Olaylar Ve Görüşler

BALİNANIN KARNI - Feridun ANDAÇ

05 Eylül 2021 Pazar

Politik yozlaşmadan söz edecek değilim elbette. Her şey bu kadar güllük gülistanlıkken! 

Jean Baudrillard, sessiz yığınlara değinirken şunları söylüyordu: “‘Sessiz yığın’ kendiliğinden vurdumduymaz olamaz. Çünkü ona vurdumduymaz olma hakkı ve yetkisi verilmemiştir. Çünkü bu vurdumduymazlık hakkı kendisine ancak iktidar tarafından bahşedilebilir.” 

Değişim dönüşüm hayatın neresindeyse, mutasyon/çürüme/yozlaşıp yabancılaşma da en çok oradadır. 

Edebiyatta Cervantes’in, Shakespeare’in, Dickens’in, Balzac’ın, Flaubert’in, Dostoyevski ve Tolstoy’un, çıktığı çağları hatırlayalım.

Kitlelerin bu denli sessizliğe gömülmesi, tepkisizliği  bana hep yanardağları çağrıştırır. O koca lavların ortaya çıkması, alev magmasının akıntıya dönüşebilmesi için bir ivme, bir güç gerekir... Bu da kendi içinden doğabilendir. Yani birikenlerin dışavurumu için taşma anını var edebilecek bir gücün varlığından söz ediyorum.

Kitleler... diyordu Jose Ortega Y. Gasset; onları taşma noktasına getiren çağının sorunlarıdır... Yaşadığı çağın acısını görerek, yaşayarak, hissederek yazmıştı Kitlelerin Ayaklanması’nı. 

O, sözün gücüne inanan biriydi. 

Bugün yaşadığımız “ortamın havasını belirleyen” bir “asi”nin tüm söylemlerinin gücünü “söz”den alması yadırgayıcı gelmemeli. 

Ortega şunlardan söz ediyordu sık sık toplum olmanın özelliklerinin atını çizerken:

  • Görenekler
  • Gelenekler
  • Kamuoyu
  • Hukuk
  • Kamu gücü.. 

Özellikle bu sonuncusunu da şöyle değerlendiriyordu: “Kamu gücü denen toplumsal baskı biçiminin her toplumda işbirliği vardır, henüz onu kullanacak özel bir organın bulunmadığı ilkel toplumlarda bile.” 

Oysa bugün yaşadığımız ülkeye bakıyoruz, “Kamu gücünü kurumlaştıracak” her şey yağma ve talan edilmiş durumda.

Fârâbi, El-Medinetü’l Fâzıla’da “cahil şehir”den söz ederken şunları söyler:

“Cahil şehirlerin halkı ruhen eksik kalmıştır. Nefisleri bizzarure maddeye kaimdir. Zira onların nefislerinde makullerin resmettikleri hiçbir hakikat yoktur. Onların hayat medarı olan madde çözülünce, madden beslenen hayat imkânları da çözülüp dağılır.”  

Bu derin çürüme ve çözülme toplumun dengesini bozduğu gibi her “yol”un mübah olduğu bir anlayışı da egemen kılmaktadır. Böylece toplumun her alanında, her türlü cambazlığın geçerlilik kazandığını gözleriz.

Düşünmeyen, sorgulamayan, biat eden bir güruhun her şeyi tükettiği bir dünyada denizlerin bile oksijenini tükettiğini söylersek abartılı gelmemeli. 

“Yalan büyüme” nidalarının ortalığı sardığı günlerdeyiz işte.

Yunuslardan korkan balinalar karınlarından yara aldılar mı ölürler. Tek bir yara çok yarayı da getirir. En ölümcülü son vuruştur elbette. Onu getiren kendi ölümüne de neden olabilir!

Saf kötülük yoktur. Biriktirilen ve taşınan kötülük vardır. Denize yakınsanız eğer, onun öğreticiliğine her şeyinizi açarsınız. Gene de ben, bunun öyle olduğunu denizden değil; “Moby Dick”teki Kaptan Ahab’ın öyküsünden öğrendim. 

Kitapların getirdiği sözler öyledir; sizi çoğu şeyle buluşturur, gösterir, size hayata dair sorular sormayı/sorgulamayı öğretir. 

Hayatın çeşitliliğine oradan bakarsanız eğer; sığlıklar, vasatlıklarla bir yere gidilemeyeceğini görürsünüz. İçinde nefes aldığınız zamanın/çağın her bir sorunu sizi ilgilendirmeli. Görmeli ve sorgulamalısınız da bunları. Susuyorsanız eğer suç ortağısınız. 

Balinaya nasıl dokunulur diye düşünüp kaygılanmayın. Unutmayın denizde yunuslar da vardır. Her biri sivri dillidir, solungaçları güçlüdür. O balinanın kötülüklerini bilmeye görsün bir yaranın başka ne tür yaraları getirebileceğini de gösterir bize.

Yeter ki aptallaşmayalım, aptal olmayalım. Her şeyin yerine kendilerini koyanların hiçbir şey olmadıklarını ancak gösterebilir içimizdeki “asi” ruh.

Unutmayın, bu, vicdan duygusu taşıyan her insanda olması gerekendir. 

Siz, akıl denen zıpkınınızı balinanın karnına nerede/ne zaman salacağınızı düşünün yeter ki... 

FERİDUN ANDAÇ 

YAZAR



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları