Özlem Yüzak
Özlem Yüzak ozlem.yuzak@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

'Gerçek demokrasi' kimsede yok

01 Kasım 2010 Pazartesi

Çağdaş felsefenin önde gelen ismi Jean-Luc Nancy “Demokrasiyi anlam bakımından sorgulamadıkça insanlık olarak bir yere varamayız. Günümüzde demokrasi adına yapılanlar hiçbir yerde gerçek demokrasi değil. Ne Amerikan tarzı paket demokrasi ne Avrupa’da bile kendi kendi ile çelişen bir demokrasi…” diyerek, kavramı yepyeni bir hümanizma temelinde yeniden keşfetmek gerektiğini söyledi.

İstanbul Fransız Kültür Merkezi ve MonoKL dergisinin ortak düzenledikleri felsefe tartışmalarının “Demokrasi Fikri” başlıklı toplantısında konuşmak üzere İstanbul’a gelen Nancy’nin önce ilginç sunumunu dinledim, ardından kendisi ile bir söyleşi gerçekleştirdim. Öncelikle şunu vurgulamalıyım ki Nancy’nin ‘ile’ bağlacından yola çıkarak ortak varoluşa, varlıkların ilişkilerine oradan ‘anlam’ı her yönüyle derinlemesine ele aldığı konuşması soluk kesiciydi. “Halkın gücü olarak demokrasi, birlikte, yani ‘birbirleri ile’ oldukları sürece herkesin gücü anlamına gelir” diyen ünlü felsefeci, günümüzde liberalizmin bir aldatmacası, emperyalizmin bir aracı olduğu için eleştirilen “demokrasi”yi ontolojik bir açıdan yeniden düşünmenin şart olduğunu vurguladı. Nancy’ye göre; “Demokrasi, bir biçimde ‘komünist’ de olması gerektiğini, aksi takdirde, arzudan, yani ruhtan, soluktan, anlamdan yoksun, sadece zorunlulukları ve çıkar yolları işleten bir vekil olacağını yeterince belliğinde tutamadı. Öyleyse söz konusu olan sadece bir ‘demokrasi ruhunu’ kavramak değil ama demokrasinin, biçim, kurum, sosyal ve politik rejim olmaktan öte ilkin ruh olduğunu düşünmektir.” Nancy’nin şu vurgusu da önemliydi: Hukuk yasalar bağlamında yaygınlaşıyor ama bu bizi daha çok demokrasi ya da özgürlüğe götürmüyor, tam tersine, çırılçıplak ve anlamsız olan bir şiddete götürüyor. Bunu sorgulamalıyız.

‘Kapitalizmde her amaç araç’

- Konuşmanızda modern dünyanın sosyo-politik alanda en önemli kazanımlarından birisi olarak görülen demokrasi ilkesi üzerine durdunuz. Bugün gerçek demokrasi uygulanmıyor; yapılan sadece toplumu yönetmek, bir anlamda toplum mühendisliği dediniz. Kapitalist sistem varolduğu sürece bu durumun süreceği anlamına mı geliyor tüm bunlar. Nasıl bir çıkış olmalı?

- Kapitalizmden çıkmak ne yazık ki bugün tüm kurulu düzenin ve medeniyetin dışına çıkmak, uygarlıktan vazgeçmek anlamına gelir. Kapitalizm sadece bir ekonomiyi düzenleme tarzı değil, belli bir uygarlığın bir aşamasında yaptığı tarihsel bir seçim. Aslında çifte seçim diyebiliriz. Bunlardan biri Marx’ın da işaret ettiği gibi ‘malların hepsinin eşit değerde olması, yani her şeyin paraya göre değerlendirilmesi’; ikinci seçim ise öyle amaçlar ortaya koymak ki aynı zamanda bu amaç bir araç da olsun. Kapitalizmde her amaç araca dönüşebiliyor.
 

‘Birtakım değerler değişmeli’

Para ya da zenginlik örneğin: Para hem amaç hem araç. Eski dönemi ele alalım.. Eski Mısır’ı ya da Osmanlı İmparatorluğu’nu… O dönemde para, zenginlik, şan, şeref için, başlarına göstermek için biriktirilen varlıktı.

Kapitalizm ile birlikte ise zenginlik, sadece biriktirmek değil, yeniden paraya dönüştürecek bir hale getirmek anlamına geliyor. Kapitalizmden çıkış, tüm düşünce sistematiğini değiştirmek anlamına geliyor ki, ‘hadi yapalım’ deyip bunu gerçekleştirmek mümkün değil. Birtakım değerlerin, düşüncelerin değişmesi lazım. Bu yüzden politik bir karara bırakmadan bir yol bulmalıyız. Paradan bahsettik ama aynı şekilde interneti ya da otomobili de örnek verebiliriz. Onlar da aynı şekilde amaç ve araç olarak iç içe geçmiş durumda. İnternet insanlık için bilgiye ulaşmada yeni bir açılım olarak ortaya kondu. İnternet bir araç olarak iyi hoş; hızlı bilgi ve iletişim, belki daha çok ticaret… Ama amaç nedir? Bunun yanıtı yok.

Keza araba… Araba, bir yerden bir yere hızlı ve kolay gitme amacına hizmet etmesi gereken bir araç yalnızca. Ama özellikle İstanbul gibi büyük kentlerde bu amaçla mı kullanılıyor? Bütün enerjiyi ve zamanı daha yavaş gitmek ve havayı daha da kirletmek için kullanıyoruz. Reform yaparak kapitalizmden çıkılmaz, derinlemesine bir değişiklik gerekiyor.

Yine konuşmanızda halkların birlikteliğinden söz ederken halkların kategorize edildiğini, buna karşın varoluşçuluğun göz ardı edildiğini söyleyerek “Halkın gücü olarak demokrasi, birlikte, yani birbirleri ile oldukları sürece herkesin gücü anlamına gelir. Bireylerin basitçe yan yana konmaları ya da yığılmaları üzerine kurulu güç değildir bu. Bu, gücün doğasını da değiştirir. Halk, demos ‘egemendir’ der demokratik aksiyom. Demokrasi temel olarak tüm doğrudan ve dolaylı teokrasiye (bir kral-tanrı ve ilahi yasanın tanrısına) yabancıdır. Tüm demokratik olmayan yönetim biçimleri açık ve örtük biçimde teokratiktir” dediniz. Günümüzde birçok ülkede, özellikle gelişmekte olan ülkelerde halklar giderek daha fazla kategorize ediliyorlar. Türkiye’den örnek vermek gerekirse laik-dinci; Türk-Kürt gibi kimlikler daha ön plana çıkartılıyor. Ve iktidar da bundan besleniyor. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

- Dünyanın her yerinde halkların kimlikleri, hatta alt kimlikleri üzerine ciddi sorunlar yaşanıyor. Eskiden böyle değildi. Birlikte ve uyum içinde yaşanabiliyordu. Çünkü hem varlık olarak hem de birbirleri ile ilişkilerinin belli bir anlamı vardı. O kimlikler sosyal ve siyasi bir sorun değildi o zamanlar. Bir yaşam ve varlık biçimiydi. Şimdi ise kategorik olarak ele alındığı için her biri kendi anlamını vererek üste çıkmak istiyor ve aralarında bir çatışma çıkıyor. Ve sonuçta varoluşsal değerleri daha da azalmış oluyor. Türkiye’de de diğer ülkelerde olduğu gibi yaşanan bu. Bir yönetme biçimi haline dönüştü. İslamda şu ana kadar herhangi bir reform olmadı, Emeviler döneminden itibaren İslam medeniyeti bir duraklamaya girdi ve kendisini ortak-varoluş, birey-oluş ve demokrasi rejimi temelinde tanımlayamadı. Kapitalizm, değiş tokuş ekonomisi ya da yasalardaki haklar düzenlemesi demokrasi içinde yaşamak anlamına gelmiyor. Ama bu durum politik ve yasal bir oyun alanı olarak demokrasiyi daha başlamadan bitiriyor. İslam ülkeleri ekonomik olarak dünyanın yeni güçleri, dengeler bu güçler lehine değişti ama bu demokrasinin, özgürlüğün ya da birey olmanın sağlıklı bir biçimde işlediği anlamına gelmiyor. Tam tersine, gördüğümüz üzere çatışmalar, mücadeleler ekonomik olan üzerinden daha da keskinleşti ve şiddete dönüştü. Kısacası, demokrasi denen şey, bir ekonomik oyunun ya da siyasetin içinde değil; onu aramak, bireyleşmenin ve özgürleşmenin içinde sürekli tazelemek gerekir.
 

‘Sosyal adalet yeniden tanımlanmalı’

- Demokrasinin dönüştüğü biçim sola da yeni görevler yüklemiyor mu? Zaten bir krizde olan sol, bu konuda ne yapabilir?

- Sol günümüzde kendini tüketmiş durumda. Kapitalizm, yalnızca para ve para ile ilgili her şeyin değiş tokuş özgürlüğüne indirgenmiş durumda. Sol öncelikle demokrasiyi her türlü hiyerarşiden, dayatmacı rejiminden ve teokrasiden çekip çıkararak yepyeni bir hümanizma temelinde yeniden keşfetmeli. Bu noktada sosyal adalet kavramının yeniden tanımlanması da gerekli.
 

Jean-Luc Nancy

Çağımızın en önemli düşünürlerinden Jean-Luc Nancy, 1940’te Paris’te doğdu. 1962 yılında felsefe eğitimini tamamladı. Strasbourg Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde dersler verdi ve Phillipe Lacoue-Labarthe ile birlikte eserler kaleme aldı. Jean-Luc Nancy’nin Kant, Hegel ve Heidegger konusundaki yenilikçi ve esinlendirici okumalarının yanı sıra kendi felsefi açılımlarını gerçekleştirdiği Être singulier pluriel, Le sens du monde, La Création du monde ou la mondialisation, Les Fins de l’homme gibi temel yapıtları bulunmaktadır. Blanchot, Levinas ve Derrida gibi filozof ve yazarlar ile önemli diyaloglar gerçekleştirmiştir. Politik olan ile demokrasiyi ayırdığı son eserlerinden Demokrasinin Hakikati (Monokl, 2010) güncel tartışmalarda önemli bir eser haline gelmiştir. Filozofun yayımlanan son eserleri arasında L’Adoration (Galilée, 2010) ve Atlan: Les Détrempes (Hazan, 2010) yer almaktadır.
    



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları