Olaylar Ve Görüşler

Kesintisiz savaş ve Amerikan saldırganlığı - M. Birol GÜGER

05 Nisan 2022 Salı

Bundan tam 106 yıl önce bugünlerde dünyadan sessizce göçüp gitti; Kongolu pigme Ota Benga, “beyaz adam”ın, medeniyetleri yok etmek pahasına yürüttüğü kanlı savaşta, kendinden olmayanlara biçtiği rolün sembolü gibiydi. Toprakları, Belçika Kralı II. Leopold’ün azgın orduları tarafından istila edilmiş, halkı köleleştirilmiş, karısı ve iki çocuğu öldürülmüştü. Kendisi ise misyonerlikte aradığı heyecanı bulamamış Amerikalı bir köle tüccarı olan, Samuel Phillips Verner tarafından 1906’da New York’taki bir hayvanat bahçesine satılmış ve insanların sergilendiği kısımda teşhir edilmişti. 19 ve 20. yüzyıllarda sıklıkla rastlanan bu “insan hayvanat bahçeleri”nde, sömürgelerden getirilen “vahşi ve ilkel” insanlar sergileniyordu; bu yolla sömürgecilik meşrulaştırılıyor, “Batı medeniyetinin üstünlüğü” fikri alt mesaj olarak zihinlere kazınıyordu. O günden bugüne silahlar, araçlar ve kostümler değişti; ancak beyaz adamın, merkeze kendi üstünlüğünü koyduğu kanlı egemenlik mücadelesinin yöntemleri ve hedefleri hiç değişmedi.

Savaşlar ve Çağdaş Toplumlar Üzerine Tarihsel Araştırmalar Merkezi (Cegesoma), Belçika. Mösyö Van de Meers koleksiyonu: Kongo, 1950-1960

"Beyaz adam, baharda çağlayan ve önüne kattığı her şeyi yıkıp yok eden azgın bir ırmağa benziyordu" diyor bir Kızılderili deyişi. University College London verilerine göre, 'Amerika kıtasında 56 milyona yakın yerli, eşit olmayan bir savaşta kitlesel olarak katledildi.' Tarihleri, kültürleri ve medeniyetleri yağmalandı. Bugün onlardan geriye neredeyse hiçbir şey kalmadı. Adada öldürecek yabancı kalmadığında beyaz adam, savaşacak 'yeni şeytanlar’ bulma umuduyla okyanusa açıldı.

HİÇ BİTMEYEN SAVAŞ

Amerika Birleşik Devletleri, bağımsızlığını ilan ettiği 1776'dan bu yana 246 yılın 228'ini savaşarak geçirdi. Ekonomik ve askeri gücünü kesintisiz biçimde sömürü ve tahakküm için kullandı. William Kristol ve Robert Kagan gibi neoconlar bunu 'hayırsever hegemonya' şeklinde tanımlıyor. Temelinde de 2,5 asır önce olduğu gibi 'beyaz üstünlükçü' fikirler yatıyor. Neoconlar, mutlak dünya hakimiyeti için 'iyi huylu emperyalizm'in gerekli olduğunu düşünüyor. Fakat bu politika, her geçen gün dünyayı kitlesel ve yıkıcı bir savaşa doğru adım adım yaklaştırıyor. Tüm dünyaya her fırsatta medeniyet dersi vermeye soyunan ABD'nin demokrasi karnesi; sıkça dile getirdiği insan hakları, hukukun üstünlüğü, basın ve ifade özgürlüğü gibi kavramlara aslında ne kadar da yabancılaştığını ortaya koyuyor. İmparatorluğun ideolojisi ve uyguladığı kesintisiz şiddet, iddia edildiği gibi Aydınlanma Çağının kazanımlarına değil, üstünlükçü temellere dayanıyor. O sebeple, küresel zorbalığı örtmeye yarayan liberalizmin makyajı her kazındığında altından faşizm çıkıyor.

ABD, sözde tarafsız kuruluşlar tarafından yayınlanan insan hakları endekslerinde her daim üst sıralarda yer almasına rağmen, ülkede çıkan haberler bu makyajı kazıyor. Sistematik ırkçılık, polis vahşeti, mahkumlara kötü muamele, idam cezası, yabancı diktatörlere ve terör örgütlerine sürekli destek; özellikle deniz aşırı çatışma bölgelerinde mahkumlara işkence ve yargısız infazlar, ABD'nin içeride ve dışarıda yürüttüğü despotik mücadelenin gayri meşru araçları olarak öne çıkıyor.

SIRADANLAŞAN IRKÇI ŞİDDET

Afro-Amerikalı Michael Brown'ın 2014'te Ferguson'da polis tarafından vurularak öldürülmesi ile başlayan ve George Floyd'un 5 Mayıs 2020'de Minneapolis'te yine polis tarafından acımasızca katledilmesi ile ivme kazanan ırkçılık karşıtı protestolar, Amerikan ideolojisinin ayrılmaz bir parçası olan sistematik şiddeti dindirmeye yardımcı olamadı. Polise oyuncak silahını doğrultmasının ardından öldürülen 12 yaşındaki Tamir Rice, hırsız sanılarak öldürülen 26 yaşındaki sağlık teknisyeni Breonna Taylor gibi yüzlerce Afro-Amerikalı bu süreçte polis kurşunlarının hedefi oldu.

İmparatorluk, dışarıda da aynı politikayı kesintisiz uyguladı. 2004 yılında, işgal edilen Bağdat'taki Ebu Garip cezaevinde mahkumlara uygulanan akıl almaz aşağılama ve taciz fotoğraflarının basına sızması yüksek duvarlar ardında olup bitenler hakkında küçük bir ipucu sağlamıştı. Ancak hakikat televizyonlarda gördüklerimizden çok daha acıdır.

Amerikan tarihi, aynı zamanda bir tezatlar tarihidir. Reuters tarafından paylaşılan ABD Dışişleri Bakanlığı verilerine göre; mülteci ve sığınmacılara daha fazla özgürlük vaat eden Biden yönetimi, çatışmaların arttığı 1-16 Mart tarihleri arasında ülkeye yalnızca 7 Ukraynalı mülteciyi ülkeye kabul etmiştir. Amerikan askeri-endüstriyel kompleksi; tüm krizlerin karını kendine, zararını işbirliği yaptığı ülkelere yüklemeyi ilke edinmiştir.

İmparatorluk, bugünlerde Ukrayna'da askeri-biyolojik programlar yürütmekle suçlanmaktadır. Albert Kligman'ın dermatoloji deneyleri, Afro-Amerikalılar üzerinde yapılan tıbbi deneyler, gen terapileri, plütonyum enjeksiyonları, itaat geliştirmeyi öngören Milgram deneyleri, CIA'nın MKULTRA ve MKOFTEN programları ile yukarıdaki tarihsel olgular bir araya geldiğinde, suçlamaların yabana atılmaması gerektiği sonucu ortaya çıkmaktadır.

M. BİROL GÜGER



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları