duyuyorum; çünkü o benim hayatımı değiştirdi. Beni öğretmen yapan oydu.

Talip Apaydın öğretmenimizi çok yakından tanıdım. Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfımızda uzun uzun sohbetler ettik. 150 tane şiir bilirdi ezbere. Ben kendimi kötü hissederdim onun yanında. Öğretmenliğimin onuncu yılında ben de şiir ezberlemeye başladım. Şiir ezberlemeliydim ki, sınıfta okuyabileyim. Öğretmenlik böyle bir şey işte, sınıfta nasıl güzel şiir okuyabilirim, nasıl etkili konuşabilirim, nasıl dikkatlerini çekebilirim, nasıl ilgilerini çekecek bir hikâye bulabilirim diye düşünmelisiniz.

Bir gün aşkla ilgili konuşan öğrencilerimin birine Sabahattin Ali’nin Değirmen hikâyesini önermiştim. Ertesi gün okuyup gelmiş, bütün sınıfa önerdi, onlara da okuttu. Akran eğitimi dediğimiz bir şey var. Herkes okudu, mest oldular. Siz bilgili olacaksınız, çocuk size kitap önermeye başladı mı, alınmayacak, hatta memnun olacaksınız.

Biz kendi saygınlık konusunda çok dikkatli olmak zorundayız. “Bu öğretmen mi ya?”, “Bu kim, bu mu öğretmen gerçekten?” dedikleri insan olmamak gerek. Çocuğun avucunun içinde oyuncak olmuş öğretmen olmamak... Veli de görüyor bunu. Duyuyor. “Bundan öğretmen mi olur ya?” diyor. Ancak o, hala öğretmenden umudu olduğu için bunu söylüyor. “Bundan öğretmen olmaz ya.”, kafasındaki öğretmen modeli çok farklı çünkü. Eski gördüğü öğretmenle kıyaslıyor.

Türkiye’de günümüz şartlarında öğretmenlik, olunmaya değer bir meslek midir?

Ben öğretmenliğe hala çok inanıyorum. Bir tane öğretmen bir tane çocuk yetiştirir, o çocuk da ülkeyi değiştirir, dünyayı değiştirir. Başka hiçbir meslekte böyle bir şans yoktur. En büyük örnek Hasan Âli Yücel, İsmail Hakkı Tonguç’tur. Onlar ülkemizin “Dağ başlarında açan çiçekler gibi solup gidecek” çocuklara ulaşmayı başarmışlar ve onları oralardan bulup ülkemizin şairleri, yazarları, bilim insanları ve öğretmenleri yapmışlardır. Bizler ülkemize inanmalıyız. Ülkemizin gençlerine inanmalıyız. Onları çağımızın eğitim ve öğretim yöntemleriyle yetiştirmeliyiz. Ezberci değil, düşündürücü, sorgulayıcı bir eğitimden geçirmeliyiz.

Ben öğretmenliğin hala çok etkili bir meslek olduğunu düşünüyorum. Hala öğretmenlerin dünyayı değiştirebileceğine inanıyorum. Senden çıkmazsa benden çıkar, benden çıkmazsa Çorum’dan bir öğretmen çıkar. Hâlâ çocukların geleceğini değiştirme şansımız var. Yeter ki iyi, donanımlı, nitelikli öğretmenler olalım. Yeter ki, çocukların iyi yetişmesi için çırpınalım. İdealist olalım. Geleceğe insan yetiştirdiğimizi bir an olsun aklımızdan çıkarmayalım.

Okulumuzda genç öğretmenlerimizin yetişmesine yardımcı olalım. Onlara örnek öğretmen olalım.

Son olarak, öğretmen sendikalarıyla ilgili neler söylersiniz?

Öğretmenler mutlaka örgütlenmelidir. Örgütsüz öğretmen düzenin baskıcı gücü karşısında var olamaz. Ezilir, sürülür… Tabi bu örgütlenme sarı sendikalarda olmamalıdır. Öğretmen sendikalarının temel görevi, Cumhuriyetin ve mesleğin kazanımlarından ödün vermeden, öğretmenlerin daha iyi koşullarda yaşamalarını ve görev yapmalarını sağlamak olmalıdır.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin... 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları