Olaylar Ve Görüşler

ESK Tasarısı: Boşa Kürek mi?

03 Aralık 2014 Çarşamba

Gerek Avrupa’da gerekse Türkiye’de var olan üçlü denge (İşçi-işveren-STK veya STK yerine hükümet) bu tasarıyla ortadan kaldırılmaktadır. ESK’yi STK’lerle kalabalıklaştırarak temsili artırdığını iddia eden hükümet, aslında işçi/memur ve işverenin temsil oranını düşürmekte ve Avrupa ESK pratiğiyle uyumsuz bir yapı oluşturmaktadır.

Bugünlerde Meclis komisyonlarında görüşülen “Ekonomik ve Sosyal Konsey’in (ESK’nin) Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı”, hazırlanış koşulları ve içeriği bakımından mevcut düzenlemeyi aratacak gözükmektedir.

Uydurma gerekçeler
Tasarının gerekçesi, yürürlükteki 4641 sayılı yasanın “hem etkin çalışma için gerekli fonksiyonel yapıyı sağlayamadığı hem de toplumun tüm kesimlerini içermediğini” ileri sürmekte ve “bu durum, Konsey’in temel amacı olan sosyal diyalog fonksiyonunun aksamasına neden olmakta ve Avrupa Komisyonu’nca eleştiri konusu yapılmaktadır” demektedir. Bu gerekçe tamamen temelsizdir.
Bir kere, 12 yıldır tek başına iktidarda olan bir hükümetin, istediği şekilde değiştirebileceği bir yasayı mazeret olarak öne sürmesi kabul edilemez. Kaldı ki, yürürlükteki yasa Başbakan’a istediği kadar STK temsilcisini Konsey’e dahil etme yetkisini verdiği için de bu gerekçenin altı boştur.
İkincisi, yasayı düzenli işletmeye teşebbüs bile etmeden işlemediğine hükmedilemez. Sorunun daha ziyade bir siyasi niyet ve irade meselesi olduğu, ESK’nin bir yasal dayanağa sahip olmadığı dönemlerde bile daha sık toplanmış olmasından bellidir. 1995’te bir Başbakanlık genelgesiyle kurulan ESK, 1995- 2001 arasında tam 12 kez toplanırken 2001’de çıkarılan 4641 sayılı yasadan sonra yani 12 yıllık AKP döneminde sadece 8 kez toplanabilmiş ve 5 Şubat 2009’dan sonra ise hiç toplanmamıştır. Daha vahimi, 12 Eylül 2010 referandum aldatmacasıyla bir anayasal kurum haline getirilen ESK, bu tarihten sonra hiç çağrılmamıştır. AB eleştirilerinin merkezinde de bu vardır.

Gerçek gerekçeler
AKP’nin ESK mekanizmasını işletmemesinin gerçek gerekçelerini, bilinçli siyasi tercihleri bağlamında değerlendirmek doğru olur:
Birincisi, ESK’nin AKP döneminde çalıştırılmamasının asıl gerekçesini, hükümetin kendi iktidarını hiçbir kurumsal güçle paylaşmama niyetlerinde aramak gerekir.
İkincisi, AKP iktidarı, yürürlükteki düzenlemenin içerdiği sosyal dengeleri ve kurumsal temsiliyetleri benimsememiştir. Nitekim yasadan farklı olarak tasarıda işçi ve işveren örgütleri ismen sayılmayarak kurumsal temsil güvencesine son verilmektedir. İktidar, çağırılacakları bir yönetmelikle belirleyecektir. Partizanlığın, siyasi kliantelizmin zirve yaptığı bir dönemde yönetmeliğe bırakılacak her yarı-mamul düzenleme, yeni keyfiliklere yol açacaktır. Yönetmeliğin hangi sürede çıkarılacağına dair bir kayıt da yoktur.
Kritik bir konu da 2012’de yürürlüğe giren 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun, ESK üyesi işçi konfederasyonlarına bağlı sendikalar için işkolu düzeyinde yetki şartını yüzde 3’ten yüzde 1’e düşürmesi; ayrıca, çerçeve sözleşme yapma yetkisini de münhasıran ESK’de temsil edilen işçi ve işveren konfederasyonlarına üye işçi ve işveren sendikalarına tanımasıdır.
Bu durumda hükümet, ESK üyeliğini “Demokles’in kılıcı” gibi sendikaların tepesinde tutma, bunu bir cezalandırma/ ödüllendirme aracı olarak kullanma olanağını ele geçirmektedir.
Üçüncüsü, gerek Avrupa’da gerekse Türkiye’de var olan üçlü denge (İşçi-işveren-STK veya STK yerine hükümet) bu tasarıyla ortadan kaldırılmaktadır. ESK’yi STK’lerle kalabalıklaştırarak temsili artırdığını iddia eden hükümet, aslında işçi/memur ve işverenin temsil oranını düşürmekte ve Avrupa ESK pratiğiyle uyumsuz bir yapı oluşturmaktadır.
Dördüncüsü, Konsey’in görev ve yetkilerinin tasarıyla önemli ölçüde budanması; özellikle de çalışma kurulları oluşturma yetkisinin, bazı kanun tasarıları ve kalkınma planı ile yıllık programların hazırlanması sırasında görüş bildirme yetkisinin kaldırılması, iktidarın sistem içinde sürekliliği olacak bir danışma-diyalog yapısıyla yetki paylaşmaktan özenle kaçınmak istediğini göstermektedir. Nitekim, bu sözde diyalog tasarısını hazırlanırken bile sosyal tarafların görüş ve önerileri dikkate alınmamıştır.
Sonuç olarak, bugünkü girişim, içerde sosyal taraflarla bir diyalog arayışından ziyade, genel seçimler öncesinde AB müzakerelerinde yeni fasıllar açılmasına yönelik taktik bir göz boyama çabasının parçası gibi gözükmektedir. Ama çok iyi biliyoruz ki, totaliterleşen iktidarlar, her düzenlemeyi, kendi çıkardıkları kısıtlayıcı yasalar dahil, giderek bir ayakbağı olarak görme eğilimine girerler.  

OĞUZ OYAN CHP İzmir Milletvekili



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları