Olaylar Ve Görüşler

‘Yukarıdakiler’ ve ‘Aşağıdakiler’ Arasında SYRİZA Hükümeti

28 Ocak 2015 Çarşamba

SYRİZA’nın devri hükümetinde neyi yapmayı başarıp başaramayacağı tartışması bir yana, radikal bir sol partinin bir AB ülkesinde iktidara geliyor oluşu, ‘tarihsel’ sıfatını gerçekten hak eden bir gelişme. SYRİZA’nın oluşturduğu hükümetin Yunanistan’da ‘krizin faturasını krizi yaratanlara ödetmek’ hususunda ne yapıp yapamayacağı tartışması bir yana bu zaferin moral-politik önemini asla atlamamak gerekiyor.

Yunanistan’da pazar günü gerçekleştirilen milletvekili seçimleri neticesinde SYRİZA’nın (yani Radikal Sol Koalisyon’un) iktidara gelişi, ulusal ve uluslararası basında geniş bir ilginin konusu oldu. SYRİZA’nın bu gerçekten büyük başarısının ardından ne yapacağı, nasıl bir siyasal doğrultu tutturacağı elbette şimdiden merak konusu. Ancak SYRİZA’nın devri hükümetinde neyi yapmayı başarıp başaramayacağı tartışması bir yana, radikal bir sol partinin bir AB ülkesinde iktidara geliyor oluşu, “tarihsel” sıfatını gerçekten hak eden bir gelişme.
Yunanistan’da “albaylar cuntasının” devrilmesinin ardından ilk kez merkez sağ Yeni Demokrasi ve merkez sol PASOK dışında bir siyasal oluşum seçimlerde birinci parti olup hükümet kurma yetkisi alıyor. Bu, ülkede son 40 küsur yıldır hâkim olmuş ve merkez sağla merkez solun fasılalarla birbirinin yerini alıp hükümet ve ana muhalefet koltuklarını işgal ettiği siyasal statükonun berhava olması demek. Yunanistan’da daha beş altı yıl öncesine kadar hemen her seçimde toplam oyların muhakkak yüzde 80 ve fazlasını elde eden bu iki partinin bugün müşterek oyu yüzde 30’lara gerilemiş halde. Siyasetin eski merkezinde tam manasıyla bir çözülme söz konusu. Bilhassa geçmişin o kudretli PASOK’unun toplumsal tabanında artık adeta yeller esiyor.

***

Siyasal merkezde yaşanan bu çözülmenin Yunanistan’a has bir gelişme olmadığını geçerken hatırlatalım. Avrupa’da, bilhassa AB’nin “güneyinde” akut bir mahiyet arz eden kapitalist kriz, parlamenter siyasetin son 40 küsur yıllık uzlaşmalarını dağıtıcı bir etkide bulunuyor. “Latin Amerika tipi” bir neoliberalizmin IMF ve AB kurumları eliyle dayatıldığı Yunanistan ya da İspanya gibi ülkelerde “merkezin” aşındığı, merkez partilerin toplumsal art alanında ciddi bir çözülmeye neden olduğu aşikâr. Krizin ve özellikle “krizi fırsata çevirmeye” heveslenen sermaye lehine politikaların müsebbibi olduğu ve bir dizi Avrupa ülkesini adeta bir sosyal haklar mezbahasına çeviren toplumsal felaket, siyasal alanı sola ve (maalesef) sağa doğru kutuplaştırıyor. Özellikle kapitalist kriz karşısında neoliberal itikadı sorgulayan bir politik yanıt geliştiremeyen geleneksel sosyal demokrasinin bugün neredeyse tüm kıtada tarihsel bir krizle karşı karşıya olduğu pekâlâ söylenebilir.

***

Tam da bu bağlamda SYRİZA’nın Yunanistan’daki başarısı, hemen hemen bütün Avrupa’da önümüzdeki dönemde başka ülkelerde de (mesela İspanya’da) tekerrür edebilecek bir gelişme olarak ilgi, sempati ve elbette bazılarınca da kaygıyla takip ediliyor.
SYRİZA’nın (Bağımsız Yunanlar adlı Yeni Demokrasi’den kopma sağ partiyle) oluşturduğu hükümetin Yunanistan’da “krizin faturasını krizi yaratanlara ödetmek” hususunda ne yapıp yapamayacağı tartışması bir yana bu zaferin moral-politik önemini asla atlamamak gerekiyor. Neoliberalizmin Avrupa’daki (ta Thatcher’a, bizde de Özal’a geri giden) şu uzun tarihinde ilk kez yapısal uyum programlarının, kesinti paketlerinin “geri döndürülemez” olduğuna dair hâkim kanaatte ciddi bir çatlak oluşmuş oluyor.
Son otuz yılda Avrupa’da ilk defa neoliberal politikalara karşı (eksiğiyle gediğiyle de olsa) belli bir tutum alan, bu politikaların sınıf karakterini şu ya da bu ölçüde sorgulayan bir parti hükümet etme noktasına geliyor. Bu (SYRİZA’nın olası performansından bağımsız olarak) Avrupa’daki moral güçler dengesinde ve hatta kıtanın siyasal güçler haritasında cidddi bir değişimi tetikleyebilecek bir gelişmedir.
SYRİZA’nın neyi, ne kadar becerip beceremeyeceği, kendisinden bağımsız iki parametreye, yani “yukarıdakilerin” ve SYRİZA’nın taleplerinin temsilcisi olduğu “aşağıdakilerin” tepkilerine bağlı olacak. “Yukarıdakiler”, yani başta AB ve IMF ile yerli-yabancı sermaye çevrelerinin SYRİZA’ya belli bir zaman ya da şans tanıyıp tanımayacağı tayin edici önemde. Daha baştan SYRİZA karşısında onu “terbiye etmeye” dönük düşmanca bir tutum alınması halinde zaten güç durumdaki Yunan ekonomisi ciddi bir sarsıntı geçirebilir.
Ülkede kesinti paketleri bağlamında kaç kamu çalışanının ne zaman işten çıkarılacağını dahi tayin eden Troyka’nın SYRİZA hükümetine ne kadar manevra sahası vereceği şimdilik meçhul. Ancak “yukarının” olası sert markajı karşısında SYRİZA’nın bir “orta yol” bulması, yani herkesi (yukarıdakileri de aşağıdakileri de) memnun edecek bir siyasal rota tutturması kolay olmayacaktır.
“Aşağının”, yani SYRİZA’nın ifadesi olmaya çalıştığı siyasal ve sosyal radikalizasyonun markajını da unutmayalım. SYRİZA’nın başarısını mümkün kılan, Yunanistan’da 2008 sonundan itibaren söz konusu olan, fasılalarla gelişen, bazen öne çıkıp bazen gerileyen büyük toplumsal seferberlikti. Ayaklanmalar, meydan hareketleri, sayısız grev, kooperatifler, özyönetim deneyleri, militan antifaşist hareket, gençlik hareketi vs. olmasaydı, yani toplumsal radikalizasyon olmasaydı SYRİZA’nın ülkedeki siyasal güç dengelerinde böylesi büyük bir değişimi gündeme getirmesi mümkün olmazdı. SYRİZA hükümeti bu sosyal-sınıfsal radikalleşmenin “iştahını” daha da açabilir.
Böyle bir durumda SYRİZA hükümeti “yukarının “markajı” ile “aşağının” talep ve mücadeleleri arasında sıkışabilir. İşte SYRİZA’nın kaderini belirleyecek olan da aşağısıyla yukarısı, yani Yunanistan’da giderek kızışan sınıf mücadelesinde nasıl bir tutum alacağına bağlı olacak gibi görünüyor. Daha işin başındayız…  

FOTİ BENLİSOY Araştırmacı/Yazar

 

-

 

Tarımda Yitik Yıl 2014

Türkiye 2014 yılında da tarımsal hammadde açısından dışa bağımlı kaldı, üstelik bu bağımlılık üretim açısından geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 4.9 küçülmeyle katlandı.
Buğday üretiminin kuraklığın da etkisiyle 2014 yılı sonu itibarıyla 16-18 milyon ton düzeyine ineceği belirtiliyor. 2013’te bu rekolte 22 milyon ton düzeyinde idi. Bu bağlamda tahıl üretiminin de bir önceki yıla göre yüzde 12.7 azalacağı öngörülüyor. Baklagiller, tütün, fındık, kayısı, elma, kiraz gibi birçok üründe de üretim düşüklüğü gözlemlendi.
Dokuma sanayiinin önemli girdisi olan pamukta dışa bağımlılık 2014’te giderek arttı. Bir önceki yıl 950 bin ton olan ithalatın 2014 yılında 1 milyon tona yaklaştığı belirtiliyor. Çiftçinin elektrik borçları, destekleme ödemelerinden kesildi.
Hayvancılık sektöründe hayvan sayısı ve üretim artarken fiyatlardaki dalgalanmalar ise sürdü. Özellikle kırmızı et üretiminde sağlanamayan fiyat istikrarı, üreticiyi olduğu kadar tüketiciyi de olumsuz etkiledi.
Diğer tarımsal girdiler yanında kaba yem ve kesif yem fiyatlarında da artış durmadı. Örneğin saman ve yemlik buğday fiyatlarının artışı enflasyonun üzerinde oldu. 2014 yılı içinde yemlik mısırda yüzde 32, besi yemi fiyatı ise yüzde 10’un üzerinde artış gösterdi. Bu durum, çok sayıda süt ve besi çiftliklerinin düşük kapasite ile çalışması yanında kimilerinin tasfiyesine neden oldu. Türkiye satılık çiftlikler ülkesine döndü.
2014 yılında da mazot, gübre, ilaç gibi girdi maliyetlerindeki artış yüksek bir seyir izledi. Buna karşılık çiftçinin eline geçen para giderek azaldı.
Gıda piyasasında oligopolleşme (2, 3 ya da 4 oyuncunun egemenliğinde şekillenen piyasa) doruk noktasına geldi. Bu da çiftçinin eline geçen fiyatlarla tüketici fiyatları arasındaki farkı giderek artırdı. Daha Türkçesi, tüketicinin gıdaya ödediği paranın çok az bir kısmı üreticiye giderken gıda fiyatlarının belirlenmesi gıda tekellerinin denetimine girdi. Örneğin tarlada 2.62 lira olan pirinç markette 7.73 liraya, 2.26 lira olan nohut 6.51 liraya pazarlandı.
Gıda fiyatlarındaki artış enflasyonu da tetikledi. Arzdaki sıkıntı, her yıl olduğu gibi 2014 yılında da tarımda ithalatı gündeme getirdi. Yetkililer 2014 yılında tarımda ortaya çıkan küçülmeyi, kuraklık, sağanak, dolu ve don olayları gibi olumsuz iklim koşullarına bağlıyorlar.
Ancak bu açıklamalar, tarımdaki küçülmeye yeter bir gerekçe olabilir mi? Bunun ekonomi politik yanını görmek gerekmez mi? Aksi durumda doğru politikalar üretebilir miyiz?
Bu olumsuz görünümün temel nedeni, günümüzde dünya ölçeğinde uygulanan tarım politikalarının Türkiye’ye de yansıması.
Bu politikalar ile küçük ve orta ölçekli “Aile Çiftçiliği” tasfiye ediliyor; onların yerine çokuluslu tarım-gıda şirketleri ile yabancı sermaye güdümlü Alışveriş Merkezleri (AVM) tarafından dayatılan endüstriyel tarım ve sözleşmeli üreticilik modeli öne çıkarılıyor. Bu politikalar Türkiye’de nasıl uygulandı?
• Tarımsal KİT’ler özelleştirildi, kapatıldı ya da işlevsiz duruma getirildi.
• Doğrudan desteklemeler giderek azaltıldı, istikrar kalmadı.
• İç pazarda geçici olarak yükselen tarım ürünü fiyatlarını düşürmek ve terbiye etmek amacıyla dışalımlar yapıldı.
• Çok sayıda çiftçi örgütleri kuruldu; ancak bu örgütlerin görev alanları çatıştırıldı. Böylelikle örgütlerin siyaset üzerinde etkileme gücü düşürüldü. Yukarıda anılan ekonomi politikalarıyla Türkiye’de bitkisel ve hayvansal üretim nüfus artışına koşut olarak artmadı. Ancak bu durum aynı zamanda kırsal kesimde önemli çözülmeleri gündeme getirdi;
• Kırdan önemli ölçüde göçler oldu. Bu göçler devam ediyor. Son yıllarda milyonlarca köylümüzün kente yerleştiği belirtiliyor.
• Kente yerleşen köylüler için sanayi ve hizmet sektöründe yeterince iş olanağı olmadığı için işsizlik arttı. İşsizlik, sadaka kültürünü yarattığı gibi kentlerde önemli güvenlik sorunlarını da ortaya çıkardı.
• Umarsız kalan köylüler arasında dayanışma mekanizması erozyona uğramaya ve binlerce yıldan beri oluşan kültürel yapı dağılmaya başladı. Bunun sonucunda bölgecilik, etnik ve dinsel yapılanmalar gibi ayrımlaşmalar ortaya çıktı.
Bu olumsuz görünüm içimizi karatmasın. Çıkış yolları var. Bunun yolları namuslu teknik adamlar, akademisyenler, örgütleri ile göstermelik muhalefet yapmayan önderleriyle birlikte üreticiler ve tüketicilerin bir araya gelmesiyle mutlaka bir gün bulunacak.  

Prof. Dr. MUSTAFA KAYMAKÇI



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları