Olaylar Ve Görüşler

Avrupa’ya Verilen Mesajlar

07 Aralık 2014 Pazar

Batı basını Putin ve Erdoğan’ın ortak özelliklerini vurgulayarak iki ülkenin yakınlaşmasının çok da şaşırtıcı olmadığı mesajını vermeye gayret etseler de konu iki devlet başkanının karakteriyle açıklanamayacak kadar karmaşık stratejik hesaplarla ilgili.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 1 Aralık 2014 günü Türkiye’ye resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. 2010 yılında iki ülke arasındaki ilişkileri güçlendirmek amacıyla oluşturulan Üst Düzey İşbirliği Konseyi’nin yıllık toplantısı vesilesiyle Türkiye’ye gelen Putin’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’la gülümseyerek el sıkıştıkları fotoğraf özellikle Batı basınında kendine geniş yer buldu. Rusya’nın diplomatik anlamda giderek sıkıştırıldığı bir dönemde Türkiye ile Rusya arasında esen sıcak rüzgârların dikkat çekmemesi zaten mümkün değildi. Batı basını Putin ve Erdoğan’ın ortak özelliklerini vurgulayarak iki ülkenin yakınlaşmasının çok da şaşırtıcı olmadığı mesajını vermeye gayret etseler de konu iki devlet başkanının karakteriyle açıklanamayacak kadar karmaşık stratejik hesaplarla ilgili.
Türkiye ile Rusya’nın tarihi beş yüzyıl geriye dayanan ilişkileri, karmaşık karşılıklı bağımlılıklara ve rekabete dayanıyor. Defalarca savaşan, aynı coğrafyalar üzerinde etki kurmaya çalışan, nadiren yakınlaşsalar da genellikle birbirine şüpheyle bakan ama birbirini gözden de hiç kaçırmayan bu iki komşu ülkenin son 15-20 yıllık ilişkilerine ise ekonomik çıkarlar ve beklentiler damgasını vurmuş durumda.
Rusya, Türkiye’nin Almanya’dan sonraki ikinci ticari ortağı ve iki ülkenin yıllık 33 milyar dolarlık bir ticari ilişkisi var. Türkiye de Rusya’nın dış ticaretinde yedinci sırada yer alıyor. Bu ilişkiler her şeyden önce Türkiye’nin Rusya’dan doğalgaz almasıyla ilgili. Türkiye’nin Akkuyu’da inşa edilecek nükleer santralını Rusya’nın işbirliğiyle yapacak olmasının iki ülke arasındaki enerji ortaklığını iyice derinleştirdiğini de hatırlatalım.
Putin’in ziyaretinde enerji konusu görüşmelerin doğal olarak merkezindeydi. Putin Türkiye’ye aktarılan doğalgaz miktarının artırılacağını ve fiyatların indirileceğini söylerken, Rus gazını Avrupa’ya aktaracak önemli yatırımlardan biri olan Güney Akımı projesinin de iptal edildiğini duyurdu. Doğalgaz konusunda İsrail-Mısır- Kıbrıs üçgeninde Türkiye’yi oldukça rahatsız eden gelişmeler yaşanırken Rusya’nın bu derece bonkör davranması ve Güney Akımı’nın iptal kararını da Türkiye ziyareti esnasında duyurması anlamlıydı. Suriye krizi konusunda Ankara ile Moskova’nın pozisyonlarının taban tabana zıt olduğu bilinmesine rağmen iki ülkenin enerji işbirliğini derinleştirmesi, sadece ticari pragmatizmle açıklanabilecek bir durum değil elbette.
Enerjiyi dış politikasının odağına yerleştirmiş, çıkar alanı olarak gördüğü coğrafyalardaki etkisini sürdürmek için her türlü yola başvuran, iç ve dış politikada sertlikten kaçınmayan Rusya’nın Avrupa ülkeleriyle ilişkilerinin, Ukrayna krizi dolayısıyla giderek gerginleştiği ve AB’nin Rusya’ya karşı uyguladığı yaptırımları giderek çeşitlendirdiği biliniyor. Soğuk Savaş’ın bitmesinden bu yana Avrupalı devletlerle en gergin dönemini yaşayan Rusya ile NATO üyesi ve AB adayı Türkiye’nin yakınlaşması, her iki ülkenin aslında Avrupa’ya verdikleri bir mesaj. Bir yandan Rusya, enerji konusunda Avrupa’nın kendisine ne kadar bağımlı olduğunu hatırlatırken; diğer yandan Türkiye, AB dışında da dış politika seçenekleri olduğunu Avrupa’ya hatırlatma çabasında.
Çok taraflı, çok değişkenli ve karşılıklı bağımlılıkların yaşandığı günümüz uluslararası sisteminde, bir ülkenin bir başkasıyla ilişkilerini geliştirmesi, diğerlerine sırtını dönmesi anlamına gelmiyor elbette. Zaten Türkiye’nin Rusya’yla işbirliğinin de sınırları bulunuyor ve o sınırlar büyük ölçüde ABD’nin Rusya ile olan ilişkilerine bağlı. Moskova ve Washington, Türkiye’nin merkezinde bulunduğu çok geniş bir coğrafyada süren çatışmaların seyri üzerinden hali hazırda pazarlığa devam ediyorlar. Bu iki büyük güç ortak bir irade gösterebilmiş olsalar, muhtemelen söz konusu çatışmalar bu kadar uzamayacaktı bile. Ancak ABD ve Rusya’nın üzerinde kısmen anlaştıkları bir konu var: Mümkün olduğu kadar Avrupa’yı devre dışı bırakarak bu pazarlığı sürdürmek. Türkiye’ye biçilen rol de bu noktada ortaya çıkıyor.
Karadeniz, Hazar ve Doğu Akdeniz havzalarında ABD ile Rusya arasında süren rekabetin denetlenebilir olması için bir üçüncü ülkenin, dengenin dengeleyicisi rolünü oynaması gerekiyor. İşte Türkiye bu role talip gibi ve Putin’in ziyaretinde de gördük ki Rusya’nın buna bir itirazı bulunmuyor. Hatta bu durumu Avrupa’ya karşı kullanmaktan da son derece hoşnut. Ukrayna’dan Suriye’ye doğru inen hattın doğusunda devre dışı kaldıkları, enerji konusunda da bir nebze çevrelenmiş oldukları kendilerine her türlü yöntemle hatırlatılan Avrupalı devletlerin bu duruma nasıl tepki vereceğini görmek ise fazla zaman almayabilir. Kim bilir, belki Papa’nın Ortodoks dünyasına bu denli muhabbet besliyor olması da sadece bir tesadüftür.

TOLGA BİLENER Galatasaray Üniversitesi Arş. Gör.

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları