Olaylar Ve Görüşler

Sekülerizmi savunmalıyız

03 Eylül 2016 Cumartesi

Yıllar boyunca liberal bir ezber olan “özgürlükçü laiklik” tanımı inanç konusundaki tüm sorunları çözen sihirli bir değnek olarak sunuldu. Peki, durum gerçekten öyle mi?

Halihazırda Batı’da da laiklik, devletin inançlar karşısında nötr kalması olarak tanımlanıyordu. Bu bakış açısı, insanların hoşgörü ortamı içerisinde inançlarının gereğini yerine getirmesi (veya getirmemesi) özgürlüğüne dayanıyordu. Peki ya siyasal İslam denilen örgütlenme biçimi, devlete, topluma hatta gündelik yaşama karşı nötr değilse; o zaman ne olacaktı?

Yabancılaşma hissi
Yaşama dair hiçbir şeyi dışarıda bırakmaya niyeti olmayan siyasal İslam anlayışı, özgürlükçü laikliğin kulağa hoş gelen retoriğine sığınarak gitgide egemen oldu bu topraklarda. Ve sonuçta 15 Temmuz akşamı bir devletler savaşı yaşandı. Devlet mekanizmasını savunanlar da onu şiddet yoluyla ele geçirmeye çalışanlar da varoluşlarını bir şekilde siyasi İslama dayandıran güçler olarak belirdiler laik Türkiye Cumhuriyeti’nde. Siyasal İslamcıların bu “hüneri”, ülkenin seküler kesimlerinde ister istemez derin bir yabancılaşma hissini de tetikledi.
Bu yaşananlar tahayyül sınırlarının ötesinde olsa bile, seküler kesimin azınlık psikolojisine girmesi hatadır. Elbette ki devlet erkinin toplumsal hayatı düzenleme gücü yadsınamaz. İktidar uzun yıllardır bu gücünü hoyratça kullanıyor ve toplum hızla değişiyor. Ardı arkası kesilmiyor hayatı ele geçirme çabasının. Ama Cumhuriyet’in en büyük başarılarından biri kendi kuruluş felsefesini özümseyen, kemikleşmiş ve oldukça geniş bir eğitimli orta sınıf yaratabilmesidir. Ve unutulmamalıdır ki bu kesimler hâlâ dipdiridir.

İnsanca bir özgürlük
Laiklik, devlet mekanizmasının o soğuk ruhunda var olur. Varsın o ruha temas etme, onu düzenlenme gücümüzü yitirmiş olalım. Sekülerizm her zaman bizimdir, yaşamın kendisidir; aldığımız nefes kadar yakınımızda durur. Ve bize yeni bir savunma hattı inşa etmemiz gereken çizgiyi gösterir. Umutlu olmalıyız çünkü 21. yüzyılda yaşamaktayız. Umutlu olmalıyız çünkü seküler yaşamın cazibesi başka hiçbir hayat tarzında yok.
Arkaik alternatiflerin çekim güçleri oldukça sınırlıdır. Çünkü insana insanca bir özgürlüğü vaat eden yalnızca seküler dünya görüşüdür. Denilebilir ki özgürlük diye bir talebi olmayan, hakikat söz konusu olduğunda ona sırtını dönen antidemokratik uygulamalara da oh olsun tepkisi veren bir çoğunlukla karşı karşıyayız. Oldukça güçlü bir tarihsel blok olarak dikildiler karşımıza ve toplumu muhafazakâr bir yapıya dönüştürmek için atılan adımlardan hiç de şikâyetçi değiller. Bu bloğa ancak mevcut seküler sosyalleşme alanlarını gözümüz gibi koruyarak ve bu özgürlük uzamlarını büyüterek karşı konulabilir.
Bildiğimiz gibi yaşamakta her ne pahasına olursa olsun ısrar etmeliyiz. Bunu kendimiz için olduğu kadar gelecek kuşaklar için de yapmalıyız. Seküler yaşam tarzı, bir seçim olduğu kadar bir mücadele ve telkin alanıdır da artık. Devletin herhangi bir kurumdan, bir partiden ya da mezhepsel bir gruptan laikliği korumasını beklemenin dönemi çoktan kapandı. Sekülerizmi böyle bir hayat tarzını benimsemiş olan herkes gözü gibi savunmalıdır. Devlet aygıtının laik olmayan düzenlemelerinden kaçıp kurtulacak bir iradeyi yaşatmaktan başka bir çaremiz yok.
Kamusal alandaki yaşam coşkusunu hiçbir zaman ele geçiremeyeceğini bilen muhafazakâr dünya görüşü, onu budamaya çalışmaktan başka bir çare bulamayacaktır. Ama bunu başarmasına da imkân yok. Çünkü aşk, neşe, tutku, hoşgörü, bilgi, yaratım yani yaşamın ta kendisi hâlâ tüm coşkusuyla seküler uzamlarda akıyor ve akacaktır. Her zaman güveneceğimiz gizil gücümüz yaşamda ve özgürlükte yatıyor. Hiçbir zaman tükenmeyecek olan iki kaynakta. Bu nedenle sekülerimizi yaşamak, artık hayatı savunmaktır.

EMRE CANER Yazar



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları