Sultanın Gidişi!

05 Haziran 2015 Cuma

Cumhurbaşkanı seçilince, TBMM’de “(…) Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma (…)” diye ant içmişti.
“Bütün partilere aynı uzaklıkta olduğunu” demeçlerinde öne sürmüştü! Sonra coştu, “başkanlık isterim” diye tutturdu. AKP’ye 400 sandalye istemeye başladı. Türkçesi ile öteki partilere uzak, AKP’ye yakın olduğunu açıkladı.
Düş gördüğünü algılayınca 330’a razı oldu. Artık “Aman koalisyon olmasın!” diye yalvarıyor. AKP yönetimlerince düzenlenen mitinglerde dolaşmaya başladı… “Biz bunu yaptık, onlar ise…” diye nutuklar atıyor. “Biz” dediği AKP’ye “yakın”, “onlar” dediği karşıt partilere “uzak” durdu.
Ant içerken (…) milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma (…)da demişti!
“Milli dayanışmayı” dışladığını kanıtladı. Kürsülerde “Kuran” ile gösteriler yaptı. Hani, “laik Cumhuriyet ilkesine bağlı” kalacaktı! Çıkardaş olmayan basını boy hedefi yaptı, yüzlerce dava açtı, gazetecileri tutuklattı. Hani “temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden” ayrılmayacaktı!
Sizler, İngiliz Kraliçesi’nden ya da Alman Cumhurbaşkanı’ndan “Yahu, be, edepsiz, alçak, paçavra…” gibi sözler duydunuz mu? Ama o, bu sözlerle Türk ve yabancı basına hakaretten çekinmiyor!

***

Seçimde ilk kez oy kullanacak 18 yaşındaki 1.1 milyon gence, 1927’de Mustafa Kemal Atatürk’ün vasiyetini anımsatalım:
“Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dâhili ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti’ni kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”
Ne demiş? “(…) memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler (…)

Yabancılar ve Sultan!
Bakalım, yabancı basın hakkında ne diyor? İtalyan Corriere Dela Sera yazarı Antonio Ferrari: Erdoğan sinirli ve megaloman…”
Avusturya Salzburger Nachrichten yazarı Gerd Höhler: “AKP için seçim iyi görünmüyor. Yüzde 50’den 40’a doğru yol alıyor. Bu durum Erdoğan’ı kaygılandırıyor. Gerçekte Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olarak partiler üstü olması gerekiyor ama haftalardır AKP için seçim kampanyası yapmasını engellemiyor!”
Avusturya Der Standart yazarı Markus Bernath: “Cumhurbaşkanlığı andı ‘tarafsızlık’ öngörmesine karşın Erdoğan, elinde Kuran’la seçim mitinglerinde konuşuyor.”
Alman DieVelt gazetesi “Erdoğan’ın Türkiye’si saydam olmayan rol oynuyor. Foyası ortaya çıkan diktatör olarak Erdoğan, Atatürk’ün Batı’ya, dünyaya açık Türkiye’sini sistematik biçimde dinci otoriter sisteme dönüştürüyor.”
ABD Vaşington Post gazetesi: “Türkiye’nin Erdoğan’dan kurtulması gerekir” ve bir başka yazısında: “Erdoğan ‘Yeni Türkiye’ söylemiyle ‘clientelizm’e (demokrasi dışılığa) gidiyor!”
İngiliz Guardian gazetesi: “Erdoğan denge duygusunu yitirdi!”
Romanya Reallitatea TV yorumcusu Ovidiu Marincea: “Türkiye Çavuşesku dönemine gidiyor!”

Mütebessim Hoca!
Bir ay önce telefonum çaldı. Arayan “Ben hocan!” dedi… “Acaba hangi hocam?” diye düşünürken ekledi: Besim Üstünel!” Şaşırmıştım! Yıllardır konuşmamıştık. ODTÜ Senatosu’nun bana verdiği “Üstün Hizmet Ödülünü” kutlamak için aramıştı! En çok hoşuma giden “kutlama” olmuştu!
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde profesörüm olarak o, bana soru sorardı. DPT İktisadi Planlama Dairesi Başkanlığı ve Maliye Bakanlığı günlerinde, ben ona sorardım. O daima gülümserdi… Çünkü gülümsemesi, dürüstlüğünden ve bilgeliğinden kaynaklanırdı. İlk kez, bizim sınıf ona “Mütebessim Besim!” adını takmıştı… Tebessümleriyle yüceldi…  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kadın cinayetleri... 18 Ekim 2024
İran-İsrail... 11 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları