Osman Ulagay

‘Brexit’ küreselleşmeye ‘kırmızı kart’

17 Haziran 2016 Cuma

İngiltere diye anmaya alışık olduğumuz Birleşik Krallık halkı 23 Haziran’da sandık başına giderek ülkenin geleceğini belirleyecek. Yapılacak referandumda ülkenin Avrupa Birliği (AB) üyeliğinden ayrılmasını isteyen “Brexit” cephesi çoğunluğu sağlarsa yalnızca İngiltere’nin değil Avrupa’nın ve dünyanın geleceğini değiştirecek önemli gelişmelerin önü açılmış olacak. Dünyanın geleceğini yeniden düşünmek bir zorunluk haline gelecek.
Gelecek hafta İngiltere’de yapılacak referandum, aynı zamanda son çeyrek yüzyıla damgasını vuran küreselleşme sürecinin geleceğiyle ilgili önemli sonuçlar da doğurabilecek. Eğer son kamuoyu yoklamalarının öngörüleri doğru çıkar ve “Brexit” cephesi zaferi kazanırsa bu sonuç “küreselleşmeye kırmızı kart” gösterilmesi şeklinde de yorumlanabilecek ve İngiltere’de açığa çıkan tepki diğer Avrupa ülkelerinde ve ABD’deki tepkilere yol göstermiş olacak.

Küreselleşme kime yaradı?
Kapitalizmin küresel bir sisteme dönüşme süreci Soğuk Savaş sonrasında hız kazandı. O dönemde, çoğu Batı kökenli olan küresel şirketlerin başını çektiği küreselleşme sürecini, Batı’nın küresel hâkimiyetini pekiştirecek bir yeni adım olarak gören, hatta “emperyalizmin yeni oyunu” olarak niteleyenler hayli fazlaydı.
Aradan küreselleşme sürecinin belirleyici olduğu dönemde, dünyanın bütün dengelerini değiştiren çok ilginç gelişmeler yaşandı ve beklenenden çok farklı bir sonuç çıktı ortaya. Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 30’unun yaşadığı iki ülkeden Çin’in dünya ekonomisindeki payı yüzde 5’ten yüzde 17’ye, Hindistan’ın payı ise yüzde 3’ten yüzde 7’ye çıktı. Buna karşılık ABD’nin payı yüzde 22’den yüzde 17’ye Almanya-Fransa-İngiltere’nin toplam payı yüzde 13’ten yüzde 8.5’e, Japonya’nın payı yüzde 7’den yüzde 4.5’e düştü. IMF’nin son verilerine göre Batı’nın ve Japonya’nın dışında kalan ülkelerin dünya ekonomisindeki payı, (Satınalma Gücü Paritesi ile yapılan hesaplamaya göre), yüzde 50’nin üzerinde ve Çin dünyanın en büyük ekonomisi haline gelmiş durumda.
Bu süreçte Çin ve Hindistan gibi “Yükselen Pazar” (YP) ülkelerinde geniş kitleye yansıyan reel gelir artışları olurken ABD ve birçok Avrupa ülkesinde geniş kesimin reel geliri yerinde saydı. Batı’da geniş kesim bu süreçten kârlı çıkmadı ama Batı’nın küresel şirketleri ve onların küresel ağı (global network) içinde yer alanlar ve küreselleşmeye paralel olarak yaşanan teknolojik atılıma öncülük edenler bu süreçte çok hızlı zenginleşme fırsatını elde ettiler. Başta ABD olmak üzere Batı ülkelerindeki eşitsizlik hızla arttı.

Küresel elitlere tepki var
Küreselleşme süreci 2002-2007 döneminde altın çağını yaşadı. YP ülkelerinde ortalama büyüme hızı yüzde 8.5’in üzerine çıktı, dünya ekonomisi yüzde 5.5’i aşan bir büyüme hızını yakaladı. Ancak 2008 yılında doruğuna varan küresel finansal kriz bu altın çağın sonunu getirdi. Krizde dibe vuran büyüme hızları hâlâ kriz öncesi dönemin yanına bile yaklaşamadı. Özellikle Avrupa’da durgunluk sürdü ve yüksek işsizlik önlenemedi, kitlelerdeki huzursuzluk artarken bu gidişata bir sorumlu aranmaya başlandı.
Bu sorumluyu bulmak çok zor olmadı. Küreselleşmeyi savunan, küresel şirketlerin ve bankaların küresel ağları içinde yer alanlar, ayrıca Avrupa Birliği, IMF, Dünya Bankası, OECD gibi uluslararası kuruluşların yönetiminde rol alarak küresel sisteme destek verenler ve bu sonucun ortaya çıkmasına yol açan ulusal hükümetler hedef haline geldi. ABD’den Avrupa’ya pek çok ülkede giderek genişleyen bir kesimin paylaştığı algıya göre, hedef haline getirilen ve “küresel elitler” olarak nitelenen bu küçük azınlık, küresel sistemin kaymağını yiyor ve geniş kesimi, sıradan insanların bozulan durumunu dikkate almıyordu. İlk yapılacak şey bu küresel elite ve onların savunduğu sisteme “kırmızı kart” göstermek olmalıydı.
Son dönemde Batı ülkelerine yönelik göç baskısının artması ve terör olaylarının yaygınlaşması da bu algının güçlenmesine yol açtı ve bugünkü noktaya gelindi. Şimdi gelinen noktada tepkisini sandığa yansıtmak isteyen kitlelerin taleplerine cevap bulmanın aslında hiç de kolay olmadığı meydanda ama bir kolay yolun var olduğunu savunarak geniş kesimin tepkisine tercüman olanların yıldızının yükseldiği de bir gerçek.
İngiltere’de “Brexit” cephesinin zafere ulaşması ve ABD’de Donald Trump’ın başkan seçilmesi küreselleşme için “kırmızı kart” anlamına gelebilir ama bu olasılıkların gerçekleşmemesi halinde bile, bugünkü işleyiş biçimiyle çıkmaza girmiş görünen küresel kapitalizme en azından bir “sarı kart” gösterilmesi gerekiyor.

Akıl ve bilgi düşmanlığı ürkütüyor
ABD’de, Avrupa’da ve başka ülkelerde dünyanın gidişatına duyulan tepkiyi istismar eden siyasetçilerin yıldızı parlarken onlara umut bağlayan insanların sergilediği davranış tarzı da çok ürkütücü boyutlar kazanıyor. Rasyonel düşünceyi dünyaya yaymış olan İngiltere ve ABD gibi ülkelerde şimdi sergilenmekte olan “küresel elit” düşmanlığı açıkça bilgili ve birikimli insan düşmanlığına dönüşmeye başladı.
Örneğin İngiltere’deki “Brexit” tartışmalarında, ülkenin AB dışında kalması halinde ortaya çıkabilecek olan çok ağır ekonomik fatura yetkili kişiler ve ciddi ekonomistler tarafından verilere dayanarak ortaya konduğu halde “Brexit” kampı bunları ciddiye bile almadı. Sadece “bu karamsar tahminleri yapanlar zaten küresel şirketlerin sözcüleri” diyerek onlara kara çalmaya çalıştı. Buna karşılık “Brexit”i savunanların ortaya koyduğu çözüm önerileri bugünkü dünyanın gerçekleriyle bağdaşmayan temennilerden ibaret.

Türkler gelir korkusu
“Brexit” cephesinde kantarın topuzunun tamamen kaçmış olduğunu gösteren en çarpıcı örnek ise, İngiltere’nin AB’de kalması halinde, “çok yakında AB üyesi olacak olan” Türkiye’den milyonlarca kişinin İngiltere’ye göç edeceği iddiası.
İngiltere gibi aklın ve rasyonel düşüncenin öne çıktığını düşündüğüm bir ülkede bile böyle bir tablonun ortaya çıkması gerçekten kaygı verici. Belli ki oldukça geniş bir kesim duygusal tepkiyle çözümü geçmişte arıyor. Akıldışı çözümlere umut bağlanıyor, eski güzel günlere dönüş özlemine prim veriliyor.
Gidişattan memnun olmayan insanların demokrasi içinde sorunlarına çözüm araması doğal ve hele imparatorluk mirasçısı bir ülkede eskiye dönüş özleminin duygusal bir cazibesi var; ama bilgi ve deneyim sahibi herkesi düşman sayan anlayışın tehlikesi de ortada.
Yapılan bir anketin sonuçları, “Brexit” cephesinde yer alanların yüzde 30’unun akademisyenlere, yüzde 38’inin ekonomistlere, yüzde 45’inin İngiltere Merkez Bankası’na, yüzde 75’inin İngiltere’deki politikacılara, yüzde 85’inin de diğer dünya liderlerine hiç güven duymadığını gösteriyor.
Ben İngiltere’den umudumu henüz kesmiş değilim ama “Brexit” cephesinin kesin bir zafer kazanması halinde yeniden bir durum değerlendirmesi yapmam gerekecek her halde.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları