Otyam’ın üç fidanı!

08 Mayıs 2015 Cuma

Aralık 1970’te babam Hilmi ameliyat oldu. Gündüzleri annem Naciye, geceleri ben yanında kalıyordum. 29 Aralık sabahı eve dönüyordum. ABD Büyükelçiliği’nin önünden geçerken karşı kaldırımdaki polis noktasından silah sesleri gelince şoföre durmasını söyledim. Birkaç genç kaçıyordu!
Şoföre dönmesini söyleyip Cumhuriyet’e gelerek gördüklerimi yazdım. Beş gün sonra babamı kaybettik. Birkaç gün sonra ateş edenlerin Deniz Gezmiş ve arkadaşları olduğunu öğrendik. Ardından Amerikan üssünün kapısında nöbet tutan çavuş Finley’i kaçırdılarsa da “zenci” diye askeri serbest bıraktılar.
Deniz’in bildirileri bizim büroya iletiliyordu. Bir gün 2 sivil polis kapıyı çaldı “Bildiriler hep sizden yayılıyor. Bildiri getirenleri yakalamak için içeride bekleyeceğiz…” dediler. Temsilcimiz Kemal Aydar, “Burası gazete bürosu… Emniyet’in şubesi değil…” yanıtıyla içeri almadı. Koridorda beklediler.

***

Sonra dört Amerikan askerinin bindiği aracın önünü kesip onları kaçırdılar. Bu olayı masa komşum Fikret Otyam’dan dinleyelim:
“ (…) Dışarda polisler var! İşte bu ortamda on üç on dört yaşlarında bi çocuk ‘Fikret Ağabey’e bi şey verecem’ der demez ‘Ulan anan seni arıyor, sen babandan söz ediyon’ deyip ve kulağından tutup kahve ocağına sokuverdim. Getirileni okudum, paramparça ettim çöpe attım. İşte o satırlar: ‘THY çöplüğünde’
Bürodan fırladım yazılan yere varıp zarfı alıverdim çöp kutusundan... MİT arıyor, Emniyet arıyor, jandarma arıyor, yetmedi CIA arıyor, FBI arıyor bulunamıyor! Aranıp da bi türlü bulunamayan kaçırılan dört ABD’li subaydan haber, ailelerine mektuplar var...
TRT’ye okunması için de bildiri... Hiç aklımdan çıkmaz, saat tam 17.55. Aynı bulvar üzerinde Amerikan Haberler Merkezi ve orada Türk müdür bi can adam Doğan Poyraz’a telefon: ‘Doğan Abi aman çıkma... Sakın çıkma hemen geliyorum...’ Doğan Ağabey benden çok çeker, bazen fotoğraflarımı oranın efendi fotoğrafçısı Hasan pırıl pırıl basardı... ‘Fotokopi makinesine gidelim Doğan Abi...’ Gittik, koynumdan çıkardıklarıma bakınca rengi sapsarı oldu! Fotokopinin başına geçtik... ‘Doğan Abi beş baskı bana, asılları sana...’ Böyle anılar, eskimiş deyimle ‘Üst üste çekilmiş fotoğraflar gibi’

***

Otyam’dan bir başka anı… “Polislere kibarca ‘Çankaya Basın Sitesi’ndeki evden para ve sigara alayım’ dedim. Aşağıda bi vosvos bekliyor, üç polis aralarına oturttular. Sıhhiye’yi geçiyorduk. Çankaya falan deyince ‘s....lan’ oldu o kibar polisin yanıtı! Gençlik Parkı’ndayız... Bi yere indik, kendimi gözaltında buldum. Birisi bağıra bağıra konuşuyor: ‘Malı aldık müdürüm!’
Dolaşmadık askeri birlik kalmadı, sonuçta Mamak’ta karar kılındı, bu kelli de kapı sorumlusu astsubay, silahlı dört polisi silahlarını teslim ettikleri takdirde içeri alabileceğini söyledi, polisler de vermeyeceklerini! Sonuçta karşılıklı imzalar falan, nihayet içerdeyiz, bi erin işaret ettiği yere gittik, kapıda ‘Gözaltı’ yazıyor. Kapıya el attım ki masada oturan, önünde koca bi defter olan er uyardı:
‘Dur lan... Burası dingonun ahırı mı?’
‘Affedersiniz komutanım!’
‘Gevezelik etme. Adın... Soyadın... Göbek adın... Doğum tarihin yıl... Ay... Gün... vb’
Pencereden bakıyorum devimsi biri, kıyafetinden tanıdım, önü, arkası, sağı solu Tomson’lu askerli... Bu askeri aracı ilk kez görüyorum, içerisi demir parmaklık dolu, önce erler sonra o dev, sonra yine beş altı silahlı daha!
Ey koca dev adam, dev adam Deniz’lerin Gezmiş’i...
İşe bak, onu, ‘Gözaltı’ penceresinden gözlüyorum, ne bileyim son görüşüm olacağını, ey din kardeşlerim? Kimi olaylara tanık olan arkadaşım Özgen Acar tutturmuş anılarını yaz diye. A sevgili Özgen, bu canın 52 yıllık dostu arkadaşı seni, seni nasıl kırarım? Ama bu anılarımı öte dünyada yayımlanan bi gazetede ‘tefrika’ edeceğim, n’ olur bağışla beni...”

***

12 Mart 1971 muhtırası günlerinde Nadir Nadi’yi, İlhan Selçuk’u ve bazı arkadaşları Cumhuriyet’ten ayırdıklarında ben de istifa ederek Reuters Ajansı’nın Türkiye Bürosu’nu açtım. 6 Mayıs 1972 sabaha karşı avukatları Halit Çelenk aradı, Deniz, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın idam edildiklerini bildirdi. Haberi dünyaya duyurdum.

***

İ s t a n b u l M a l t e p e Belediyesi’nde Başkan Ali Kılıç’ın girişimiyle “Fikret Otyam Müzesi” kurulacak. Siz bu satırları okurken ben de orada “Fikret Otyam Kültür, Sanat ve Eğitim Vakfı’nın” kurucular senedini imzalıyor olacağım...

Gölgeci Bakan!
Hayırseverler ile doktorların “lösemili” çocuklar için “Bir tuğla da sen koy, onlar da gülsün” söylemiyle başlattıkları girişim sonuç verdi. Ankara’da İncek’te pazar günü 400 yataklı hastanenin açılışı yapılacak.
Hastanede, genetik-kanser araştırma kök hücre laboratuvarları, kemik iliği bankası çocuklara ve yetişkinlere hizmet verecek. LÖSEV Vakfı’nın başarısına 1 Mart’ta Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu “400 yatak kaynak israfı, atıl yatırım, bu parayla öteki bazı kentlerde de hastane yapılabilirdi!” diye tepki gösterdi.
Bakanlığın yapması gereken görevi LÖSEV yapıyor, Müezzinoğlu Efendi karşı çalışıyor. Bakan unutmasın ki, Sultan’ın AK-Saray’ına harcanan milyarlarla 81 ile benzeri hastaneler yapılabilirdi. Gölge etmesin yeter!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kadın cinayetleri... 18 Ekim 2024
İran-İsrail... 11 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları