Olaylar Ve Görüşler

Sıkı Fıkı AKP Devleti

05 Ocak 2015 Pazartesi

İç güvenlik paketinin asıl hedefi PKK ve şehir eylemleri değildir. Esasen böyle güvenlik paketleriyle etnik milliyetçi kalkışmaların üstesinden gelmek de mümkün değildir. Asıl gerekçe, yeni rejim inşasının önüne çıkan engelleri temizlemektir.

Yeni yılda yasamanın ilk sırasını iç güvenlikle ilgili torba yasanın alması planlanıyor: “Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu (PVSK) ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”.
Tasarının gerekçesi, Kobani çatışmaları vesilesiyle yaşanan 7-8 Ekim olaylarına dayandırılmakta ve bundan, “yeni tedbirler alınmasını zorunlu kıldığı” sonucuna varılmaktadır. Bunun bir gerekçeden ziyade bir bahane olduğuna dikkati çekelim. TSK’nin kışlasına çekildiği son iki yıllık “ateşkes” döneminde, alan hâkimiyetinin PKK’ye geçtiğini bilmeyen yok ve bunu bakanlar bile dile getiriyor. Dolayısıyla, “çözüm” müzakerelerinde Kürt siyasi hareketinden bölgede “kamu düzeninin” sağlanmasını talep eden bir iktidarın asli gerekçesi Kobani tepkileri olamaz.
Bu paketin asıl hedefi PKK ve şehir eylemleri değildir. Esasen böyle güvenlik paketleriyle etnik milliyetçi kalkışmaların üstesinden gelmek de mümkün değildir. Onun kendi siyasi mecrası vardır ve artık bir polis devletinin koyulaştırılması üzerinden baş edilemez.
Peki, asıl gerekçe nedir? Asıl gerekçe, yeni rejim inşasının önüne çıkan engelleri temizlemektir. 2007 Cumhuriyet mitingleri ve 2013 Gezi Direnişleri, AKP’nin yeni rejim inşasına karşı çıkan en güçlü kitlesel tepkileri oluşturmuştur. Bunlardan birincisi, Cemaatle işbirliği yapılarak ve potansiyel tehdit olarak görülen TSK’yi de hedefe koyarak sindirilmiştir. Ancak bu “sindirmeden” sonra Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir kitlesellik ve kararlılıkla AKP’nin toplum projesini reddeden Gezi Direnişi’nin ortaya çıkabilmesi, yeni muktedirleri şaşkına uğratmıştır. Soma, Yatağan, Yırca gibi işçi-köylü direnişleri de artık yeni halk tepkilerinin her an patlayabileceğini göstermiştir. Buna eklenen iktidar içi kapışmalar ve 17 Aralık 2013 sonrasında yolsuzlukların gizlenemez duruma gelerek yönetimin meşruluğunu tehdit etmesi, iktidardan gitmemek üzere gelmiş olan siyasi hareketi hukuk düzeninde yeni otokrasi arayışlarına itmiştir.
Bunun en sıcak örneği 2 Aralık 2014’te yasalaşan “yargı paketi” olmuştu. Şimdi bunun peşine takılmak istenen “iç güvenlik paketi”ni meşrulaştırmak için iktidar kanadı, gelişmiş ülkelerdeki kimi güvenlikçi düzenlemeleri cımbızla çekerek ve o ülkelerin mevzuatındaki dengeleri ve demokratik kamuoyu tepkilerini yok sayarak kendisine gerekçe bulmaya çalışmaktadır. Bu bakımdan, tasarının gerekçesindeki “özgürlükgüvenlik dengesini bozmadan tedbir almak” iddiası da, gerçek niyetleri perdelemekten başka bir işleve sahip değildir.
Türkiye’de zaten dengesiz olan “özgürlük-güvenlik” ilişkisinde sarkacın güvenlikçi devlet yönüne ölçüsüz derecede kaymasına yol açacak aşırılıklar tasarıda saymakla bitmiyor:
- Kolluğu güç, silah ve yetki (arama, gözaltı, dinleme) kullanımında kontrol dışına çıkarabilecek aşırı bir serbestlik/ keyfilik alanı oluşturulması;
* Bu kapsamda, adli arama ve yakalama yerine idari arama ve yakalamanın geçmesi, “önleme yakalaması/tehlike yakalaması” gibi yeni kavramlarla suç oluşmadan önce yakalamaya imkân tanınması (“Azınlık Raporu” bilimkurgu filminde olduğu gibi) ve bunun kolluk inisiyatifine bırakılması; (savcının bilgisi dışında gerçekleşeceği için suçun ortaya çıkmadan önlenmesi eylemi, bireysel özgürlüklere yeni bir tehdittir ve Türkiye pratiğinde emniyette kaybolan kişiler listesinin uzamasına yol açabilecektir);
* Polise “boyalı su” sıkma yetkisi verilmesi, böylece anayasal gösteri hakkını kullananların peşinin bırakılmaması; kolluğa, elinde ateşli silah olmayan göstericilere ateşli silahla karşılık verme yetkisi verilmesi;
* Polis ve jandarmanın 24 saatlik gözaltı yetkisinin 48 saate çıkarılması;
* Önleme dinlemesinde hâkimin 24 saat yerine 48 saatte karar verebilmesi;
* Valiye, savcı yetkileri vererek yürütmenin aşırı güçlendirilmesi;
* Jandarmanın önemli ölçüde İçişleri Bakanı ve valilerin denetimine sokulması;
* İktidar içi çatışma doğrultusunda emniyet teşkilatında yeni bir tasfiye başlatılması...
Bunlara, Büyükşehirlerde Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı’nı valinin emrinde “atama bir il özel idaresi”ne dönüştüren düzenleme de eklenebilir.
Özetle, merkeziyetçiliği güçlendirip erkler ayrılığını nominalleştiren; demokratik halk tepkilerini bastırmak adına bir korku toplumu oluşturmaya yönelen bir tasarının, kişi hak ve özgürlükleri için yeni bir tehdit oluşturacağı açıktır. Yönetim meşruiyetini giderek yitiren iktidar, koşar adım faşizme gitmektedir. Ama bu düzenlemelerin dahi yeterli olmayabileceği bir kitlesel tepkiler dönemine girilmektedir.  

OĞUZ OYAN CHP İzmir Milletvekili

 

--

 

Umberto Eco ve Faşizm

Çocukluğunun iki yılını silahlı çatışma içinde geçiren Umberto Eco, SS’ler, faşistler ve partizanlardan nasıl sakınılacağını öğrenip “özgürlük” sözcüğünün anlamını kavrıyordu. Halkın yönetimlere ne türde tepkiler verdiğini 2. Dünya Savaşı sırasında gözlemleyip, halkın yönetimlere göre şekil aldığını belirtmiştir. Eco dönemin din anlayışı ve Mussolini’nin felsefesine de değiniyor: “Mussolini’nin bir felsefesi yoktu, yalnızca belagati vardı. Başlangıçta ödün vermez bir ateistken, sonradan kilise ile konkordato imzalamış ve faşist flamaları kutsayan piskoposlarla iyi ilişkiler içinde olmuştur.”
Mussolini döneminde sanat ve edebiyat alanında faşist rejim ile taban tabana zıt olsa bile bazı akımlar engellenmemiştir. Bunun nedeni ise bu sanat ve edebiyat eserlerinin halkın gözünde anlaşılmaz olmasıdır. Ancak bu İtalyan faşizminin kesinlikle hoşgörülü olduğunu göstermiyor. Gramsci ölene kadar hapiste kalmış, muhalefet liderleri suikastlara kurban gitmiş, özgür basın susturulmuş, sendikalar dağıtılmıştır. Yasama erki kâğıt üstünde kalmış, hem yargıyı hem kitle iletişim araçlarını denetleyen yürütme gücü doğrudan yeni yasalar çıkarmıştır.
Eco faşizmi 14 ayrı başlık altında tanımlarken günümüze ışık tutar:
1. Eco’ya göre faşizmin ilk özelliği gelenek kültü’dür. Gelenekçilik faşizmden çok daha eskidir. Kendi geleneklerine bağlılık varken diğer kültürler dışlanır.
2. Faşizmde düşünme yoktur, sadece faşist eylemler vardır. Eylem için eylem sürekli vurgulanır. Faşizmde entelektüel düşünceye karşı bir tavır alış vardır. Eco burada Goebbels’in “Ne zaman kültürden söz edilse tabancamı çekerim” sözünü hatırlatıyor.
3. Faşizm eleştiriyi reddeder. Faşizmde görüş ayrılığı ihanettir.
4. Faşizmde farklılıklar korku kaynağıdır.
5. Eco’ya göre faşizmin ekonomik bir bunalım döneminde alt kesimlerin baskısına karşı kendine destekçi arar ve bu destekçi “eski proleter - yeni burjuva”dır.
6. Faşizmde yandaşların bir araya gelebilmesi için ortak düşmana ihtiyaç vardır. Faşizm yandaşları kendilerini bir düşman tarafından sıkıştırılmış hissetmelidir. Bu durumlarda genellikle yabancı düşmanlığı ve göçmen karşıtlığına başvurulur. (Bkz. Altın Şafak)
7. Faşizmde insanlar kendilerini yabancıların zenginliği altında ezilmiş hissetmelidir. Eco’ya çocukluğunda İngilizlerin “günde beş öğün yemek yiyen halk” olduğunun öğretilmesi buna bir örnektir.
8. Faşizme göre yaşamak için mücadele edilmez, “mücadele etmek için” yaşanır. Faşizm barışseverliği düşmanla işbirliği olarak görür. Çünkü yaşam sürekli bir savaştır.
9. Her yurttaş partiye üye olmalıdır. Liderin gücü kitlelerin zayıflığından gelir. Kitleler o kadar çaresiz ve zayıftır ki bir kahramana ihtiyaç duyar.
10. Faşizmde herkes kahraman olmak için yetiştirilir. Kahramanlar nerdeyse mitolojik varlık haline getirilir. Onlara göre ölüm en büyük kahramanlıktır. Günümüzde özellikle askeri okullarda bu kahramanlık öğretilirken, zorunlu askerlik ölümün getireceği kahramanlıkla görev haline getirilir.
11. Faşizm kadını küçük görür.
12. Faşist yönetimlerde demokratik seçimler yoktur. Lider kitlelerin sözcüsü konumundadır. Propaganda ile bireysel düşünceler etkilenerek, kitlelerin aynı şeyi düşünmesi sağlanır.
13. Okul ideolojik aygıtların başında gelir. Tüm okul kitaplarında, karmaşık ve eleştirel akıl yürütmenin araçlarını sınırlandırmak üzere, son derece sınırlı, kısıtlı bir sözcük dağarcığı ve ilkel bir sözdizimi temel alınır.
Eco, faşizm sonrası özgürlük kavramının unutulmaması gerektiğini ve faşizmin her zaman askeri değil sivil kıyafetle de karşımıza çıkabileceğini belirtir. Eco, görevimizi “faşizmin maskesini düşürmek ve ona karşı her an dikkatli olmak” olarak açıklamaktadır.
Umberto Eco’nun engin bilgisi ile yazıyı şöyle bitirelim: Özgürlük ve kurtuluş, asla sonu gelmeyecek bir görevdir. Sloganımız şu olsun: “Unutmayın.”

MURATHAN BİRİNCİ Kocaeli Üniversitesi Gazetecilik Yüksek Lisans öğrencisi  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları