Sadık Çelik
Sadık Çelik sadik.celik.gorus@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

1 Mayıs 2013

04 Mayıs 2013 Cumartesi

Taksim’e çıkmak, inşaat çukurlarından dolayı tehlikeliydi. İşçilerin o çukurlara düşme
ihtimalleri göze alınamadı. Bunun üzerine; Kilolarca biber gazı, tonlarca tazyikli su, farklı illerden getirtilen destek polislerle yirmi bin kişilik polis kuvvetinden oluşan barikatlar, seferleri iptal edilen metrolar, metrobüsler, vapurlar, gökyüzüne kalkan köprüler, adeta bir sıkıyönetim ilanı ve durdurulan, felç olan kent yaşamı… Hepsi işçilerin olası bir arbedede inşaat çukuruna düşmemesi içindi.

Oysa ki Taksim’deki inşaat çukurunun etrafının yeterli barikatlarla çevrelenip ya da
hatta inşaat çukurunun üzeri geçici olarak kapatılarak Taksim meydanına girilmesin diye
değil de sadece Taksim Meydanı’ndaki çukura düşülmesin diye, en fazla birkaç gün önceden alınması yeterli olacak önlemlerin yükü, zahmeti, bu amaçla harcanan enerji şimdikinden daha mı ağır olacaktı?

İnatlaşma güdülerini susturarak sendikalarla hükümetin uzlaşması ve meydanda birkaç
gün önceden başlatılacak bazı düzenlemeler, alınacak tedbirler, 1 Mayıs 2013 İstanbul’unda gerek İşçi Bayramını kutlamak için toplanan insanların, gerekse bölgede yaşayan esnaf, turist, genç yaşlı demeden onca insanın gazdan zehirlenmesini, üzerlerine tazyikli su sıkılmasını içeren ve artık alıştığımız tüm bu skandal görüntülerin tarih belleğine geçmesini, ülkenin imajının bu derece zedelenmesini önleyebilirdi.

Bir tarafta çözüm sürecinin, demokrasi ve özgürlükler genişletilerek barış sürecine
ve kalıcı barışa çevrileceği ilan ediliyor; diğer taraftan dünyanın hiçbir ülkesinde benzerine
rastlanmayan, demokrasinin esamesinin okunmadığı İşçi sözde Bayramı görüntüleri izleniyor.

Demokrasinin ayrılmaz bir parçası olan özgürlüklerin, tam da aksinin olmasının
dillendirildiği ve beklendiği bir dönemde, bu denli yenme ve yok edilme çabası, atılan
demokrasi naralarıyla, en hafif tabiriyle, çelişiyor.

Kafatası çatlayan ve vali tarafından “tam bir radikal” diye bahsedilen, tekstil işçisi babasının anlattığına göre ise sadece ailesine yapılan haksızlıklar için İşçi Bayramını kutlamaya giden 17 yaşındaki Dilan, sıkılan biber gazından hastaneye kaldırılan onca insan, siyasetçiler, polise taş atarak meydana çıkmanın yolunu arayan işçiler, içleri biber gazıyla dolan hastaneler… Ve radikal ya da marjinal gruplardan olmanın, insanların kafasının üzerinde bomba patlatılmasına haklı gerekçe olarak gösterildiği bir 1 Mayıs.
Dün şehrin sokaklarında gördüğümüz manzara, demokrasi ve özgürlüklerin savunucusu, insan merkezli siyaset yapan bir devletin değil; halkıyla inatlaşan, dediğim dedik, sorun çözmek değil yaratmak yolunda uzmanlaşan otoriter bir yapının yansımasıydı.

Hâlbuki polis müdahalesi olmadığında, insanlar üst düzey yasaklarla çileden çıkartılmadığında herhangi bir sıkıntı yaşanmadan, halaylarla, şenlik havasında, işçiler ve işçi bayramı için, bazı kimselerce inatla anlamazlıktan gelinse de simgesel ve duygusal anlamı büyük olan Taksim meydanında kutlandığına hepimiz şahit olmuştuk bundan önceki yıllarda.

İşçilerin çukura düşmesi başarıyla engellendi. Engellenemeyen; demokrasi riyakârlıkları ile havadaki acı biber kokusu ve özgürlük - demokrasi özleminin işçilerin ve
toplumun kalbini bir kez daha yaktığı gerçeği oldu.

 

Ruj da yok

THY’nin kabin görevlilerinin yeni üniformalarıyla ilgili skandal henüz soğumamışken
bir yasak daha geldi.

Etek boyundan makyaja kayan dikkatler, ruj renginin kırmızı, bordo ya da pembe olmasının sakıncalarını keşfetmiş olmalı ki bu renklerin yasaklanması gerektiğinde karar
kılınmış.

Kabin görevlilerinin makyajları frapan ya da dikkat çekecek biçimde yapılmamalıymış. Ayrıca dövmesi olan hostes adayları sınava dahi alınmayacakmış ve bunun gibi daha bir dizi 50 yıl önce bile geçerli olmayan yasaklar...

Henüz “Avrupa’nın en iyi havayolu şirketi” unvanına sevinmeye bile başlayamadan,
bu unvana yakışmayacak yasaklarla kurumun ve gıyabında ülkenin itibarını biraz daha
gölgelemeye kararlıyız.

 

Milli içkimiz

Gerçekten de alkol tüketimine karşı savaş açmalı mıyız?

Yapılan araştırmalar gösteriyor ki savaş açılacak kadar vahim düzeylerde bir alkol tüketimimiz yok, hatta bu konuda dünyada son çeyrek içinde yer alıyoruz.

Öte yandan alkol çağdaşlaşmanın simgesi de değildir elbette, ancak alkol kullanımı bütünüyle kişinin kendi özgürlük alanına girer ve yurttaşlarının sağlığını düşündüğü kılıfını
tutan devlet eliyle bu alana herhangi bir biçimde müdahalenin, hele ki içinde yaşadığımız bu dönemde, belirli bir yaşam tarzını dayatma olarak yorumlanması kaçınılmazdır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları