Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
AYM’ye güvenebilir miyiz? - Çetin DOĞAN
Anayasa Mahkemesi (AYM), 28 Şubat davası kapsamında adil yargılama hakkımızın ihlal edildiğine dair yaptığımız kişisel müracaatı reddetti. Bu suretle AYM, derece mahkemesinin 54. Erbakan hükümetinin 18 Haziran 1997 tarihinde tarafımızca cebir ve şiddet kullanılarak ıskat edildiği yönündeki kararını da onaylamış oldu. AYM’nin oyçokluğu ile verdiği bu ret kararı, gündemin yoğunluğundan olsa gerek, kamuoyunda neredeyse hiç tartışma konusu yapılmadı.
Aslında, AYM kararına muhalefet şerhi koyan başkan yardımcısı Hasan Tahsin Gökcan’ın “Karşı Oy Gerekçesi” tek başına AYM kararın çarpıklığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu nedenle 91 sayfalık, büyük bir bölümü 28 Şubat iddianamesi ve derece mahkemesinin gerekçeli kararından kopyala/yapıştır yöntemiyle oluşturulmuş AYM metninin tamamını irdelemeye gerek duymuyorum. Bunun yerine söz konusu kararda yer alan ve “hükme esas alınmış” tek bir belgenin çarpık değerlendirilmesi ve bu belgeye ilişkin perdelenmiş gerçekleri açıklamakla yetineceğim.
AYM kararının 170. maddesinde bizim ortaya koyduğumuz kanıtlara dayalı değerlendirmelere niçin itibar edilmediği açıklanmıştır:
“AYM, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun iddiaları, bir bütün olarak adil yargılanma kapsamında olan hakkaniyete uygun yargılama hakkı çerçevesinde değerlendirilmiştir.”
Başvurumuzun “adil yargılanma kapsamında olan hakkaniyete uygun yargılama hakkı çerçevesinde” değerlendirdiği iddiasının ne ölçüde gerçeği yansıttığını irdelemeye başlayalım:
AYM Kararının 50. maddesinde (Sayfa 22) 16 Nisan 1997 tarihli “Laiklik Aleyhtarı Faaliyetler” konulu belge yer almakta ve belgenin hükme esas alındığı belirtilmektedir. Bu belge gerçek olup imza yetkileri ile ilgili yönerge kapsamında Genelkurmay Harekât Başkanı olarak benim tarafımdan imzalanmıştır. Bu belge, hükme esas alınan diğer belgelerle de bağlantılı olduğu için söz konusu değerlendirmelerin gerçeklere ne kadar aykırı olduğu alenen ortaya çıkacaktır.
Belgenin içeriği MİT tarafından gönderilen bir bilgi notu ile ilintilidir. MİT bilgi notunda, haber kaynağını belirtmeksizin “camilerde TSK aleyhinde vaaz verildiği” yolundaki duyumlarını bildirmiş, bunu yaparken bilgi notunun mahkemede belge/kanıt olarak kullanılamayacağı şerhini de düşmüştür. MİT'in bilgi notunda haber kaynağının belirtilmemesi, teyit ihtiyacını doğurmuştur. İmzamın bulunduğu belge ise bu bilgi notunun içeriğinin teyidi amacıyla garnizon komutanlıklarına gönderilen belgedir.
AYM kararında bu belgenin hangi birimlerden dava dosyasına girdiği ve belge içeriği ayrıntısıyla yer almaktadır. Ancak AYM, bu bilgilere dayanarak son derece özgün bir “değerlendirme” ile bu belgeyi atılı suçla ilişkilendirmeyi başarmıştır. Karardan aynen alıntılıyorum (AYM kararı, sayfa 23-24):
“Silahlı kuvvetlerin bilgi sahibi olmasının bazı faaliyetlerde caydırmada cüret ve cesaretlerini kırma bakımından etkisi olacağı, silahlı kuvvetlerin boş durmadığını, herhangi bir duruma karşı da tepki göstereceğini bilmeleri gerektiği, bu yazının demokratik bir yazı olup kim ne yapıyor, ediyor bunları bilme ülkenin birlik ve bütünlüğünü koruma yönündeki bir vazifemizin bir neticesi olduğu yönündeki belgeyi irade beyan ederek imzalayan sanığın savunmasına anayasadan kaynaklanmayan yetkinin kullanılması nedeniyle itibar edilmemiştir.”
Öncelikle AYM’nin “irade beyanı” olarak nitelediği bu özgün değerlendirmeye dayanak teşkil edebilecek, bana atfedilen herhangi bir konuşma ya da belgenin dava dosyasında kesinlikle bulunmadığını belirteyim. İşin skandal olarak nitelenebilecek yanı, bu sözler 05-07 Mart 2003 tarihleri arasında icra edilen 1. Ordu Plan Seminerinde yaptığım ve Balyoz Kumpas davasında atılı suç ile ilişkilendirilen konuşmadan çarpıtılarak alıntılanmıştır. AYM’nin 28 Şubat davasıyla ilgisi olmayan Balyoz davasının dosyasındaki ifadeleri “ödünç alarak” 28 Şubat davası kapsamında irade beyanı olarak değerlendirmesi en temel hukuk prensiplerine aykırıdır.
Bilineceği üzere, Balyoz davasında hak ihlalleri olduğu yönündeki 18 Haziran 2014 tarihli AYM kararından sonra, dava İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden görüldü ve bütün sanıklar beraat etti. Yukarıda alıntı yaptığım AYM kararındaki “değerlendirme” ile ilişkisinin açıkça görülmesi için, İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Balyoz davasındaki gerekçeli kararından bir kesiti buraya olduğu gibi taşıyorum:
“Sanık Çetin Doğan’ın seminer konuşmalarında ‘Yo yo durmayın, bilgi sahibi olmamızın, bazılarının bazı faaliyetlerde caydırmada etkisi olur. Yani silahlı kuvvetler olarak bazı bilgiler istenilmesi, bazı şeyleri şey yapılması, insanların bilgi alması bu adamların cüret ve cesaretlerini kırma bakımından şeyler olur’ şeklinde beyanda bulunduğu anlaşılmıştır. Sanığın hükümeti eleştiren bu sözleri seminerin amacını aşan sözler olsa da bu sözlerin sanığın darbe hazırlığı yaptığı anlamına gelmeyeceği, sanığın darbe hazırlığı yapması halinde konuşmasında belirttiği gibi caydırıcılıktan söz etmesinin hayatın olağan akışına uygun olmadığı düşünülmüştür.”
Özet olarak, tarafımdan 2003’te sarf edilen bu sözler, Balyoz davasında atfedilen suça kanıt görülmemişken aynı sözler 28 Şubat davasındaki hak ihlallerini inkâr edebilmek için, 1997’de imzaladığım bir belge için AYM tarafından “irade beyanı” olarak kullanılmıştır.
Konu ettiğimiz belgeyle devam ederek savunmalarımızda ve dava dosyasında yer alan çok önemli bilgi ve kanıtların AYM kararında nasıl perdelendiğine örnek vermek istiyorum. Aktaracağım üzere, “Laiklik Aleyhtarı Faaliyetler” belgesine ilişkin hukuken önemli bilgiler AYM kararında eksiktir. Açıklık getireyim:
Söz konusu belge 1997 yılında bir şekilde Yeniden Doğuş Partisi lideri H. Celal Güzel’in eline geçmiş, akabinde 28 Temmuz 1997 tarihinde Güzel, diğer kimi belgelerle birlikte “TSK’nin bazı yetkililerinin anayasal düzeni cebren yıkmaya teşebbüs ettikleri” iddiası ile Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne suç duyurusunda bulunmuştur. Konu ettiğimiz “Laiklik Aleyhtarı Faaliyetler” belgesinin yanı sıra, Nisan 1997 Tarihli “Batı Harekât Konsepti” 29 Nisan 1997 tarihli “Batı Çalışma Grubu Rapor Sistemi” ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nca yayımlanan 5 Mayıs 1997 tarihli “Batı Çalışma Grubu Bilgi İhtiyaçları” belgeleri bu suç duyurusunda kanıt olarak sunulmuştur. Bu belgeler 28 Şubat davasında da hükme esas olarak alınmıştır.
Dönemin Ankara DGM Savcısı söz konusu belgeler üzerinde araştırma yapmış, bilirkişi tespit ederek Genelkurmay Başkanlığı ile yazışmalarda bulunmuştur. Genelkurmay Başkanlığı, Nisan 1997 tarihli “Batı Harekât Konsepti” konulu belgenin 29 Temmuz 1997 tarihi itibarıyla (yani Erbakan’ın istifasından bir ayı aşkın kadar süre sonrasında) taslak olarak bulunduğunu DGM savcılığına gönderdiği cevabi yazısında belirtilmiştir. DGM savcısı soruşturma sonucunda 4 Ağustos 1997 tarihinde aşağıda özetlediğim şekilde “Takipsizlik Kararı” vermiştir:
- “211 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu 35. maddesinde “Silahlı kuvvetlerin vazifesi Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş bulunan Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamaktır” denilmektedir.
- Laik, demokratik devlet düzeni büyük Atatürk’ün kutsal bir emanetidir. Bu emaneti korumak Türk Silahlı Kuvvetleri ile birlikte Türküm diyebilen herkesin görevidir.
- Batı Çalışma Grubu illegal faaliyet gösteren bir yapılanma değildir. Varlığı ve amacı çok önceden kamuoyuna açıklanmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri ve Batı Çalışma Grubu devletimizin anayasal düzenini yıkmak amacıyla değil, tamamen tersine nitelikleri anayasamızın 2. maddesinde belirtilen demokratik, laik, sosyal hukuk devletini korumak amacıyla çalışmalar yapmıştır.”
Takipsizlik kararı, 28 Şubat iddianamesinin ve nihayetinde AYM kararının hukuki dayanağını ortadan kaldırmaktadır. Zira bu kararla ihbarcı H. Celal Güzel’in dilekçesine eklediği yukarıda belirtilen belgelerde suç unsuru bulunmadığı mahkeme kararı ile kesinleşmiştir. Bu suretle AYM kararında yer alan başta “anayasadan kaynaklanmayan yetkinin kullanılması” olmak üzere, “Batı Çalışma Grubu (BÇG) çalışmalarının hükümetten gizli yürütüldüğü ve bilgi verilmediği, meşru bir zemini bulunmadığı”ve “BÇG’nin hükümete karşı yürütülen faaliyetlerin odak noktası olduğu” yolundaki ön kabullerinin temelsiz olduğu da ortadadır.
Suç unsuru içermediği kesinleşen DGM kararı ile aklanan bu belgeler, ıslak imza içermeyen sahte belgelerle birlikte harmanlanarak bir CD’ye kaydedilmiş ve 28 Şubat davasının soruşturması başlatılmıştır. Balyoz davasından da aşina olduğumuz üzere kimi orijinal belgeler esas alınarak suç içeren belgeler üretilmiştir. Örneğin, yukarıda adı geçen ve 29 Temmuz 1997 tarihi itibarıyla taslak olduğu sabit olan Batı Harekât Konsepti isimli belge, her nasılsa soruşturmaya esas olan CD’den 6 Mayıs 1997 tarihli ve tahrif edilmiş olarak çıkmıştır! Benzer şekilde CD’deki sahte belgeler “gelecekten” izler taşımaktadırlar. Sözde 1997 tarihli 28 Şubat belgelerinde, her nasılsa 2002’de uygulanmaya başlanan “Evrak Güvenlik Numarası” bulunmaktadır.
Tekrar davadaki usul hatasına dönecek olursak DGM’nin kesinleşen kararına rağmen, bu belgelerin kanıt olarak gösterildiği 28 Şubat iddianamesi kabul edilmiş, yapılan itirazlara karşılık kapatılan “özel yetkili” Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi “bu eksikliğin kovuşturmanın her aşamasında giderilmesi mümkün olduğu” gerekçesi ile hukuksuz yargılamayı sürdürmüştür. İtirazların devamı üzerine mahkeme, DGM’ler tarafından verilen “kovuşturmaya yer olmadığı kararı” ve kesin hükmün kaldırılması için; kapatılan İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yeni delillerin ortaya çıktığı gerekçesiyle talepte bulunmuş ve bu talep 19 Temmuz 2013 tarihinde kabul edilmiştir. FETÖ iltisaklı olduğu için üyelerinin tamamının hüküm giydiği 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 1309 sayfadan oluşan iddianameyi, dava dosyasında mevcut on binlerce belgeyi tam bir günde “inceleyerek” karar vermiş olduğunu da burada belirtelim. Bu kararla usul hatası giderilmiş olduğu kabullenilse bile, DGM kararıyla suç unsuru olmadığı kesinleşen belgelerin, 16 sene sonra 28 Şubat davasında çarpık değerlendirmelerle atılı suç için dayanak yapılmasının hukuksuz olduğu izahtan varestedir. Bütün bu bilgiler dava dosyasındaki savunma ve verilen dilekçelerde mevcut olmakla beraber, konuya AYM kararında hiç değinilmemiştir.
Sonuç olarak, AYM kararında hükme esas alınan bir tek belgenin irdelenmesinin, iplik söküğü gibi davanın çözülmesine, zihinlerde oluşabilecek soruların giderilmesine yardımcı olacağını umuyorum. Bu aşamada bize düşen görev, yalın gerçeğin üstünün örtülmesine izin vermemek için tarihe not düşerek gerçeğin tescilini sağlamaktır. Anayasamıza göre kararları iç hukukumuzun üzerinde kabul edilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) de bu tescili yapacağına inanıyorum. Esasen aşağıda alıntısını yaptığımız, AYM Başkan Yardımcısı Hasan Gökcan’ın söz konusu kararda yer alan “Karşı Oy Gerekçesi” verilen hükmün bütününün hukuksuzluğunu yeterince ortaya koymaktadır:
A. Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi İhlal Edildiği İddiası Yönünden
Bu başlıkta yer alan hak ihlali konusunda diğer iki başvurucuya ilişkin karara koyduğu muhalefet şerhine atıfta bulunulmuştur. Bu ilkenin ihlalini özünü değiştirmeden sadeleştirerek özetleyelim:
Bilindiği gibi anayasanın 38. maddesinde düzenlenen kanunilik ilkesi; “Hiç kimsenin kanunla düzenlenmeyen ve karşılığında bir ceza öngörülmeyen fiilden yargılanmaması, cezalandırılmaması” anlamı taşımaktadır. Bu yönüyle, yerel mahkeme kararı ve Yargıtay onayı, “Kanunilik ve Hukuki Öngörülebilirlik” ilkelerine açıkça aykırıdır. Dava dosyasında, başvurucunun bir fiilinden kaynaklı olarak 54. hükümetin görevi bırakmak zorunda kaldığına, üyelerinin cebir ya da şiddete maruz kaldığına dair bir delil yoktur. Hükümet 18 Haziran 1997 tarihinde ıskat edilmemiş, istifa etmiş, yeni hükümet kuruluncaya kadar (30 Haziran 1997) görevine devam etmiş, Resmi Gazetede yayımlanan kararnameler imzalamış, TBMM açık kalmış, hiçbir kimse tutuklanmamıştır.
B. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkı ile Gerekçeli Karar Hakkının ihlal edildiği Yönünden:
“Başvurumuzda yer alan, CD5’in içerisindeki belgelerin sahte olduğu, bilirkişi raporlarının ve dönemle ilgili tanıklık yapan milletvekillerinin anlatımlarına itibar edilmediği yolundaki iddialarımızın gerekçeli kararda tartışılmadığı”
- “CD5’e kaydedilmiş 1997 yılı tarihli belgelerin üzerinde ‘Evrak Güvenlik Numarasının’ kaşelendiğini, oysa Gnkur. Başkanlığı’nın resmi yazısında Evrak Güvenlik Numarası uygulamasının 05.11.2002 tarihinde başlamış olduğunun belirlendiğini,”
- İddianamede aslının “Adli Emanette” olduğu belirtilen “Batı Harekât Konsepti” adlı belgenin duruşmada getirildiğinde fotokopi olduğunun görüldüğü, sahteciliğin araştırılması isteminin kabul edilmediği,”
- Sincan’da yürütülen tankların hükümetle bağlantısını kuracak delillerin gösterilmediği, hükümetin istifası sürecinde cebir ve şiddet kullanıldığını gösteren bir delil bulunmadığı yönündeki iddiaların mahkeme kararında ve kanun yolu incelemesinde yeterince cevaplanmadığı”
- “Bilirkişi raporunda ve uzman mütalaasında CD’den elde edilen delillerin güvenirliklerinin şüpheli olduğu kanaati belirtilmiştir. Yerel mahkemenin CD içerisindeki bilgilerin doğruluğunu, “bir defada yazdırıldığı ve sonradan ekleme çıkarma yapılmadığı” yönündeki değerlendirmeye dayandırmıştır. Fakat bu değerlendirme söz konusu belgeler üzerindeki sahtecilik şüphesini kaldırmaya yetmemektedir. Gerekçeli karar ve Yargıtay onama kararında başvurucunun iddialarına karşılayacak tartışma ve gerekçe yer almamaktadır.
- “Sonuç olarak mahkemeler söz konusu belgeleri hükme dayanak yapmıştır. Bu durum yargılamanın hakkaniyetini zedelediği gibi gerekçeli karar hakkını da ihlal eder niteliktedir. Belirtilen nedenlerle başvurucunun hakkaniyete uygun yargılama hakkı ile gerekçeli karar hakkının ihlale dildiği kanısındayım.
Sanırım yukarıda alıntısını yaptığım “Karşı Oy Gerekçesi” sadece AYM’nin kararının değil, en tepedeki yargı erkinin içine bulunduğu acıklı durumu da ortaya koymaktadır. 25.08.2023
NOT: Bu yazıda ortaya konan gerçeklerin belgeleri tıpkı-çekim olarak eklerde yer almaktadır.
ÇETİN DOĞAN
EMEKLİ ORGENERAL
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
- Balbay'dan çarpıcı Saray kulisi!
En Çok Okunan Haberler
- Soylu'dan 'Özür dileriz' çıkışı
- Bahçeli ile görüşmesini anlattı
- Ölüm nedeni belli oldu
- 'Bundan 25 gün önce de...'
- İşte Enes Güran'ın kolundaki ısırık izinin fotoğrafı
- AKP döneminde ne kadar harcanmıştı?
- İşte AKP'li belediyelerin 'etkinlik' harcamaları!
- AKP ve CHP döneminin harcama raporu!
- MEB’ten skandal karar: Müdüre üstün başarı ödülü!
- Süper Lig'de yayın geliri dağılımı belli oldu!