Olaylar Ve Görüşler

Rahatı kaçan orman

22 Mart 2016 Salı

Yetkililer her zamanki gibi içinde bulunduğumuz Ormancılık Haftası boyunca da ormanları nasıl koruduklarını, bir ağaç kesmişlerse 10 “ağaç” diktiklerini, ağaçlandırmada dünyada ilk üçe girdiklerini ballandırarak anlatacaklar. Nasıl olsa sorgulayan yok. Ya da sorgulayan olsa da sesi duyulmuyor. Bu yüzden rahatı kaçan ormanı biri anlatmalı. “Bir ağaç kesmişsek, 10 ağaç diktik” söyleminden başlarsak eğer; iktidar çevrelerinde en alttan en üst düzeye kadar yaygınlaşan, ormanı tek ağaç seviyesine indirgeyen bu yanıltıcı ifadenin, artık bütün “yatırımcı” işadamlarının dilinde olduğunu söylemek mümkün.

 

Doğal ekosistem

Bu ifadeyi sarf edenler; ormanın sadece ağaçtan ibaret olmadığını, canlı ve cansız varlıklar arasındaki karşılıklı ilişkiye dayanan ve binlerce yılda hayat bulmuş doğal bir ekosistem olduğunu göz ardı ediyor, nereye dikilip dikilmediği, ileride bir ağaca dönüşüp dönüşmeyeceği bile belli olmayan fidanları önce ağaç, sonra da orman sayıyor olmalı. FAO’nun Küresel Orman Kaynakları Değerlendirme Raporu’nda 2010 ile 2015 yılları arasında orman varlığını arttıran ilk 10 ülke arasında Türkiye yok. Yılda 1.5 milyon hektar artışla Çin birinci, Fransa 113 bin hektarla onuncu sırada. Diğer yandan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu 2013 yılında; yılda ortalama 369 bin hektar ağaçlandırma yaptıklarını ve ağaçlandırmada dünyada ilk üçe girdiklerini iddia etmişti. Oysa 2003 ile 2014 yılları arasındaki 12 yıllık dönemde yapılan ağaçlandırma miktarı bakanlığının kendi kayıtlarına göre; toplam 433 bin hektar, yani yılda ortalama 36 bin hektar. Sayın bakanın bahsettiği afaki rakam, aslında teknik olarak ağaçlandırma sayılmayan erozyon kontrolü ve rehabilitasyon çalışmalarının ağaçlandırma kalemine dahil edilmesiyle meydana gelen aldatıcı bir rakam.

 

Ormancılık dışı amaçlar

Peki, gerçek ağaçlandırma rakamları bu kadar düşükse Türkiye’nin orman alanları nasıl artıyor? Orman alanlarıyla ilgili artışın başlangıcı olarak 1973 yılı gösterilmekte. Herkesin bildiği gibi o yıllardan günümüze köylerden kentlere yoğun göçler oldu. Boşalan tarlalar ve meralar zamanla kendiliğinden ormana dönüştü. Ülkedeki orman alan ve servetindeki artışın en önemli nedeni; demografik değişimler, yani değişen toplumsal yapı.

Orman Genel Müdürlüğü 2003 yılında 7 milyon m3 endüstriyel odun üretmişken, bu rakam 2014 yılında 15 milyon m3’e ulaştı. Hükümet tarafından başarı olarak görülen bu artış, aslında orman ekosistemlerine büyük zarar veriyor. Ormanlarımızı bekleyen en önemli tehlike ise; ormanların ormancılık dışı amaçlar için kullanımının bu iktidar döneminde oldukça kolay hale getirilmesi. Mevcut iktidarın ekonomik büyüme odaklı kalkınma politikaları orman, akarsu vb. doğal kaynaklardan sağlanacak gelirin en üst seviyeye ulaştırılmasını hedefliyor. Bu nedenle iktidarın bu politikalara göre oluşturduğu yeni mevzuat ormanlardan hemen hemen her türdeki ormancılık dışı yararlanmayı kolaylaştırıyor. Ormanlar; havalimanı, çevre yolları, vb. büyük altyapı projeleri ile enerji santralları ve onların iletim hatları için tıraşlanıyor, madencilik ve turistik amaçlar için gözden çıkarılıyor. Hızla sayısı artan ve süresi 49, hatta 99 yıla çıkarılabilen bu tahsislerle birlikte orman alanları paramparça ediliyor.

Ormancılığımızın geçmişinde devletin ormanları halkın baskısından korumak için aldığı tedbirler ve yaptığı mücadele vardı. Günümüzde ise tam tersine; ormanların ve kendi yaşam ortamlarının hızla yok olduğunun farkına varan insanların giriştiği yerel mücadelelerle, ormanlar halk tarafından devletin ve özel sektörün gazabından korunmaya çalışılıyor. Kısacası önce rahatı kaçan bir ağaç vardı, sonra orman oldu. Şimdi de halk eklendi rahatı kaçanlara. Merak edilen şu; sıra yönetenlere gelecek mi?

Prof. Dr. ERDOĞAN ATMIŞ
Ormancılık Politikası Uzmanı



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları