Olaylar Ve Görüşler

‘Çekmeceler’i Boşaltmak Gerek!

18 Mart 2015 Çarşamba

FİLM ELEŞTİRİSİ ÜSTTEKİ YÜZEYİ KAZIYIP ALT METNE ULAŞMAK AÇISINDAN FENA HALDE FREUDYEN RÜYA ANALİZİNE BENZER.

 

Bazı filmleri merakla beklersiniz. Bazı merakla beklediğiniz filmleri izleyince fena halde hayal kırıklığına uğrarsınız. En kötüsü de budur! M.Caner Alper ve Mehmet Binay’ın yeni filmi Çekmeceler tam da böyle bir film.

Gerçeklikten uzak
Filme ümit bağlamamızın nedeni yönetmenlerin, gay olduğu için babası tarafından öldürülen üniversite öğrencisi Ahmet Yıldız’ın hikâyesinden yola çıkarak yaptıkları Zenne’nin başarısıydı.
Zenne, 48. Altın Portakal Film Festivali’ne en iyi ilk film dahil beş dalda ödül alarak damgasını vurmuş iddialı bir işti. Ama ne yazık ki karşımızdaki film, tanıtımlarının vaat ettiği şeylerden fersah fersah uzakta, Zenne’nin de oldukça gerisinde.
Hani her şeyin hesaplı olduğu, fazla planlanmış metinler vardır ya, size dair bir şey söylemeye çalışırlar ama meselelerinden, gerçek yaşamdan çok uzaklaşırlar.
Gerçekliği stilize hale getirmeye çalışırken ondan koparlar. Çekmeceler de öyle, rengârenk görselliğine inat.
Film eleştirisi üstteki yüzeyi kazıyıp alt metne ulaşmak açısından fena halde Freudyen rüya analizine benzer.
Çekmeceler’i izlediğinizde görüyorsunuz ki alt metin diye bir şey yok bu hikâyede.

Hissettirmiyor, anlatıyor
İkili bu kez bir kadının çocukluğundan itibaren cinsel dünyasını ele alıyor ve anne babanın bu süreçteki belirleyiciliğini tartışıyor.
Filmde her şey o kadar yerli yerinde ki izleyicisine hissettirmiyor, sadece anlatıyor! Freud olmaya gerek yok, rüya son derece açık!
Deniz karakteri kadın cinselliğini temsil ediyor ve onun patalojik bir cinselliğe sahip olmasının, tüm problemlerinin nedeni de babayla olan ilişkisinde gizli.
Genelde babalar kızlarının ‘or...pu’ olmamasını isterler ve bu korku onların cinselliğini sakatlar. Çekmeceler’in derdi sadece bu baba meselesinin altını çizmek, hem de uzun uzun, fosforlu kalemlerle!
Her şey bu kadar basit mi; hayat, cinsellik daha karmaşık değişkenlerden oluşmuyor mu; basitse de sanat bunu böyle mi ifade etmeli? Metnin puntoları fazla büyük, cümleleri fazla doğrudan.
Mesela Deniz’in hayatına giren rock şarkıcısı, babasıyla olan bağlarını kesmesini söylüyor ve kadın kendine fiziksel zarar veriyor!
Ya da Deniz’in beraber olduğu evli adamın her yerinden klişeler akıyor.
Hele kadın cinselliğinin sorunlarını tüm film boyunca açık açık babaya bağlamak ve göze bu kadar sokulan fallus merkezli bir final!
Film izleyicisine hareket alanı bırakmıyor; her şeyi biliyor ve dikte ediyor.

Dil, meselenin önünde
Film, rengârenkliği öyle abartıyor ki kadın cinselliğinin ve eşcinselliğin sıra dışılaştırılması söz konusu.
Dil tamamen meselenin önüne geçiyor.
Stroheim’in sözü geliyor akla, “Sinema dünyaya acımasızlığını ve çirkinliğini açığa vuracak kadar yakından ve ısrarla bakmalıdır” diyen.
Çekmeceler ise gerçek bir olaydan yola çıkmasına rağmen, aksine her anında bunu bir gösteriye dönüştürme fırsatını kaçırmıyor!
Böylece bu topraklarda gelişim süreci içerisinde kadın cinselliğini, bu trajik ve acı hikâyeyi aşırı stilize hale getiriyor.

Cinsellik sorunları
Filmin muhafazakâr olduğunu söylemek başta aşırı yorum gibi görünebilir ama değil.
Bir kere hikâyeyi renklere boğmasıyla ince ton farklarını gözden kaçırıyor.
Filmde klişeleşmiş eşcinsel karakter temsillerinden, sadece zorba ve kontrolcü olarak tanıtılan, asla yaşamayan bir baba karakterine kadar birçok bilindik unsur görüyoruz.
Ancak kadın cinselliğinin sorunlarını tamamen babaya bağlarsanız ve bu tahlili toplumsal alana taşırsanız kimlik politikalarıyla ilgili birçok değişkeni es geçmiş olursunuz.
Öte yandan filmde cinselliği, ancak kadın filmin ikinci yarısında kendine zarar vermeye başladığında görüyoruz montaj sekanslar olarak.
Cinsellik kadın için sadece babanın arazlarını gösteren bir olguya indirgeniyor, başka bir şekli mümkün değil.

Düzenli çekmeceler
Cinsellik politikalarımızı, yaşanan kadın cinayetlerini, erkeklik krizlerimizin nedenlerini elbette konuşmak zorundayız.
Sinema da bunu ancak bu trajediyi gerçekten deneyimletecek ve bu sayede tartıştıracak filmler yapabilir.
Bu topraklarda yaşayan bizlerin çekmecelerimizi yeniden düzenlemeye fazlasıyla ihtiyacımız var, ama her şeyden önce içlerinden kadınlık ve erkekliğe dair önyargılarımızı, klişelerimizi çıkarıp atmak için!  

Yrd. Doç. Dr. MURAT TIRPAN Okan Üniversitesi

 

-

 

Türkiye ve Totalitarizm

İNSANLAR YALNIZCA BİRBİRLERİYLE İLİŞKİLİ OLARAK, YANİ YALNIZCA POLİTİKANIN ALANINDA VE EYLEM ALANINDA ÖZGÜR OLABİLİR...

On yılı aşkın bir süredir son derece katastrofik bir kavşakta bulunan ülkemdeki siyasi iktidar bağlamında; Arendt’in tanımlamasıyla “politik şiddetin en üst biçimi” olan totalitarizmi tartışmak kaçınılmazdır.
Türkiye toplumu totalitarizmle yönetilmektedir.
Totaliter yapının devamı için iktidarın uyguladığı şiddet ve baskının her geçen gün artması ve özgürlüklerin birer lütuf olarak algı operasyonlarına kurban verilmesi ise tamamen insan haklarına ve yurttaşlara karşı işlenen aleni bir suça dönüşmektedir.
Yurttaşlara karşı şiddet kullanılarak iktidar yoluyla işlenen suçlar, özgürlüğü hedef alır ve adeta suçun suçu haline gelerek rasyonel aklın parçalanmasına yol açar.
Trajedinin trajedisi tam da buna denir...
Antik Yunan ve Aristoteles cephesinde tam bir ‘zoon politikon’ (politika yapan, eyleyen hayvan) olan insan, Türkiye’de bu dönemde tam anlamıyla toplum ve siyaset dışı primitif canlıya indirgenmeye uğraşılmaktadır.

Totalitarizmin diğer adı: ‘Yeni Türkiye’
Arendt ‘Totalitarizmin Kaynakları’nda politik terörün doğasındaki değişimi ele almıştır.
Ötekileştirdiği ve diğerleri cephesine dahil ettiklerine linç psikozu ve kolektif kötülük haliyle davranan totaliterler ciddi bir yarılmaya sebep olan korkunç tarihler kaydeder...
Hem de kitle katılımıyla... Nietzsche’nin tanımıyla “insan tanrıyı (böyle) öldürmüştür”...
Toplum üzerinde gittikçe ağırlığını hissettiren tahakküm, “Yeni Dünya Düzeni” ve küresel emperyalist güçlerin de aktörlüğünde hali hazırda yürütülen adeta bir yeniden yapılandırma oyunudur.
“Yeni Türkiye” safsatası, totalitarizmin “Yeni Dünya Düzeni”nden devşirme hegemonik oyunlarıyla Türkiye’de güdümlü politik sahneye çıkışının da adıdır.

Siyasete katılım
Arendt, şiddete dair politik fenomenlerin insanı parçaladığını ve yıkıma uğrattığını söyler. Zira Arendt’e göre demokratik özgürlükler ve siyasal haklar yalnızca siyasete katılım olduğunda anlam kazanır.
Totalitarizm, insanın eyleyebileceği bütün alanlarda mutlak bir şiddet biçimidir.
Tıpkı basın özgürlüğünün, düşünce ve eylem özgürlüğünün olmadığı, kadına şiddetin daemon-politik bir tavırla arttığı, tüm kamusal ve sosyal hareket alanlarının yok edildiği ‘ülkelerde’ olduğu gibi...
Bu durumda kitleler bıkmadan ve usanmadan kamusal alan yaratmadaki güçlerini kullanmalıdır. Benden sonra tufan demeden...
Arendt perspektifinde, bir şeyin, başka türlü olabilmesinin mümkün olduğunu görebilmek, umudun diğer adıdır...  

CEREN BAĞIŞLAR ÇAĞAN Dramaturg/Yazar



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları