Bir çocuk, bir toplum, bir sessiz Narin kız

11 Eylül 2024 Çarşamba

Toprağın altında narin bir beden, üzerinde kökleşmiş cehalet ve ataerkil düzenin gölgesi… 8 yaşındaki Narin Güran’ın kaybı, sadece bir çocuğun yitişi değil; memleketin en derin yaralarından birine açılan soğuk bir bıçak darbesi.

19 gün sonra bulunan bir ceset; 2024 Türkiye’sinde kaybolmuş insanlığın cenazesi. Devletin asli görevi olan çocukları koruma sorumluluğu, bir kez daha sınıfta kalmış, cehalet ve ataerkil düzen bir çocuğu daha kurban etmiştir.

Narin’in tabutuna bırakılan beyaz duvak, ne kadar da manidar! Öldürülmeseydi “çocuk gelin” mi olacaktı? O duvak, ölümden ziyade bir toplumun zihniyetine koyulan bir nişan. Narin’i öldüren, onu bir çuvala koyup suya atan eller değil sadece. Onu öldüren, tabutuna beyaz duvak koyan o zihniyet. Bir çocuğa biçilen en büyük kaderin "gelin olmak" olduğu bir toplumda, her ölüm bir çaresizliğin iz düşümü.

Hiçbir çocuğun son isteği "gelin olmak" olamaz. Hiçbir çocuğun son isteği” olmamalı!

Narin’in ölümü, Tavşantepe Köyü’nde Pandora’nın kutusunu açtı. Köyün karanlık geçmişi bu olayla birlikte gün yüzüne çıkıyor. Son on yılda yaşanan şüpheli ölümler, arazi kavgaları, aile içi intiharlar… Narin’in engelli ablasının yıllar önce merdivenden düştü” denilerek ölmesi...

Bu köydeki her ölüm, sadece bir kaza ya da intihar değil; uzun süredir gizlenen ve görmezden gelinen sırların bir parçası gibi görünüyor. Jandarmanın ve savcılığın bu ölümleri mercek altına alması gerektiği yönünde çağrılar yükseliyor.

Köyün toprakları kadar karmaşık olan sosyal yapısı da dikkat çekici. 600 dönüm arazi, kuşaklardan beri süregelen mülkiyet davaları ve çözümsüz kavgalar... Gazetecilerin işaret ettiği bu arazi, belki de Narin’in istemeden şahit olduğu bir olayın üstünü örtmek için verilen mücadelelerden biriydi…

Sessizlik, bu köyün en iyi sakladığı sır olabilir. Her ölüm, yeni bir sırla birlikte gömülüyor; sessizliğin karanlığında kayboluyor...

Bu acı hikaye sadece Diyarbakır, Tavşantepe Köyü'ne özgü değil; ne yazık ki bu ülkenin her köşesinde aynı senaryo, sadece farklı isimlerle oynanıyor. Film aynı, isimler farklı, ama acı değişmiyor. 2023 yılında Türkiye’de 63 bin çocuk istismarı kaydı var. Her bir dava, her bir çocuk; toplumsal bir yara, bir çığlık. Devletin koruyamadığı, toplumun göz yumduğu, ailelerin sessizce izlediği kaybolmuş hayatlar... "Kol kırılır yen içinde kalır" anlayışı, feodal yapılarla iç içe geçmiş bu düzenin en karanlık yüzünü ortaya çıkarıyor.

Narin’in ölümü bize bir kez daha gösteriyor ki, sadece katillerin yakalanması ya da cezai yaptırımlar, çocuklarımızı korumaya yetmeyecek. Bu düzenin temelini oluşturan ataerkil yapı, çocukları ve kadınları insan olarak görmeyen, onları salt birer cinsel nesne olarak değerlendiren, güç kazanma, kontrol etme ve tahakküm kurma aracı olarak gören bir zihniyetle varlığını sürdürüyor. Narin’in cenaze törenindeki ağıtlar, aslında yıllardır susturulmuş binlerce çocuğun çığlığı…

Narin’in trajedisi, ataerkil toplum yapısının ve feodal düzenin en yakıcı yüzünü ortaya koyuyor. Devletin güneydoğudaki feodal sistemi tasfiye edememesi, aşiret ve toprak düzeninin hâlâ devam etmesi, nitelikli eğitimin yeterince yaygınlaştırılamaması... İşte bu kusurlar, Narin gibi çocukların kurban edilmesine zemin hazırlıyor. Çocuk istismarı sadece bireysel değil, asıl toplumsal bir suç olarak karşımıza çıkıyor; cehaletin, yoksulluğun ve ataerkilliğin birleştiği noktada palazlanıyor. Devletin koruyucu rolünün işlemediği, nitelikli eğitimin götürülemediği, cehaletin kol gezdiği bu kapalı coğrafyalarda, çocuk gelinler, cinayetler ve istismar hikayeleri yazılmaya devam ediyor.

Devlet her kapıya bir jandarma, her kız çocuğunun başına bir polis dikemez elbette. Ancak sorunun köküne inmek, eğitimsizlikle, aşiret düzeniyle, ağalık sistemiyle yüzleşmek, bataklığı kökünden kurutmak gerekiyor.

Bu düzeni 2024 Türkiye’sinde hâlâ tasfiye edememişsek, daha çok Narin bedeni toprağa vereceğiz. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar geçen bir koca asır boyunca feodal yapıları, toprak ağalığını, şeyhliği, şıhlığı bitiremeyenler, bu acıların en büyük sorumlularıdır. Hâlâ bu karanlık düzenle yüzleşememek, gelecek nesillerin güvenliğini sağlayamamak utanç verici!

Olaydan sonra sosyal medya paylaşımları ayyuka çıkıyor. Aziz Nesin’in dizeleri geliyor pek çok kişinin aklına: "Öyle bir ölsem çocuklar / Size hiç ölüm kalmasa…"

Ancak o sırada ölüm, çocuklarımızın kapısını çalmaya devam ediyor. Bir çocuğun hayalleri, toprağa duvakla birlikte gömülürken, bizler bu düzenin pasif izleyicileri ve online paylaşımcıları” olmayı sürdürüyoruz!




Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları