Olaylar Ve Görüşler

Yaşamsal mı, modası geçmiş mi? - Prof. Dr. Alper H. Çolak

07 Eylül 2024 Cumartesi

Yıl 1368, Nürnberg. Dünya, insan eliyle yapılan ilk ağaçlandırma çabasına tanıklık ediyordu. Bu öncü hareket, Orta Avrupa’dan öteye geçerek diğer bölgelere yayıldı ve yok olmuş ormanların yeniden yeşermesine öncülük etti. Ancak Anadolu toprakları bu yeşerme rüzgârından yoksun kaldı; binlerce yıldır çıplak bırakılan bu topraklar zamanla daha da yoksullaştı. Osmanlı döneminde herkesin serbestçe faydalandığı “cibal-i mübaha ormanları”, denetimsiz ve sınırsız kullanım sonucu tükenmeye mahkûm oldu. 

Osmanlı kaynakları, bu dönemde şehir içi ağaçlandırmalar dışında kayda değer bir ormanlaştırma çabasının olmadığını gösteriyor. 1894-1916 yılları arasında, yabancılar tarafından kurulan birkaç hektarlık sembolik fidanlıklar dışında devletin başka bir fidanlığı bulunmuyordu. Anadolu’nun bir zamanlar 60 milyon hektar olan ormanları, 20 milyon hektara düşmüş ve bozkır alanı yüzde 13’ten yüzde 25’e çıkmıştı. 

BİLİNÇLİ AĞAÇLANDIRMA

Bu koşullarda, mevcut fidanlıklarla anlamlı bir değişim sağlamak olanaklı değildi. Tahrip edilmiş Akdeniz ormanları ve diğer bölgeler, doğanın kendini restore edemediği bir noktaya gelmişti. Bu tahribatların geri dönüşümünün, yalnızca bilinçli ağaçlandırma ve özel nitelikli restorasyon çalışmalarıyla mümkün olduğu dünya genelindeki örneklerle kanıtlanmıştır.

Bu adımın ardından, 1929’da İzmir’de, 1937’de Eskişehir’de ve 1938’de Sivas, Çankırı ve Elazığ’da büyük orman fidanlıkları hızla kurulmaya başlandı. 1960’larda Türkiye genelinde ağaçlandırma için kapsamlı planlar yapıldı ve yıllık 300 bin hektar hedeflendi. Sonraki yıllarda yıllık ağaçlandırma miktarı zirveye çıkarak 144 bin hektara ulaştı. Bu başarıyı pekiştirmek adına birçok yeni fidanlık açıldı. Ancak yıllar geçtikçe bu rakam dramatik şekilde azalmıştır. Eğer 2000’li yıllarda belirlenen hedeflere bağlı kalınsaydı bugün ülkemizin çıplak, erozyonla boğuşan ve su sıkıntısı çeken bölgelerinde 6 milyon hektar daha ormanımız olacaktı.

Yüzyıllar boyunca doğanın kendi kendini onaramadığı, erozyon ve sellerle boğuşan Akşehir Tekke Deresi (1959) ve Tokat Behzat Deresi (1955) gibi pek çok çıplak havza sonunda doğal türlerle yeniden ağaçlandırıldı. Akdeniz Havzamızda bu çabaların pek çok örneği vardır. Ne yazık ki son yıllarda ortaya çıkan ağaçlandırmaya karşı tutum, ülkemizde orman yangınlarının ardından gerçekleştirilen ağaçlandırma ile kombine edilmiş restorasyon çalışmalarının ya yapılmamasına ya da hatalı uygulanmasına yol açmıştır. Bu yanlış zihniyet, Ağaçlandırma Genel Müdürlüğü’nün kapatılmasına ve nitelikli ağaçlandırmacıların yetişmesine de engel olmuştur. 

Tohum kaynakları ve doğal ağaç, çalı türlerini dikkate almadan, gereksiz yerlerde dev dozerlerle yanan alanları sürüp ağaçlandırmak gibi yanlış teknikler eleştirilmek yerine, ağaçlandırmaya karşı bir düşmanlık güdüldü. Bu iki yaklaşım arasındaki farkın net bir şekilde anlaşılması şarttır. Aynı anlayış, 1945’te Prof. Dr. Besalet Pamay tarafından başlatılan bilimsel ilk yangın restorasyon çalışmasını da göz ardı etti. Dursunbey’de, 13 bin 500 hektarlık yanmış alanda yapılan restorasyon, bitişiğindeki yanmayan bölgeyle karşılaştırıldığında doğanın adeta yeniden yaratıldığını gözler önüne seriyor. Bu olağanüstü başarı, ülkemiz ormancılığının gururu olmasına karşın takdir edilmemiştir.

SORUMLULUK ALMAK

1947’de Ord. Prof. Dr. Mazhar Diker ve Dr. Kemal Savaş, “Yurtta Orman Azalması” adlı eserlerinde orman azalmasını açıkça ortaya koyarak 1926 haritasındaki Akdeniz Bölgesi’nde koruların yerini bozuk korular ve çalılıkların aldığını belirtir ve “Bu kitabı yayımlamak, orman azalmasını somut olarak göstermek ve tehlikenin büyüklüğünü anlatmak istedik” derler. Konunun önemini şu şekilde açıklarlar: “Koru ormanlarının çalılıkla yer değiştirmesi uzaktan aynı yeşilliği verebilir ama orman yok olduktan sonra kalan maki çalılıkları yanıltıcıdır. Orman nadiren birdenbire kaybolur; önce çalı, sonra açık alan olur. Bu nedenle, halkı ve akademisyenleri ormansızlaştırmanın tehlikeleri konusunda ikna etmek zor. Çalılıklardan çıplak araziye geçişin ikinci aşaması olduğunu fark eden pek az insan var.”

Anadolu toprakları kan ağlıyor. 1368’de Nürnberg’de keşfedilen ağaçlandırma yöntemleri, Atatürk önderliğinde hızla ülkemize kazandırıldı ve 1980-1990 yıllarında FAO tarafından takdir edildi. Ancak Atatürk tarafından başlatılan ve Cumhuriyetle kazanılan 100 yıllık ağaçlandırma deneyiminden, dünyanın 656 yıllık ağaçlandırma tecrübesinden habersiz bazı akademisyenler sosyal medyada “yangın sonrası onarımda, vasat, modası geçmiş ve zararlı ağaçlandırma yaklaşımları” şeklinde eleştirilerde bulunuyor.

Bugün, hâlâ “yangınlarla ormanların yok olmasından korkmayan bilim insanlarının varlığı” şaşırtıcıdır. Bu tehlikeli eğilim, doğanın restorasyonunu ve gelecek nesillerin geleceğini tehdit ediyor. Ormanları yok edenlerin, “Şimdi doğaya şans veriyorum” diyerek kenara çekilmesi yerine, bilimi etkin kullanarak sorumluluk almaları gerekiyor. 

Doğayı yeniden canlandırmak ile yok etmek arasında ince bir çizgideyiz; bu gerçeği göz ardı etmek, gelecek nesillere yapılacak en büyük ihanet olacaktır. “Meslek icabı ömrümüzü memleket ormanlarında geçirip, onların azaldığını görerek duyduğumuz ıstırapla yaşıyoruz. Ancak ne yazık ki bu durumu ve ciddiyetini anlatmakta büyük güçlük çekiyoruz” diyen ve Orman Genel Müdürlüğü vekilliği de yapmış olan hocamız Ord. Prof. Dr. Diker ile aynı kaderi 2024 yılında yaşamak zorunda kalışımız oldukça düşündürücüdür. Tarih, bir kere de tekerrür etmesen ne olur!


PROF. DR. ALPER H. ÇOLAK
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ - CERRAHPAŞA
ORMAN FAKÜLTESİ



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları