Olaylar Ve Görüşler

Yine ve Yeniden "Ethem" Meselesi - Prof. Dr. Şaduman HALICI

13 Eylül 2021 Pazartesi

Ethem, yine ve yeniden bir ziyaretle kamuoyunun gündemine alındı. Yine ve yeniden iade-i itibarı istendi ve yine siyasetin malzemesi olarak kullanıldı. Tıpkı Milli Mücadele günlerinde olduğu gibi hep kullanılan olmayı sürdürüyor. Kuşkusuz bu onun kökeni ile anılmasından kaynaklanıyor. Bunda ise tarihçilerin, gazetecilerin, siyasetçilerin velhasıl onu “Çerkes Ethem” diye anan herkesin payı var. Oysa bir hainin milliyeti, dini, mezhebi yoktur. Hain haindir.

Yine de konuyu gündeme taşıyarak bana bu yazıyı yazma gerekçesi yaratanlara teşekkür ederim. Zira yılmadan gelecek kuşaklarımıza Ethem gibi hainleri anlatmalıyız ki ihaneti yaşamadan önlemini alabilelim. İnönü’nün dediği gibi “Eğer bir memlekette erbabı namus, laakal eşirra kadar sabur olmazsa o memleket behemehal batar”.

GELELİM ETHEM VE İHANETİNE…

Şunu hemen vurgulayayım. Bu cümleleri yazarken ve bundan sonra yazacaklarımda belgelerim Türk istihbarat görevlilerinin o günlerde tuttuğu notlar, sürgünde Ethem’in çevresinde yaşayan ancak Türkiye’ye muhbirlik yapan firariler ile bizzat Ethem’in dostlarına yazdığı mektuplardır.

Ethem cahildir. Cehaletle yan yana yaşayan kaba kuvveti daha ortaokul yıllarında kullanmaya başlamıştır. Bu nedenle okuldan atılmış, liseyi bile bitirememiştir. Gençliğe adım attığı yıllarda ağabeyleri sayesinde Teşkilat-ı Mahsusa bünyesinde Birinci Dünya Savaşı’na katılmış, sonra memleketi Bandırma’ya dönmüş yağma, gasp, soygun olaylarına karışarak eşkıya olarak tanınmış, hükümet tarafından takibe alınmıştır. Onu bu durumdan kurtaran Milli Mücadele’nin başlaması olmuştur. Kâzım Özalp, Bekir Sami Günsav ve Rauf Orbay’ın girişimleriyle bu onurlu mücadeleye katılarak aklanmıştır. Aklanmıştır ama uslanmamıştır.

Salihli’de cephesini kurduğunda Yunan’la savaşmak yerine bölgedeki diğer komutanları sindirip kendi egemenliğini kurma mücadelesi vermiştir. Anzavur İsyanı başlayınca da bu isyanı bastırmak bahanesi ile Salihli’den uzaklaştırılmıştır.

Bu uzaklaştırma aslında Ethem’in kahramanlığa yürüyüşünün ilk adımı olmuştur. Gerçekten 1919 yılı sonundan 1920 yılı eylül ayına değin çıkan hatta Ankara’yı bile tehdit eden ayaklanmaları ardı ardına bastırarak kahraman sıfatının içini doldurmuştur. Bu başarıları o gün olduğu gibi bugün de inkâr edilmemektedir. Ancak bu başarıların gerisinde Ethem’in karanlık bir yüzü ve yaptığı kritik hatalar vardır. 

KAHRAMANLIKTAN ASİLİĞE

İlki, daha Mayıs 1920’de TBMM’nin kararlarını yok sayan bir tutumla İstanbul hükümetine, işgal komutanlarına ve padişaha yazdığı ancak Ali Fuat Paşa’nın devreye girmesiyle Mustafa Kemal’den bile saklanan mektuplarıdır. Düşünün bir kere bu günlerde TBMM İstanbul ile her türlü haberleşmeyi kesmiştir. Haberleşenleri de vatan haini sayacağını ilan etmiştir.

Padişaha yazılan mektup önemlidir. Padişaha sadakatinden bahsetmektedir ki aynı günlerde Damat Ferit Milli Mücadele’ye katılımları önlemek için sivil ve askerlere “sadakatname” adını verdiği yemin metinlerini göndermiştir.

İkincisi, Yozgat İsyanı’nı bastırması istendiğinde nazlanması, o yoklukta milislerinin atlı arabalarla sevkinde diretmesidir.

Üçüncüsü, isyan ertesinde Yahya Galip (Kargı) Bey’i idam etmek istemesi, Mustafa Kemal reddedince şiddetini ona yöneltmesidir.

Dördüncüsü, düzenli orduya katılmak istemediği için sırf bir ara formül olarak bulunan ve milislerine muvazzaf askerlerden bile daha fazla maaş ve ayrıcalık öngören seyyar jandarma olmaya karşı çıkmasıdır.

Beşincisi, Albay Fahrettin (Altay) ve Albay Refet’in (Bele) komutanlıktan alınmasını istemesidir. Bilinenin aksine Ethem’in hedefinde başlangıçta Albay İsmet yoktur. Onunla mücadelesi Kasım 1920’de başlayacaktır.

Altıncısı ve kanımca en önemlisi düzenli ordunun kuruluş çalışmaları sürerken yapılan Gediz Muharebesi’dir. Albay İsmet ve Mustafa Kemal Paşa’nın karşı çıkmalarına rağmen Ethem, Ali Fuat Paşa’yı ikna etmiş, o da ısrar edince Gediz’deki Yunan tümenini atmak için saldırı onaylanmıştır. Ne var ki Ethem ve Kuvayı Seyyare’si muharebede üzerine düşen görevi yapmadığı gibi Ethem ortadan kaybolmuştur. Amacı kurulmakta olan düzenli ordunun hiçbir işe yaramadığını göstermektir.

Elimizdeki belgeler Ethem’in daha o günlerde Yunan tarafı ile de görüşmeye başladığı konusunda ipuçları vermektedir. Ali Fuat Paşa’nın cephe komutanlığından alınıp sessiz sedasız elçiliği kabul ederek Moskova’ya gitmesi de Gediz’de yaşananlar yüzündendir. 

BU GİRİŞİMLER ETHEM’İ HAİN YAPAR MI?

Hayır! Gediz de dahil 1920 yılı sonuna değin Ethem’in bu tavırları yalnızca isyan olarak nitelendirilebilir. Eğer uzlaşmış olsalardı belki aktif olarak mücadelede değerlendirilmeyebilirlerdi ancak ortadan kaldırılmaları gibi bir durum da söz konusu olmazdı. Zira Mustafa Kemal Paşa onlara bu sözü vermişti. Ethem’in isyana sürüklediği Demirci Mehmet Efe, Parti Pehlivan, Kaplan Naci ve Karakeçili Müfrezesi isyan ettikleri hatta düzenli orduya kurşun sıktıkları halde affedileceklerdi. Ethem bu aşamada henüz kardeşlerine kurşun da sıkmamıştı.

Ne var ki belgeler onun bu hazırlık içinde olduğunu da gösteriyordu. Biz bu belgelere bugün ulaşıyoruz. Ama o günlerde Ethem ve ağabeylerinin yaptığı hazırlıktan Mustafa Kemal’in de Albay İsmet’in de bölgedeki komutanların da haberleri vardır.

Buna karşın Kütahya’ya üst üste gönderilen heyetlerle sorun barışçıl yolla çözümlenmek istenmiş ancak Ethem her uzatılan eli geri çevirmiş, yetinmemiş 29 Aralık 1920 günü TBMM’ye çektiği telgrafla TBMM’ye de hakaret etmiştir. 

ETHEM BU GÜCÜ NEREDEN ALMIŞTIR?

Yunan’dan almıştır. Zira tahtına oturan yeni Kral Konstantin müttefiklerine kendini kanıtlamak için taarruz hazırlığındadır. Ethem de Mustafa Kemal’e karşı harekete geçeceğini İzmir’de Yunan Yüksek Komiseri Stergiadis’e ve Uşak’taki Yunan komutanlara iletmiş, protokolü 2 Ocak 1921’de Reşit imzalamış, protokol gereğince yapılacak harekâtın harita üzerinde işaretlenmesi de aynı gün Ethem’in Yaveri Yüzbaşı Sami ile Yunanlar tarafından belirlenmiştir.

Spridonos, Kannellopoulos, Kontoules gibi “Küçük Asya Harekâtı”nın önemli komutanları da bu bilgileri doğrulamaktadır. Böylece Ethem, Türk ordusunu Yunan’la kıskaca alıp iki ateş arasında imha etme planının bir parçası olmuştur. Planı bozan Albay İsmet, Birinci İnönü zaferini Türk tarihine kazandırırken Albay İzzettin (Çalışlar) ve Albay Refet’in (Bele) çabaları sonucunda Ethem 28 Ocak’ta Yunanlara sığınmıştır. Albay İsmet o günden itibaren Ethem’i “Yorgi” sıfatı ile anmıştır.

ETHEM İZMİR’DE USLU USLU OTURMUŞ MUDUR?

Ethem Yunan Yüksek Komiserliği binasında, kendisi için dayanıp döşenen odada kalmıştır. Gazetelere verdiği beyanatlarla Stergiadis’i, Papulas’ı övmüş, Yunan yönetiminin uygar olduğunu, Müslümanlara adaletli davrandığını söylemekle kalmamış bir de bu nedenle onlara teşekkür etmiştir. Yaralı olduğu için Yunan işgal bölgesinden geçiş izni alarak Almanya’ya gittiği ise tam bir kurgudur. Ethem önce İnönü önlerine yapılan ikinci harekâtta Yunan’a lojistik destek vermiş, ayrıca beyannameler kaleme almıştır. Milislerinin bir kısmı da Yunan ordusu ile Söke-Selçuk-Kuşadası bölgesinde Türklere karşı çarpışmıştır.

Çerkes ırkçılığı yapmaya da bu günlerde başlamıştır. Önce İzmit’te ardından Midilli’de örgütlenip 1921 yılında İzmir’de kongresini yapan Yakındoğu Çerkeslerinin Hukukunu Sağlama Cemiyeti içinde yer almış, liderlik yarışına girmiş, bu amaçla tehdit ve baskı uygulamış ancak Çerkesler onu lider yapmamıştır. Ethem 1922 yılının eylül ayına kadar İzmir’de kalmış, Yunan ordusu ile İzmir’den ayrılmış, Midilli’ye geçmiş, buradan da Kuşçubaşı Eşref ile Almanya’ya gitmiştir. Almanya’ya gidiş amacı da tedavi falan değildir. Amaç, izini kaybettirip İsviçre’ye geçmek, Lozan Barış Görüşmelerine katılan İsmet Paşa’ya suikast düzenlemektir.

Bu amaçla Ermenilerle de işbirliği yapmıştır. İsviçre makamlarının uyanıklığı sonucunda başarılı olamayınca Avrupa’da bir süre dolaşmış, sonra Atina’ya dönmüştür. Burada Yunanlar tarafından kendilerine geniş olanaklar sağlandığını, yüklü miktarda maaş da bağlandığını hatırlatmak isterim. 1925 yılına kadar kaldığı Yunanistan’da özellikle Batı Trakya’dan ve adalardan Türkiye’ye adam geçirerek türlü türlü suikast girişimleri planlamış ama hiçbirinde başarılı olamamıştır. 1925 yılında çıkan Şeyh Sait İsyanı onu birdenbire Kürtçü yapmış, birkaç yoldaşı ile Kürt ayaklanmasına destek vermek üzere Ortadoğu’ya geçmiştir. Böylece Midilli’de İngilizlerle başlayan işbirliğinin etkisi de gün yüzüne çıkmıştır.

ETHEM’İN İHANETİ ORTADOĞU’DA KATLANARAK SÜRMÜŞTÜR

Ortadoğu ayağı Ethem’in lider olma arzusunu gemleyemediğinin örnekleriyle doludur. Kürtçülerle, Kürtçü cemiyetlerle, Taşnak Ermenilerle diyalog halinde olmuş, onların örgütlerine katılmış, Hoybun’u desteklemiştir. 1926-1930 yılları arasında Doğu Anadolu’yu kasıp kavuran ve Ağrı isyanları olarak anılan ayaklanma dalgasında Ethem başaktörlerdendir. İngilizlerle işbirliği gün gibi açıktır. Ortadoğu’da güç mücadelesine giren devletler Ethem’deki liderlik arzusunu görmüşler ve onu kullanmışlardır.

Türkiye’yi hedef alan eylemleri çok yönlüdür. Beyannameleriyle Türk vatandaşlarını özellikle de Çerkesleri Kemalist Türkiye’ye karşı kışkırtmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ü öldürmek için suikastlar planlamıştır. 1927 Hacı Sami ve 1935 suikast girişimlerinin ardında o vardır. Cumhuriyet’in onuncu yılında kaleme aldığı ve Türk ordusuna “sabık ve sadık bir silah arkadaşınız” sıfatıyla seslendiğini vurguladığı “orduya beyannamesi” ise ihanetin doruk noktasıdır. Türk ordusunu parçalamak istemiş, orduyu darbe yapmaya çağırmıştır.

Aslında çok fazla söze gerek yok. Emperyalizm Ethem aracılığıyla 2016 yılının 83 yıl önceki versiyonunu tezgâhlamak istemiştir. Nihayet Ethem 1937’de Dersim’de patlak veren isyanı da yalnızca beyannameleriyle değil bizzat savaşarak desteklemiştir. Onu destekleyen ülkeler İkinci Dünya Savaşı’nın girdabına düşerken Ethem yalnız kalmış, güçten düşmüş ve 1942 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nden af dileyerek ülkeye dönüş izni istemiştir. Türkiye izin vermemiştir çünkü Türk istihbarat elemanları bu başvurunun iyi niyetli olmadığını belirlemiştir.

Zira Hoybun Cemiyeti ile Taşnak Ermeniler bağımsız bir Kürdistan ve bağımsız bir Ermenistan için yeniden hareketlenmiştir. Nitekim Ethem, içeri giremeyince dışarıda çalışmalarını sürdürmüştür. 5 Nisan 1944 tarihli istihbarat raporuna göre ünlü İngiliz casusu Lawrens’in yetiştirdiği Glob Paşa, 500 İngiliz lirası verdiği Ethem’den, “Kürdistan’da çalışmaya hazırlanmasını” istemiş, Ethem de 21 Eylül 1948’de Amman’da yaşamını yitirinceye değin bu uğurda çalışmıştır.

Saygıdeğer okuyucular, kanımca Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde belli etnik temellere dayanarak örgütlenenlerin, kendi isimlerini duyurmak, kendilerini var edebilmek ve duygusal (!) çıkarlarını sürdürebilmek için bir ulusun birlikte yaşama istencini törpülemeye, köreltmeye yeltenebilmesi, üzerinde dikkatle durulması gereken bir olgudur. Tarihimiz bunun örnekleriyle doludur. Tıpkı 1920’li yıllarda Batı Trakya’da yaşayan Türklerin karşılaştığı güçlükler gibi.

O gün Yunanistan tıpkı Ethem gibi Milli Mücadele’de Yunan ordusuna hizmet edenleri Batı Trakya’ya yerleştirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti devrimlerle çağdaş bir devlet kurma çabası içindeyken Batı Trakya’daki Türkler de Kemalist Türkiye’nin izinden gitmiştir. Ne var ki kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan ama aslında Yunanistan’ın besleyip önemli mevkilere, özellikle Cemaat-i İslamiye gibi vakıfları ellerinde bulunduran örgütlenmelere, eğitim kurumlarına yerleştirdiği bu isimler Batı Trakya Türklerinin haklarını da gasp etmişlerdir.

Hatırlar mısınız, 15 Nisan 2021 günü Yunan Dışişleri Bakanı Dendias basın toplantısında ülkemiz ve ulusumuz adına kabul edilemez açıklamalar yapmıştı. Ertesinde Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan haklı olarak Batı Trakya’daki müftülerin seçimle değil, Yunan hükümetinin atamasıyla işbaşına geldiklerine dikkat çekmiş ve uluslararası ilişkilerde karşılıklılık ilkesini vurgulamıştı. Oysa müftülerin atama ile gelmesi mücadelesini verenlerin başını Yunan’ın beslediği Mustafa Sabri çekmiş, Yunan meclisine on maddelik bir dilekçe bile vermişti. O Mustafa Sabri bugün Türkiye’de eğitim kurumlarının isimlerinde yaşatılmaya çalışılıyor.

Neden? Çünkü tarihimizi bilmiyoruz. Bilmediğimiz için aldanıyoruz, aldandığımız için vatanımızı ve milletimizi ihanet oklarına açık bırakıyoruz. Atatürk’ün vurguladığı gibi “En büyük savaş cahilliğe karşı yapılan savaştır”. Atatürk 19 Ocak 1923 günü İzmit’te yaptığı konuşmada da bugünlere ışık olmuştur:

“Bir arkadaşımız bu memlekete milli mücadelelerimiz esnasında ihanet edenler affa mazhar olabilecekler midir, buyurdular. Hayır efendiler, bu gibi caniler affolunmayacaktır.”

PROF. DR. ŞADUMAN HALICI



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları