Olaylar Ve Görüşler

İstikrarsız yeni denge!

12 Ağustos 2016 Cuma

Son 10 yılda büyük zikzaklar çizen Türkiye dış politikasında yine yeni bir eşikte miyiz sorusuna yanıt arıyoruz...

 

Türkiye NATO’dan çıkıyor ya da çıkarılıyor mu? Şangay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) uzanacak bir sürece mi girildi? 15 Ağustos darbe girişimi sonrasında ortaya çıkan tablo 65. Hükümet ve Erdoğan’ın dış politika kararlarını ne ölçüde etkileyecek? AKP anti-Amerikancı , “milli” bir dış politika çizgisi mi izleyecek? Erdoğan ve Putin arasında gerçekleşen 9 Ağustos Petersburg Zirvesi tüm bu soruları yeniden üst sıralara taşıdı. Türk, Rus ve Batı basını ve diplomatik çevreleri bu soruları sormakla beraber süreci birbirinden hayli farklı okuyorlar. Daha gerçekçi bir okuma için hem Türk-Rus- Batı ilişkilerinin tarihsel-yapısal dinamiklerine hem de Türkiye’deki iç ve dış siyasetin yeni parametrelerine birlikte bakmak yararlı olacaktır.

Süreci okumak
Anımsamak gerekir ise Erdoğan’ın özür mektubu ile Rusya’yla normalleşme çabaları Ortadoğu siyasetinin bütünüyle iflas ettiğini kabul etme noktasında gündeme gelmişti. Bu iflas 65. Hükümet programında resmen kayda da geçirildi. 15 Temmuz darbe girişimi ise Petersburg görüşmesini sağlayan değil, sadece hızlandıran ve güçlendiren bir etki yarattı. Tıpkı bir önceki anda Türkiye’nin baş etmekte hayli zorlandığı kendi içinde süren savaşa benzin dökecek yeni düşmanlar edindiği 24 Kasım 2015 tarihli uçak düşürme hadisesinden (NATO desteği alamaya çalıştığı son kozunun yıkılması ile) geri dönüp “az düşman çok dost” siyasetine hızla sarılması gibi.

Rus Stinger füzeleri
Rusya ile normalleşme çabası esasen Suriye merkezli Ortadoğu siyasetinin iflası ve üstüne Kürt sorununda yeni bir muarız kazanma riskinin ortaya çıkması ile ilgili idi. Afganistan’da Sovyet ordusunu çok zor durumda bırakan Amerikan Stinger füzelerinin çok alt bir Rus modelinin PKK militanlarının omzunda görülmesi uçak krizine Rusya’nın verebileceği yanıtın küçük bir örneği idi. Özür mektubunu başlatan kanal söylendiği gibi Cavit Çağlar’ın hatırıyla değil helikopter ve uçakların düşürülmesini sağlayacak “Rus Stinger”ları ile açıldı.

Doğu’ya yanaşmak
Öte yandan Suriye ve Kürt sorununu bağlamları dışında da önemli uyumsuzluklar yaşayan Türk-Batı ilişkileri 15 Temmuz sonrasında benzer her zamanda olduğu gibi Ankara’yı klasik dış politika denklemine sürükledi: Batı ile pazarlık için Doğu’ya biraz yanaşmak. Davutoğlu, Batı ile ilişkilerin ivme kaybettiği ikinci AKP hükümeti döneminde bu durumu “Oku Batı’ya fırlatmak için Yayı Doğu’ya germek” olarak ifade ediyordu. Bu durum ne Türkiye’ye ne de Türkiye’de AKP dönemine özgüdür. Dış politika seçeneklerinizi (iktisadi-siyasi- askeri) çeşitlendirmek müttefiklerinizle pazarlık gücünüzü arttırır, anlaşmazlıklarınızda onlara bazı sınırları anımsatır. Dünya tarihinde olduğu gibi Türkiye tarihi de buna benzer çok sayıda örnek olaya tanıklık etmiştir. Hatta bu türden olayların kıyaslamasına başvurarak AKP ve AKP sermayesinin yapısal sınırlarını görüp Batı karşısında en zayıf “dik duruş” örneklerinden birisinin nasıl yeni “bir dünya kuruluşu” olarak pazarlandığını da fark ederiz.

Tarihten örnekler…
İlk önemli örnek Atatürk döneminden: İngiltere’nin Musul müzakerelerindeki tutumu ve bu çerçevede Şeyh Sait olayındaki rolü karşılığında Türk-Sovyet Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşması devreye sokulmuştur. Tarihimizin en Amerikancı başbakanı olan Adnan Menderes’in bile son dönemde Sovyetler ile yeni bir denge kurma çabalarına girişmesi olayını unutmamak gerekir.
1964 Kıbrıs olaylarını takip eden günlerde Türkiye’yi yalnız bırakabileceği tehdidin savuran ABD Başkanı Johnson’ın meşhur mektubundan sonra Demirel’in girişimleri ile 1967’de bağıtlanacak Türk-Sovyet Sınai ve Ticari işbirliği antlaşması ile Türkiye’de İskenderun Demir-Çelik, Seydişehir Alüminyum, Aliağa Petrol Rafinerisi Bandırma’da sülfürik asit, Artvin’de kontrplak fabrikası vb. açılmış, Oymapınar Hidroelektrik Santralı yapılmıştır. Bugün konuşulan Nükleer santral ve diğer projelerden katbekat daha büyük girdiler bu anlaşma ve yakınlaşma sayesinde mümkün olabilmişti. Yine benzer gerilimler 1974 Kıbrıs Harekâtı döneminde çıktığında da ABD’nin silah ambargosuna rağmen Ecevit karar verdiğini politikayı uygulamaktan vazgeçmemişti.
Bu dönemlerde söz konusu liderler Batı ile ağız dalaşı yapmamış, arkasında duramayacağı tehditleri ima etmemiş ama belli sınırlar içinde karşı-diplomatik hamlelerle duruşlarını ve güçlerini de ortaya koymuşlardı.

Yurtta anti-Amerikancılık, cihanda Nat o’culuk!
AKP liderliğinin Soğuk Savaş döneminde Demirel’in yahut Ecevit’in (ki ikisi için de anti-Amerikancı demek çok çok zor olacaktır) gösterdiği kadar bile “milli” duruş sergilediğini söylemek çok zor. Üstelik Atatürk, Demirel ya da Ecevit Batı ile ilişkilerine ayar verirken, Türkiye içinde Batı ile birlikte kodlanan değerleri hedef tahtasına koydurmamışlardı. Erdoğan- Yıldırım yönetiminin meydanlarda yaydığı havanın aksine hem NATO hem de Cumhurbaşkanlığı sözcüleri Petersburg zirvesi sonrasında karşılıklı güvenlerini sürdürdüklerini hemen açıkladılar.

Kâhin olmaya gerek yok
Sadece 3 ay önce Suudlar ile İslam Ordusu ve Polisi kurma projesi ön planda iken şimdi Şangay’ı konuşuyor olmamızda şaşırılacak bir durum yok. Gelecek ay ise AB’ye girişimizin hızlandığı müjdesini duyup sonra yine Riyad ve Doha ilişkilerini merkeze alan tartışmaları yapmak durumunda kalabiliriz.
Bütün bu zikzakların ülkenin dış siyaset kapasitesini küçültürken ABD ve Batı ile pazarlıkta da Ankara’nın elinin zayıflatmaya devam edeceğini öngörmek için kâhin olmaya gerek yok.

Doç. Dr. HAKAN GÜNEŞ İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları