Olaylar Ve Görüşler

Felsefe mi, İlahiyat mı? - Sadık USTA

04 Ekim 2020 Pazar

Felsefe mi, ilahiyat mı? Ya da felsefenin din ve Tanrı’yla ne ilişkisi var?

Ülkemizde birçok yazar ve düşünür, bu sorulara bilimsel değil, dar-siyasi görüşlerden hareketle yaklaşmaktadır. Bu konuda hem sağ-muhafazakâr hem de sol-laik çevrelerde ciddi bir kafa karışıklığı görülmektedir.

Sol-laik çevreye ait birçok yazar, felsefeyi Tanrı ve din karşıtlığı olarak sanmaktadır. Bunlara göre felsefe din ve inanç sorunlarında tarafsız olamaz ve hatta din ve Tanrı karşıtı olmalıdır. Ne yazık ki bu anlayış yanlış bir varsayım üzerinde şekillenmektedir.

Sağ-muhafazakâr kesime mensup birçok yazar ve akademisyense felsefeyi adeta ilahiyatla (teoloji=tanrıbilim) özdeşleştirmekte; felsefeyi, evren ve varlık (ontoloji) tartışmalarından hareketle Tanrı’nın varlığı-yokluğu sorununa indirgemektedir.

Son yıllarda akademik dünyada ve genel olarak toplumda felsefeye ilgi artmaktadır. Özellikle muhafazakâr gençlerin felsefeye olan ilgisi sürekli artış içindedir.

Peki, felsefe laik midir ya da felsefe Tanrı’nın varlığının ispat aracı mıdır?

FELSEFE NEDİR?

Yunanca olan Philo-Sophia”nın Arapça karşılığı “felasife”dir. Buna bilgelik ve hikmet sevgisi” de denebilir. Yunan mitolojisine göre insanoğlu bilgeliği ve zihinsel yetenekleri Tanrıça Sophia (Sofya)dan öğrenmiştir.

Yunan düşünürler, sayıları zaten sınırlı olan bilgeler arasında ayrıma gitmek için tanrısal bilginin” dostlarına philo-sophos” demişler. Demek ki felsefe ilk başlarda, Tanrıça Sophiayı sevenlerin etkinliğiymiş. Filozoflar en baştan itibaren, evrensel bilgiye (mitoloji, bilim, ahlak, siyaset, hukuk, din vb.) kutsallık atfetmişler çünkü Sophiayı edinilebilecek bütün bilginin ve dolayısıyla aklın kaynağı olarak görmüşlerdi.

Her kültürde filozofların Tanrıyla bütünleşme arzusu, ondan kaynaklandığı varsayılan bilgiye ulaşma arzusu olarak ortaya çıkmıştır.

Dünyanın çeşitli uygarlık ve kültür havzalarında (Hint-Çin-Ortadoğu-Yunan) düşünürler, evrenin oluşumuna kafa yormuş ve şaşırtıcı bir şekilde birbirinden bağımsız olarak bütün varlığın yaratıcısının ilahi bir güç olabileceği sonucuna varmışlardır.

"TANRISAL AKIL"

Evrenin ve doğanın sırlarını ortaya çıkarmak için çabalayan ilk düşünürler -ki bunlar büyücüler ve kâhinlerdi-, her yeni bilgi keşfinde bilgelik tanrısıyla daha çok bütünleştiklerini düşünmüşlerdir. Yine felsefenin sanıldığı gibi ilk kez Yunanda çıkmadığı, aynı dönemde ya da çok daha önce Hint, Çin ve Ortadoğuda da ortaya çıktığı bir gerçektir fakat şimdilik bir başka yazının konusu olan bu sorunu geçelim.

Hem Hint ve Çin hem Mısır ve Yunan hem de İslam-Doğu felsefesine göre insanoğlunun en önemli ayrıcalığı, tanrısal akla sahip olmasıdır. Tanrı, akılla donattığı insanı bilimsel keşiflere yönlendirmiş, sonra da kültürel ve ahlaki ilkeler saptamasını sağlamıştır. Devletlerin, yasaların, ahlaki normların ve tabii ki mitoloji ve dinlerin tanrısal aklın ürünleri olarak ortaya çıktıkları varsayılmıştır.

Felsefe tarihi incelendiğinde görülecektir ki Tanrıya inanmayan filozofların sayısı iki elin parmak sayısını geçmez. Tanrı’yı bilginin yegâne kaynağını olarak gören anlayış, 19. yüzyılın ortalarına kadar felsefede hâkim anlayıştı. Kuşkusuz ateist fikirlerin kökeni çok eskilere dayanmaktadır. Ancak modern anlamda din ve Tanrı eleştirisi, ilk kez Alman filozof L. Feuerbach (1804-1872) tarafından yapılmıştır.

Felsefe genel anlamda akla başvurma, sorgulama, tabulara meydan okuma olarak bilinir. Hatta felsefeyi, insanın sınırlı bilgisiyle evrenin sınırsız bilgisine kafa tutması” olarak da görebiliriz. Ancak felsefe tarihine baktığımızda en büyük filozofların (Thales, Uddalaka, Konfüçyüs, Platon, Aristoteles, Farabi, ibn Sina, ibn Rüşd, Descartes, Kant ve Hegel) son tahlilde Tanrı inancını yadsımadıklarını görürüz.

İnanç temelli argümanlar felsefeye dayatılamaz fakat Tanrı inancına sahip filozoflar olabilir. Örneğin Yunanların ilk filozofu Thales, her şeyin kökeninde sınırsız ve sonsuz olan Tanrı vardır” demektedir.

Dolayısıyla felsefeyi ateizmle özdeş görme anlayışı karşımıza bir sol aydın yanılsaması olarak çıkmaktadır.

FELSEFEYİ DİNCİLEŞTİRMEK

Sağ ve muhafazakâr kesimde ise aksine felsefeyi ilahiyatla bir tutma hatası gözlemlenmektedir. Onlar, adeta felsefeyi Tanrı’nın varlığını kanıtlamanın, kutsal metinleri doğrulamanın bir aracı haline getirmişlerdir. Kuşkusuz ilahiyatçılar, felsefenin araç ve yöntemlerini kullanabilirler ki İslami kelam böyle ortaya çıkmıştır.

Fakat felsefe, ilahiyatla özdeşleştirilemez. İlk anlardan itibaren Müslüman düşünürler (Mutezile) arasındaki en önemli felsefi tartışmalardan biri, vahyin mi, yoksa aklın mı güvenilir olduğudur. Akılla çelişen kutsal metinlerin (ayetler) nasıl yorumlanacağı konusu, en çok tartışılan konuların başında gelir. Aslında İslam dünyasında felsefenin ortaya çıkışının nedeni de budur.

Ünlü filozof Heideggerin belirttiği gibi ilahiyatın beslenme kaynağı inançtır, felsefeninse mantıktır.”

Dolayısıyla mantıkla çelişen iddialar felsefenin değil, ilahiyatın (inanç) kapsamına dahildir.

SADIK USTA
FELSEFE TARİHÇİSİ



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları