Olaylar Ve Görüşler

Devlete güven - Sıtkı Ergüney

11 Eylül 2024 Çarşamba

Türkiye’yi, 22 yıldır “milli iradeden” aldığı yetki ile yöneten AKP’nin, söylemleri, uygulamaları, TBMM’deki sayısal üstünlüğü ile çıkardığı yasalarla ülkeyi Cumhuriyetin kuruluş felsefesinden soğutma çabaları herkesin bildiği bir gerçek. 

Atatürk ve yol arkadaşlarının, Türk milletini karanlıktan kurtarmak için verdikleri; çağdaş hukuk, bilimsel eğitim, sağlıklı toplum, güçlü ekonomi mücadelesi sonucu elde edilen kazanımlar, çok partili siyasi yaşamla birlikte 1950’den günümüze sistematik biçimde yozlaştırılarak AKP ile tükenme noktasına getirildi.

Laiklik, demokratik hak ve özgürlükler ve hukukun üstünlüğü ilkeleri yalnızca sözde kalan kavramlara dönüştü. Laiklik; “dinsizlik”, hak ve özgürlükler; “tarikatlara öncelik”, hukukun üstünlüğü; “talimatla karar veren yargı” ile özdeşleştirildi.

Kamu kurumları, siyasi tercihleri, dünya görüşleri iktidardakilerle örtüşenlere teslim edildi. Kurumların, toplumdaki saygınlıkları, güvenirlilikleri yok oldu. Sosyal devlet kavramı, “sadaka devleti” ile özdeşleştirildi. Yardım alanlar yoksulluklarının nedenini değil, aldıkları yardımların miktarını sorgular oldu! Böylece; yurttaşlık bilincinin yerini kulluk kültürü aldı.

BOZULAN EKONOMİK YAPI

Türkiye; başta ekonomi olmak üzere pek çok alanda yanlış ve kötü yönetiliyor. AKP ile birlikte kamunun ekonomideki belirleyici rolü tamamen yok edildi. Merkezi planlama disiplini terk edildi. Ekonominin temel ilkesi; “sınırlı kaynakların çoğunluğun yararına tahsisi” yerine çok küçük azınlığın istek ve çıkarları öne çıkarıldı. Yatırımın fizibilitesi, geri dönüş süresi kriterleri dikkate alınmadan teşvik edilen yap-işlet-devret projeleri sonucu kamu kaynakları özel sektöre ipotek edildi. Tarımsal üretim kendi haline bırakıldı. Özel sektörün Türkiye’de yaptığı sınai üretim maliyet gerekçesi ile Mısır, Romanya gibi ülkelere kaydırıldı; bu da içeride istihdam kaybına neden oldu.

OBJEKTİF KRİTER

Yatırımların kamu-özel sektör arasında dağılımı, (üretim araçlarının mülkiyeti) ekonomide uygulanacak ücret politikasını, dolayısıyla milli gelirin bölüşümünü belirleyen temel unsurdur. Serbest piyasa ekonomisinin mikroekonomi modelinde yatırım kararları için tek kriter “kâr maksimizasyonu”dur. Bunun sağlanamayacağı alanlarda özel sektör yatırım yapmaz. Yatırım kârlılığının (return on investment- ROI) kantitatif ölçüsü yatırımcının subjektif tercihidir. Bu tercih sonucu yapılan yatırımla üretilen mal ve hizmet fiyatlarının “makul” veya “fahiş” olarak tanımlanmasının objektif kriteri yoktur. Bu nedenle de “fahiş fiyatla” mücadele kandırmacılıktan öteye bir söylem olamaz.

ALINMAYAN ÖNLEM

Özel sektör kendi kriterlerine uygun olmayan alanlarda yatırım yapmaz. Bunları kamunun yapmasını bekler, ekonomide karşılık bulduğunu gördüğü anda da yatırım kararı alır. 

Türkiye’de bu olgu eğitim ve sağlıkta yaşanmış, yaşanmaktadır. Özel eğitim kurumlarında burs adı altında -sözde- “katlanılan maliyet” burs alamayan öğrencilere yansıtılmaktadır.

Sosyal güvenlik sistemi de bireysel emeklilik (BES) yolu ile özel finans sektörüne peşkeş çekildi. BES’te toplanan devlet katkılı fonların (yaklaşık 400 milyar TL) SGK bünyesinde toplanarak değerlendirilmesi, SGK’nin nakit akışının rahatlatılması neden düşünülmemiştir ya da düşünülmez?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları