Olaylar Ve Görüşler

Atatürk’ün Ayasofya öngörüsü üzerine - Salih ÖZBARAN

10 Haziran 2022 Cuma

Şu tarihin de nasibi! Tarihçiliğin, tabii ki sadece tevarih okuyup dillendiren, piyasayı allak bullak eden, “şehnâme” kopyacılığına soyunan, “vakanüvis” edebiyatıyla sanki Osmanlı sultanını memnun etmek isteyen bir dönemi soluduk geldik bugünlere. En korkunç biçimiyle de Atatürk ve birlikte olduğu aydınların, gazilerin, öğretmen ve öğrencilerin, kadınların ve yurtseverlerin yeşerttikleri genç Cumhuriyetin iktidarca parantez içine alınan (Ayasofya Müzesi’nin camiye dönüştürülmesi dolayısıyla Atatürk’e “lanet” okuyan ve Cumhuriyet sürecini “fetret” devri olarak tanımlayan) bir ortamı yaşadık, yaşamaktayız. 

Son günlerde de Mustafa Kemal Atatürk karşısına Sultan II. Abdülhamit’i çıkaranların cahillik göstergesi anakronizmin (olay ve olguların kronolojik saptırılmasının) sözcülüğünü yapanları gördükçe ve duydukça çok şaşırıyorum. Televizyon dizileri aracılığıla ve kurgusal olarak devam ettirilen ama bilimsellikle bağdaşmayan yazar/çizerliğin getirdiği ve tarihi, iktidarlarını sürdürmek isteyenlerin kullandıkları bir döneme tanıklık ediyorum 82 yaşımda, tarihçiliğimin 60 yıllık deneyimiyle. Sanki mesleğim “hayretengiz” ve “dehşetengiz” yorumlarla açık arttırmada; yağmalanmakta. 

Değerli meslektaşlarımın -özellikle Bizans tarihi ve Ayasofya uzmanlarının- yaptıkları katkıları gözümün önüne getirdiğimde “Çok yazık” diyorum kendi adıma ve Türk tarihçiliğinin seçkin kişileri adına; Atatürk önderliğinde yakalanmak istenen uygarlığı sindiremeyenler düşünerek. Tarih, neredeyse her gün medyada karşılaştığım “musahipler”in hazır cevaplıklarıyla dolup taşıyor, ciddiye aldıklarım ise arada kaynıyor. “Olayları ve yapıları, teki ve yığınları, zihniyetleri ve maddi güçleri” birlikte düşünemeyen bir alışkanlık içine sürüklendiğimizi fark ediyorum. 

ATATÜRK, EVRENSEL BİR DEĞER

Ayasofya’nın, Atatürk’ün arzu ve imzasının da bulunduğu hükümet kararıyla, 1934 yılında, müzeye çevrilmesine ilişkin savrulan saçmalıkların ne denli ezberden ve politik kurgulamalardan kaynaklandığına tanık oluyorum. Tüm bu tepkiler, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine, “devrim” sürecine ters bakmakla, çağdaşlaşma yolunda atılan adımların karşısına dikilmekle açıklanabilir ancak. Burada, Atatürk’ün tüm dünya literatüründe -emperyalist ülkeler dahil- hayranlık içeren yorumlamalarda ne denli saygıyla anıldığını söylemem gereksiz. Yalnızca Mustafa Balbay’ın Cumhuriyet’te 14 Temmuz 2020 tarihli yazısını anımsatayım ve oradan Birleşmiş Milletler’in 27 Kasım 1978 tarihinde 1981’i “Atatürk Yılı” ilan ettiklerinde yapılan değerlendirmeden birkaç cümle nakledeyim: 

 “Atatürk... Bir inkılapçı, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önderlerden biri, insan haklarına saygılı, insanları ortak anlayışa ve devletleri dünya barışına teşvik eden, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, din, ırk ayırımı gözetmeyen, eşi olmayan devlet adamı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu.”

SALİH ÖZBARAN

EMEKLİ TARİH PROFESÖRÜ 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları