Şahin Aybek

Bir Ülkeyi Çökertmek İstiyorsanız, Önce Eğitim Sistemini Çökertin!

27 Ağustos 2022 Cumartesi

Eğitimci – Yazar Osman Koç ile kendi penceresinden, ülkemizdeki eğitimin temel sorunları üzerine gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.

Atatürk “Bütün ümidim gençliktedir!” diyerek bu ülkenin geleceğini gençlerine emanet etmiştir. Gelin görün ki Büyük Önder’in, ülkenin geleceğini emanet ettiği gençlik bu ülkeden ümidini keseli çok zaman olmuş. Artık gençler geleceklerini, farklı ülkelerin onlara tanıdığı imkanlar çerçevesinde yurt dışında arıyor.

Gençlerimizi kaybediyoruz. Enerjimizi kaybediyoruz. Geleceğimizi kaybediyoruz. Ümidimizi, hayallerimizi kaybediyoruz. Gülen yüzümüzü, sevincimizi kaybediyoruz. Bin bir çeşit rengimizi kaybediyoruz.

Deneyimli bir eğitimci olarak eğitim sistemimizin temel sorunlarını sıralayacak olursanız hangi başlıkları ön plana çıkartırsınız?

“SOSYAL DEVLET” TEMEL İNSAN HAKKI OLAN EĞİTİM HAKKINI TÜM SOSYAL GRUPLARA EŞİT OLARAK ULAŞTIRAMIYOR!

23 yıldır eğitim camiasının içerisinde bir eğitim neferi olarak en büyük sorunumuzun “eğitimde fırsat eşitsizliği” olduğunu düşünüyorum. Maddi durumu yerinde olan ebeveynlerin çocuklarını kalbur üstü okullarda okutabildikleri, aksi durumdakilerin ise kaderlerine razı olup çocuğunun en temel ihtiyacı olan beslenme ihtiyacını dahil karşılayamadığı bir eşitsizliğe her an tanıklık ediyoruz.

Ülkemizdeki öğrenci ve öğretmen sayısı yaklaşık 30 milyon. 30 milyonluk dinamik bir nüfus... Bir düşünsenize; bu 30 milyon etkili bir eğitim ile ülkenin kaderini nasıl da değiştirir. İşte, Büyük Önder Atatürk bu nedenle geleceği gençlere emanet emiştir.

Anayasadaki “sosyal devlet” ilkesine tezat bir yaklaşımla devlet okulları arasında bile bir fırsat eşitliğinden bahsetmek mümkün değildir. Pandemi döneminde uzaktan eğitime erişmeye çalışan ama ulaşamayan ciddi bir öğrenci sayısının olduğunu biliyoruz. Farklı coğrafi bölgeler arasındaki eğitim içerik ve araç gereklerindeki eşitsizlikleri, merkezden uzaklaşıldıkça karşılaşılan eşitsizlikleri maalesef sürekli fark ediyoruz.

Aslına bakacak olursanız, devlet ekosistemini eğitim, sağlık, güvenlik, ekonomi olarak düşündüğünüzde, sistemin bir modülündeki çöküşün diğer modülleri de etkilemesinin kaçınılmaz olduğunu görebilirsiniz. Ekonomik olarak çöküşün yaşandığı bu günlerde, ekonomiye bağlı olarak fırsat eşitsizliğini eğitimde de görmek olağan bir durumdur. Ebeveynlerin çocuklarını besleyemediği bu ekonomik gerçeklikte, çocuğunun daha iyi bir eğitim alması kaygı sıralaması çok gerilerde kalacaktır. Ülkede asgari ücretle çalışan 10 milyon civarında işçi var. Bu, toplam çalışan nüfusun %50’sine karşılık geliyor; yani, dünyanın en büyük sömürü düzeni… Zavallı anne ve baba, en temel ihtiyaçları bile karşılamaktan aciz.

Tüm olumsuz koşullarda sosyal devlete sarılmak en doğal hak olmalıdır ki, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası da güvenceyi bu şekilde vermiştir.

Bırakın bireylerin eşit imkanlarında eğitim almasını okul türleri arasında bile eşitsizlik var. Okul yapıları aynı zamanda birer işletme olarak bir bütçe dahlinde hizmet etmeye çalışır. Gelin görün ki bu kulvarda da eşitlik modern dünyaya paralel değil.

Halkın vergilerinden oluşan devlet bütçesi MEB okullarına stratejik bir planlama dahilinde dağıtılmadığı gibi, bakanlıklar arasındaki dağılımda da bir strateji mevcut değil. Aynı vergiyi ödeyen asgari ücretli iki ailenin çocuğunu düşünün; birinin çocuğu imam hatip okuluna gidiyorsa daha fazla ödenekten yararlanıyor, diğerinin çocuğu Anadolu lisesine gidiyorsa daha az ödenekten faydalanıyor. Burada da öğrenci başına düşen bütçe payında bir adaletsizlik var.

Bakanlıkların bütçeden aldıkları payların planlamasına bakıldığı zaman ise çarpık ekonomik sistemin; fakirden alıp zengine veren yapısı nedeniyle en büyük pay Maliye Bakanlığı’nın. Kur Korumalı Mevduat uygulaması ve kur müdahalesi için kullanılan milyar dolarlar düşünün.

Üniversite bütçeleri de vahim durumda. ARGE ve patent sayılarının artması gerektiğini sürekli olarak söyleyedurduğumuz bugünlerde üniversitelere ayrılan devlet bütçesinin yetersiz olduğunu belirtmek doğru bir ifade olacaktır.

Bu konudaki son not olarak okuyucularımızın dikkatine sunacağımız veri, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesinin 16 bakanlık bütçesinden fazla olduğudur. Evet, Ayasofya açılışında elinde kılıcı ile Cumhuriyet’in Kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e beddualarını sıralayan şahsın başkanlığını yaptığı kurumdan bahsediyoruz.

ATANAMAYAN ÖĞRETMENLER SORUNU!

Gelecek planlaması yapmayan bir ülke… Gelecek 10 yılda kaç doktora, kaç veterinere, kaç mühendise, kaç avukata, kaç eczacıya ihtiyaç duyarım planlaması yapamayan bir ülke… Sadece eğitim fakültelerinde değil, birçok alandaki fakültedeki bu plansızlık, istihdamın çok üzerinde mezun verilmesine neden oluyor. Konumuzdan devam edelim. Eğitim fakülteleri…

Eğitim sendikalarına göre Türkiye’de atanmayı bekleyen 600.000 öğretmen var. Büyük zorluklarla üniversite sınavlarına hazırlanan, üniversiteyi bitirerek geleceğini kazanmayı ümit eden öğretmen adayları, ya bazı özel okullarda olduğu gibi çeşitli özlük hakları sorununa maruz kalacak ya da atanamayan öğretmenler ordusuna dahil olmak zorunda kalacak.

Eğitim uzmanları ülkemizdeki öğretmen açığının 140.000 kişi olduğunu bildiriyor. Bu ihtiyaca rağmen atanamayan öğretmenlerin ümitlerinin tekrar tekrar kırılıyor olması manidardır. Atanamayan öğretmen sorununda da karşımıza ekonomik nedenler çıkmaktadır. Nasıl buhar olduğu bir türlü açıklanamayan 128 milyar doları düşünecek olursak geleceğimizi emanet edeceğimiz gençlerimizin eğitiminin ne kadar önemsendiğini anlayabileceğimizi düşünüyorum.

Atanamayan öğretmen demek kalabalık sınıflar demek, erişilemeyen çocuklar demek, başarı düzeyinin düşük olması demek, yitirilmiş gelecek demek.

Sıkça konuştuğumuz atanamayan öğretmen sorununun ciddi bir planlama ile üç ya da dört yılda kolayca çözülebileceğini düşünüyorum.

BAZI ÖZEL OKULLARDA ÇALIŞAN ÖĞRETMENLERİN SORUNLARI!

Atanamayan öğretmen sorununa bağlı olarak öğretmenlerin, temel yaşam ihtiyaçlarını karşılamak üzere özel öğretim kurumlarında boğaz tokluğuna çalıştıklarını görüyoruz. Haftanın yedi günü, insan üstü şartlarda çalışıp maaşlarını alamadıkları ya da asgari ücretin de altındaki bir ödeneğe maruz kaldıklarına şahit oluyoruz.

Öğretmenler sahipsiz. Öğretmen sendikaları iktidar yanlısı ve muhalefet olarak ikiye bölünmüş muhalefet sendikasına ait öğretmenler tıpkı muhalefetin olduğu gibi bu ülkenin ötekileştirilmiş, dışlanmış vatandaşları durumundalar.

Ülke standartlarının çok üzerinde özlük hakkını öğretmenine veren bir elin parmakları sayısını geçmeyecek özel eğitim kurumu olduğu gibi öğretmeni sömüren, içinde bulunduğu ekonomik şartlar dolayısıyla insanlık onuruna aykırı bir şekilde çalıştıran eğitim kurumları son derece fazladır.

Bazı özel öğretim kurumlarında çalışan öğretmenlerin sorunları da ciddi bir planlama ve denetleme ile çözümlenecek gibi görünüyor. Öğretmenlerin aydın birer vatandaş olarak sivil örgütlenmeleri de sorunun çözümü açısından atılacak en önemli adımlardan birisi olarak sıralanabilir. Senin sendikana ait öğretmenler ikinci sınıf, benim sendikalaşma ait öğretmenler birinci sınıf şeklindeki ayrım, ötekileştirme, bu ülkenin geleceğine asla fayda sağlamayacaktır.

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN BARINMA SORUNU!

Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik çıkmaz, temel insan hakkı sayılan barınma hakkını da büyük ölçüde sosyal bir soruna dönüştürmüş durumdadır. Toplumun büyük bir bölümünün barınma sorunu yaşadığı ülkemizde, sosyal devlet ilkesi olarak farklı şehirlerde öğrenim hakkı kazanan öğrencilerin barınma zorunluluğu karşılanmamaktadır.

Her şehirde birkaç üniversite kurulmuş olmasıyla övünen iktidar, bu üniversitelerde okuyacak öğrencilerin barınması ile ilgili önlemleri almamıştır. Bu alanda da ciddi bir plansızlık ortadadır. Her yıl kaç üniversite öğrencisi şehir değiştirmektedir, kaç öğrencinin barınma ihtiyacı vardır ortaya konmamaktadır. Bu “bilinçli” plansız tavır, üniversite öğrencilerinin bazı legal ve illegal yapıların ağına düşmeleri ile sonuçlanabilmektedir. Bunun en bariz örneğini yakın geçmişte yaşadığımız FETÖ kabusunu hatırlamak suretiyle ortaya koyabiliriz. Ülkenin gelecek vadeden gencecik beyinleri art niyetli örgütlerin eline nasıl da cömertçe verilebiliyor, altın bir tepside sunulabiliyor…

Anadolu'nun değişik kentlerinden kazandıkları üniversitenin heyecanı ile büyük kentlere gelen gençlerimiz, barınma ihtiyaçlarını devlet olanaklarıyla karşılayamadıklarını durumlarda, içinde bulundukları ekonomik sıkıntılar nedeniyle cemaat ve tarikatların yurtlarında kalmak zorundadırlar. Gecesini gündüzüne katarak iyi bir gelecek ümidiyle çabalayan ülkenin çocukları, bu illegal yapıların elinde zamanı geldiğinde patlayacak bir bombaya dönüşmektedir. Ya okuyacaklar ya geleceklerinden vaz geçecekler ya da kötü yola düşecekler.

Yükseköğretim öğrencileri için yurt ve yatak sayıları derhal artırılmalıdır.

OKUL YÖNETİMLERİ SORUNU!

Okul yöneticisi neyse okul da o’dur! Müfredat içeriği ne kadar başarılı olursa olsun, onu denetleyecek okul yönetimi liyakatsiz ise, çağın dinamiklerinden habersiz ise, öğretmen motivasyonuna pozitif etki edemiyor ise okul başarısından söz etmek mümkün olamaz. Her alanda liyakatsiz yöneticilerin atandığından bahsettiğimiz bugünlerde, okul yönetimlerinin de liyakati son derece önemlidir. Layık olan eğitimci seçilerek geleceğimizi emanet edeceğimiz çocuklarımızın hayatına etki edecek eğitimci takımının kaptanlığını yapmalıdır. Kaptan, tüm başarı ve başarısızlıklardan sorumlu olan takım lideridir. Kaptan, takımının misyon ve vizyonunu geleceği yakalamak üzerine çizmeli, takımın rol modeli olmalıdır.

Halen, formalite olarak uygulanan MEB yönergelerinden biri “Demokrasi Eğitimi ve Okul Meclisleri”dir. İlk ve orta dereceli okullarda öğrenim gören öğrencilerin demokrasi kültürlerini geliştirmek üzerine hazırlanan bu yönerge, gerçek anlamıyla uygulanabilirse, ülke demokrasisi adına, okul içi demokrasi adına ciddi kazanımlar sağlayabilir. Yönerge ile tüm okul paydaşları, öğrenci, öğretmen, okul idaresi, veliler seçtikleri temsilciler ile okul yönetimine ortak olurlar. Demokratik meclisler gibi, dönem dönem toplanarak ortak gündemlerini, sorunlarını tartıştıkları genel kurullar yaparlar. Amaç, okulu oluşturan tüm paydaşların katılımını ve memnuniyetini artırmaktır.

Okul yönetimlerini, okul meclislerini oluşturan paydaşlar seçmelidir. Bu önerinin günümüz şartlarında çok ütopik olduğunu biliyorum. Kaldı ki üniversite senatoları da henüz kendi rektörlerini seçemiyor. Ülke yöneticisini her eğitim seviyesinde vatandaş seçerken en üst seviyedeki akademisyen ve üniversite öğrencileri kendi rektörlerini seçemiyorlar!

ÇAĞI YAKALAYAMAYAN MÜFREDAT SORUNU!

Öğrencilerin derslerde öğrendikleri konulardan başarılı olup olmadıklarını değerlendiren sınavlar, çağın çok gerisinde kalmıştır. Sınav dönemlerinde okul koridorlarını incelediğimizde öğrencilerin, sınavda başarılı olabilmek için bol bol ezber yaptıklarını görürüz. Bu yöntem yüzyıllar öncesinin öğrenim yöntemidir. Bugüne asla ait değildir. Ezber öğrenmenin en büyük düşmanıdır. Müfredat öğrenciye, derste öğrendiği bilgiyi beceriye dönüştürme imkanı tanımalıdır. Yaşamın içinden olmalıdır.

Eğitim uzmanları, 21. yüzyılda öğrenenlerin iyi bir dünya vatandaşı olabilmeleri için bazı temel becerileri ve okuryazarlıkları edilmeleri gerektiğini ifade ederler. Bu beceri ve okuryazarlıklar bireyin okulda öğrendiği teorik bilgiyi sosyal yaşamda uygulamaya dökerek ondan faydalanmasını, yaşam alanına aktarmasını sağlar. Dolayısıyla teori, gerçeğe dönüşmüş olur.

Sosyal beceriler, iletişim becerileri, araştırma becerileri, bilgi okuryazarlığı becerileri, problem çözme becerileri, planlama becerileri, tasarım ve teknolojik tasarım becerileri, okuma anlama becerileri, yazma becerileri, dijital okur yazarlık becerileri öğrencilerin, günümüzde ve gelecekte, hayatın her alanında başarılı olabilmeleri için geliştirmeleri gereken temel becerilerdir. Milli Eğitim öğretim müfredatı, çağın gerektirdiği içeriklere göre sürekli güncellenmelidir. Müfredat, değişen ve gelişen birey gibi canlı bir organizmadır.

Öğretim sistemi müfredatının esin kaynağı cemaatler değil bilim olmalıdır. Yirmi birinci yüzyılda, müfredatından evrim teorisini tamamen çıkartan bir uygulama ne kadar bilimsel olabilir? Sanat ve felsefeden yoksun bir müfredat asla düşünülemez. İlkokul ve ortaokuldaki sanat ve spor dersleri lise yıllarında yerini, tamamen sınav odaklı bir sürece bırakmaktadır.

Ülkemizde çok sayıda değerli eğitim bilimci mevcuttur. Gelecek için hayatiyeti tartışmasız olan eğitim alanını bu değerli eğitim bilimcileri ve eğitim felsefecileri şekillendirmelidir. Pandemi döneminde olduğu gibi ekonomide, sağlıkta ve eğitimde alanın önde gelen isimleri daha fazla dinlenmelidir.

Üniversite ve okullar daha fazla iş birliği içerisinde olmalıdır. Öğretmen adaylarının stajları daha uzun süreli olmalı, teorik bilgi uygulama alanı olan okullarla gerçeğe dönüşmelidir.

Eğitimin yerelleşmesi, yerel gerçekliklere uygun ihtiyaçlardan doğan içerikler eğitim programlarına dahil edilmelidir. Aynı zamanda yerelden evrensele bir bağ kurulmalıdır.

“Eğitimin çökmesi, bir ulusun çökmesidir. Bir ülkeyi yok etmek için atom bombası veya uzun menzilli füzelere ihtiyaç yoktur. Bunun için eğitim seviyesini düşürmek yeterlidir…” deyişi, eğitimin sisteminin rehberinin bilim olması gerektiğini, aksi durumda, yakın bir geçmişte başlayan çöküşün katlanarak hızlanacağını çok da iyi anlatmaktadır.

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları