Yaklaşan dalga

23 Ağustos 2024 Cuma

Yakın zamana kadar teknolojinin tarihi tek bir cümle ile özetlenebilirdi: İnsanlığın atomları manipüle etme arayışı: Ateşten elektriğe, taş aletlerden takım tezgâhlarına, hidrokarbonlardan ilaçlara uzanan bir yolculuk. İnsan atomlar üzerindeki kontrolünü büyüttükçe teknolojiler de giderek daha güçlü ve karmaşık hale geldi: Isı motorlarının, plastik gibi sentetik malzemeler, korkulan hastalıkların tedavisinde kullanılan karmaşık moleküller.

20. yüzyılın ortalarından itibaren teknoloji daha yüksek bir soyutlama düzeyinde işlemeye başladı: Bilgi akışlarını anlayıp kontrol etme. Bit ve gen devrimlerinin kapıları açıldı böylece. Akıllı telefonlar, genetiği değiştirilmiş ürünler vs.

Şimdi ise çok daha önemli bir eşiğe hızla yaklaşıyoruz. Yaklaşan teknoloji dalgası en ayrıntılı düzeyde çalışabilen iki genel teknolojiye dayanıyor: Yapay zekâ ve sentetik biyoloji. 

Ve ilk kez dünyamızın iki temel bileşeni ele alınıyor: Zekâ ve yaşam. Yani teknoloji evre değiştiriyor. O, artık sadece bir araç olmaktan çıkacak, hayatı tasarlayacak, kendi zekâmıza rakip çıkacak, hatta onu aşacak. Bu teknoloji ekosisteminin kuantum hesaplamadan robotiğe, nanoteknolojiden yeni enerjilere sıradışı sonuçları var ve daha da olacak.

Bu satırları Google bünyesindeki yapay zekâ şirketi Deepmind’ın kurucularından olan Mustafa Süleyman’ın “Yaklaşan Dalga” kitabından özetledim. Teknolojinin tam göbeğinden gelen Süleyman, endişelerini 400 sayfalık kitapta örneklerle ortaya koyuyor ve “Böyle bir dünyaya hazır değiliz” diyor ve “Yaklaşan dalga, tarihteki dalgaların hepsinden daha kontrol edilmesi zor olacak. Bu dalgayı anlamak yakın gelecekte bizi neyin beklediğini değerlendirmek açısından kritik öneme sahip” diye ekliyor. 

Kitaba ve Süleyman’a bir nokta koyup dönelim bizim cepheye yani ülkemize. Bu durumun ne kadar farkındayız ve ne kadar hazırız? Siyaset ne kadar bilincinde konunun? 

Bu yeni dalganın iki boyutu var. Biri ülkelerin arkada kalmamak, dalgayı yakalayabilmek için kendi bünyelerinde yapacakları. Yani eğitim modellerinden istihdam politikalarına, stratejik önceliklere kadar hazırlık. Daha önceki yazılarımda tekno kölelik ve tekno sömürüden bahsetmiştim. Eski sömürgeciliğin aksine tekno sömürgeciliğin derdi toprak ele geçirmek değil tabii, günlük hayatımızın ve ekonomilerin temelini oluşturan teknolojilerin kontrolünü elde etmek. ABD ve Çin bunun için küresel tedarik zincirlerinin en yenilikçi alanlarını kendilerine çekiyor ve stratejik darboğazlar yaratıyorlar. Biz bunun neresindeyiz?

İkinci boyut küresel, bu teknolojisi dalgasını dizginleyecek politikalar geliştirmek. Mustafa Süleyman kitapta bunun önemini anlatıyor durmadan.

Yakında okullar açılacak, yeni öğretim dönemi başlayacak. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli dedikleri, uzmanların onca eleştiri yöneltmelerine karşın çağdaş dünyanın gereksinimlerinin çok uzağında bir eğitim sistemi ile nasıl yetişecek yeni nesiller? 200’ü aşkın üniversitenin hali ortada. Nitelikli beyin göçümüz hız kaybetmeden sürüyor. Derinleşen yoksulluk öğrencilerin fiziksel ve zihinsel gelişiminin de önünde büyük engel. Sağlıklı ve düzgün beslenme yerini çoktan “karın doyurmaya” bıraktı. 

Ne dersiniz? Nasıl bir gelecek bizi bekliyor? Ya çocukları?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hücum! 30 Ağustos 2024
Yaklaşan dalga 23 Ağustos 2024

Günün Köşe Yazıları