Olaylar Ve Görüşler

Parti devleti anlayışı ile yeni anayasa yapılamaz - Gülizar Biçer KARACA

10 Ekim 2023 Salı

“Tek adamlar normların, kurumların sınırlamalarından kurtulmayı başarmış ve böylece devlet politikalarını kendi saçma arzularına tabi kılabilmiş insanlardır (hemen hepsi erkektir). Bunlar, devlete babasının malıymış muamelesi yapan adamlardır.”

Xavier Marquez bu cümleleri “Demokrasi Dışı Siyaset” adlı çalışmasının “Tek Adam İktidarı” bölümünde söyler ve devamında şu tespitlerde bulunur: “Bu iktidar sahibini sınırlandırıyormuş görünen anayasalar veya hukuki normlar hangi ölçüde var olursa olsun kurallar ya apaçık ihlal edilir ya da bu tek adamın amaçları doğrultusunda değiştirilebilir...”

İşte içine çekilmek istendiğimiz yeni anayasa tartışmaları tam da Marquez’in anlattığı gibidir.

KİŞİSELLEŞTİRİLEN İKTİDAR

Evet, TBMM yeni anayasa tartışmaları gölgesinde açıldı.

Peki “41 yıllık tarihinde uğradığı irili ufaklı 20’den fazla değişiklikle adeta yamalı bohçaya dönen bu anayasanın 2023’ün Türkiye’sini taşıyamadığı açıktır” diyen ve 41 yıllık yamalı bohçaya 21 yılda en fazla yama yapan Erdoğan’ın kişiselleştirilmiş iktidarı, 100 yaşındaki Cumhuriyet Türkiye’sini taşıyabilir mi?

Hayır.

Çünkü dert bu değil; az önce okuduğunuz cümlenin sahibinin derdi bu değil.

Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Defalarca cari anayasaya sadece sözleriyle değil, eylemleriyle de uymayan, uymayı kendine zul sayanlar yeni anayasa yapamaz.

Çünkü adına cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denen “bilinmez”, ellerinde “öngörülemez” olurken “de facto”yu “de jure”a dönüştürme yollarını arama telaşındakiler anayasa yapamaz.

Çünkü o anayasa toplum sözleşmesi olmaz.

O anayasa “devleti yaşatmaz.”

TEMEL GÖREV

Beş yıl önce yanlış zemin üzerine inşa edilen yeni rejim, bugün kendine meşruiyet derdinde...

O günkü yanlış bugün katmerli hale gelme arifesinde...

Halihazırdaki anayasaya ve fiili duruma bakarak nasıl ki anayasal bir devlet olmaktan çıkıyoruz diyebiliyorsak iktidarın pratiklerine bakarak, “yeni anayasa”nın da bizi anayasal devlet yapmayacağını öngörmek için “Baba Vanga” olmaya gerek yok.

Xavier Marquez de buna ilişkin olarak Erdoğanvari tek adamların “temel ilgi alanının kendilerinden ayrı belirlenmiş kamu çıkarlarını korumaktan ziyade iktidarlarını muhafaza etmek ve genişletmek” olduğunu açıklıyor...

Öyleyse TBMM’ye düşen temel görev, bu dönemde, suni gündemlerle değil, milletin beklentisini karşılayacak gerçek sorunlara ilişkin çözüm üretmesidir.

ÇÖZÜM ADRESİ

TBMM’nin; emeklilerin açlık sınırının altındaki gelirlerine, deprem bölgesi başta olmak üzere barınma, sağlık gibi temel sorunlara çözüm üretileceği; çiftçinin, üreticinin gözetileceği; mazot, gübre, yem gibi temel girdiler üzerindeki ÖTV’nin kaldırılarak maliyetlerin düşürülmesi için adım atılacağı; ekonomik çöküşe çözüm üretilip, milletin yoksullaşmasının önüne geçilmesi için gerekli düzenlemelerin hayata geçirileceği; toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren sorunların dile getirileceği; sözde “ailenin korunması” gerçekte ise Cumhuriyetin kazanımlarını silme girişimleri yerine, başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere tüm bireyler lehine düzenleme yaparak sorunlarının çözüm adresi olması gerekir.

Sağlıklı işleyen bir Meclis’te; seçilmiş bir milletvekilinin TBMM çatısı yerine cezaevinde bırakılmasına göz yumulamaz.

DENETİME AÇIK OLMAK

Torba yasalar olmaz; TBMM itibarını örselenmez; komisyonlar etkisizleştirilemez; muhalefetin sesi kısıtlanmaz, engellenmez.

Milletin iradesinin temsil edildiği Meclis, iktidarı ve muhalefeti ile milletin denetimine açık olmalıdır.

Evet, bugünün iktidar anlayışında Meclis, maalesef merkezi bir önem ve anlam taşımıyor.

Ne yasama pratiğinde ne de temsil geçerliliğinde gerçek ifadesini bulamıyor.

Egemenlik yetkisinin açıkça yansıtamıyor.

HUKUK DEVLETİNİN İFLASI

Tekil varlığın kurulu düzenine geçilmesinden bu yana Meclis’in kurucu felsefenin geleneksel kurumu olmaktan çıkartılması, demokrasinin işletilmesini mümkün kılmaktan uzaklaştırmış ve hukuk devletinin iflasına yol açmıştır ve bu iflasın varacağı yer malumdur.

“Mahkemelerin kararlarının geçerlilik iddiasında bulunamayacağı, daha ziyade tek tek kişilerce değiştirilebildiği, geçersiz kılınabildiği bir devletin ayakta kalabileceğine inanır mısın hiç?

Yoksa çöküp gideceğini mi düşünürsün?” diyor ya Sokrates; işte son odur.

Anın şartlarına göre kanun ve düzen tayin edilmesine geçilmesiyle yönetim krizi meydana gelmiştir. Bu kriz onun krizidir. Keyfi iktidar bir cürümdür. Mücrimin odur. Cürümdaşı da malumdur.

KEYFİ YÖNETİM

Önce hukuk devleti ilkeleriyle uyumsuz bu irrasyonel durum görülmeli ve tek adamlık hevesi terk edilmelidir.

Böyle bir egemenlik anlayışı olamaz. Alameti farikası keyfilik olan bir yönetim anlayışı demokrasi ile bağdaşamaz.

Ernst Fraenkel’in söylediği gibi “...Meselenin hukuka uygunluk veya hukuksuzluk olduğunu hep göz önünde tutmak gerekir.”

Evet, partiyi devlet yerine konumlandıranlar anayasa yapamaz.

Defalarca cari anayasaya uymayanlar için bu cürümlerini yeni anaysa ile temize çekme planını sevk ve idare etmeyi politik görev sayarak üstlenmek Meclis’in en yüksek makamını işgal edenlerin de harcı olamaz.

KURUMSAL HAFIZA

Bu girişim demokratik devleti aşındırırken anayasanın anlamını da karartmaktan başka bir işe yaramaz. Velhasıl; daha fazla güç ve sözümona meşruiyet kazanmak için “yeni anayasa” maske edilemez.

Erkler ayrılığını yok sayan, yargı kararlarını uygulamayan, hukuka güveni ortadan kaldıracak durumlara meşruiyet kazandırmaya çalışanlar anayasa yapamaz.

100 yaşındaki Türkiye Cumhuriyetimiz, ikinci yüzyılına girerken bu yönetim anlayışı sürdürülemez.

Cumhuriyetin kurumsal hafızasına sahip çıkmak, kurucumuz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün koltuğuna vekâlet eden siyasi özneler olarak bizlerin en temel sorumluluğudur.

GÜLİZAR BİÇER KARACA

TBMM BAŞKAN VEKİLİ / CHP DENİZLİ MİLLETVEKİLİ



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları