Olaylar Ve Görüşler

Aşı Diplomasisi, AKP ve Türkiye - Op. Dr. Fikret ŞAHİN

06 Mayıs 2021 Perşembe


Covid-19 pandemisiyle birlikte hayatımıza yeni bir kavram girdi aşı diplomasisi”. Covid aşısının üretim teknolojisine sahip olmak uluslararası alanda güç, itibar ve etkinlik aracına dönüştü. Buna bağlı olarak tıbbi alandaki bilimsel kabiliyet ve üretim gücü son yıllarda ülkelerin bölgesel ve küresel etkinliğinin en önemli kaldıraç mekanizması haline geldi.

Covid aşısını başka ülkelerden bağımsız olarak üretebilmek, aşıya sahip olmak ve aşıyı ihtiyacı olan ülkelerle paylaşmak uluslararası gücün ve etkinliğin en önemli göstergesi oldu. Zorlu ve çözülmesi güç uluslararası sorunlarda, ilgili ülkeleri ikna etmek ya da istenilen noktaya getirebilmek için Covid aşısı diplomasi masasında yerini aldı. Bu diplomasi türüyle dünya ilk kez karşılaşıyor. Bu küreselleşmenin ve neo-liberal politikaların vardığı noktayı bize göstermesi bakımından da manidar.

BÜYÜK KOZA DÖNÜŞTÜ

DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) başta olmak üzere pek çok tıbbi otorite Covid aşısına ulaşım konusunda adaletli davranılmasını hatta aşı patentinin ve üretim teknolojisinin açık olması gerektiğini belirtmesine rağmen tıbbi üretim teknolojisini elinde bulunduran emperyal ülkeler ve onların küresel firmaları aşı üzerinden güç ve para kazanma peşindeler.

Covid pandemisi başladığından bu yana DSÖ’nün resmi kayıtlarına göre yaşamını kaybeden insan sayısı 3.5 milyona yaklaşmakta, resmi olmayan rakamlar doğal olarak bunun çok daha üzerinde. Her ne olursa olsun acı gerçek apaçık önümüzde duruyor ve günde ortalama 10 bin kişi hayatını Covid nedeniyle kaybediyor. Herkesin etrafındaki çember o kadar daraldı ki her gün bir tanıdığımızın acı haberini alır hale geldik.

İnsanoğlu yaşam ve ölüm arasında zamanla yarışıyor. Bu tablo karşısında aşı teknolojisini elinde bulunduran emperyal ülkeler DSÖ’nün çağrısını duymak istemiyor, aşı patentini açmıyorlar. DSÖ’nün yaptığı oldukça insancıl ve bilimsel olarak yapılması gereken bir çağrı fakat bu çağrının muhatabı ülkeler aşıyı diplomatik bir koz olarak kullanmakta kararlılar. 

BİYOLOJİK SAVAŞ

Dünya şu anda bir biyolojik savaş halinde. Düşman koronavirüs, buna karşılık insanoğlunun elindeki en etkili silah Covid aşısı. Bu silaha sahip ülkeler bu güçlerini başka ülkelerle paylaşmak yerine bu silahı küresel güçlerini artırmak ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak niyetindeler. Her gün binlerce kişinin aşılanamadığı için hayatını kaybetmesi umurlarında değil. Onlar için önemli olan salgın sonrasında çok daha güçlü ve etkili olabilmek. Covid salgınını güçlerini artırmak ve pekiştirmek için fırsata çevirme peşindeler.

Küresel güçler açısından şu anda Covid aşısına sahip olmak nükleer güce sahip olmak gibi bir durum belki de bundan daha da etkili. Ulaşmak istedikleri amaçları için Covid aşısını etkili bir argüman olarak kullanmaktan çekinmiyorlar. Bunun bir örneğini de ülke olarak biz yaşadık. Çinden Sinovac aşısının tedariki sürecinde, Çinin aşıyı yeterli dozda vermek için Türkiyeden suçluların iadesi anlaşmasını uygulamaya koymasını ve Türkiyede bulunan bazı Doğu Türkistanlıların iadesini istediği gündeme gelmişti. Bu konu her ne kadar inkâr edilmiş olsa da Çinden sağlanan aşı tedarikinde ilan edilen takvime uyulmaması bunun görüşmelere konu olduğunu düşündürmektedir.

Aşı üreten ülkeler, salgın sonrası siyasi ve ekonomik olarak daha avantajlı olabilmek için ilişkilerini geliştirmek istedikleri veya üzerinde etkili olmak istedikleri ülkelere aşı vererek ya da vermeyerek siyasi manevra yapıyorlar.

Aşı adeta Soğuk Savaş dönemindeki gibi bir mücadele zemini oluşturdu. ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Almanya bu mücadelede başroldeler. Herkes aşısını kendisi için önemli olan ülkelere gönderme çabasında, rakip ülkenin aşısının kendi bölgesine girmesini istememekte, bunun için amansız bir mücadele devam ediyor.

Hangi aşının, hangi ülkelerde kullanıldığına bakarak kimin nerede etkili olmak istediğini anlamak mümkün. ABD bu yarışta özellikle Avrupa kıtasında var olmak isterken, EMA (Avrupa Birliği İlaç Dairesi) Rusyanın Sputnik ve Çinin Sinovac aşılarına halen kullanım onayı vermeyerek bu ülkelerin Avrupaya girişini engellemeye çalışmakta. Buna rağmen onaysız olsa da bazı AB ülkeleri bu aşıları kullanmaya başladılar.

İnsanlık tarihine baktığımızda her salgın hastalık sonrası dünyada kayda değer değişimler meydana gelmiştir. 14. yüzyılda yaşanan kara veba salgını sonrasında feodal sistem yıkılmış, kapitalist düzen başlamış, Katolik inanca güven azalmış Protestanlık inancı doğmuş, kilise ve eğitimde hâkim dil Latinceden İngilizceye dönüşmüş, Rönesans ve Reform hareketleri yaşanmıştır. 

Bu salgın geçtikten sonra yeni bir dünya düzeniyle karşı karşıya kalacağımız kesindir. Tarihsel olaylardan ders çıkaran ülkeler buna yönelik hazırlıkları ve zeminlerini özellikle aşı üzerinden yapmaktadırlar. Ü

BİZ TÜRKİYE OLARAK NE YAPIYORUZ?

AKP iktidarıyla birlikte yerli aşı üretimini terk edip aşı ihraç eden ülke konumundan aşı ithal eden ülke konumuna geriledik. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün 80 yıllık tarihsel birikim ve deneyimlerini bir anda sıfırladık. Vatandaşlarımız için başka ülkelerden gelecek aşıları bekleyerek zaman ve hayat kaybediyoruz.

Oysa AKP iktidarından önce olduğu gibi kendi aşımızı üretebilseydik şimdi hem kendi vatandaşlarımızın aşılarını tamamlamış olacaktık hem de Türkiye olarak aşı sayesinde bölgesel güç olmak fırsatını yakalayacaktık. Çevresindeki ülkelere ürettiği aşıları gönderecek güçte olan bir Türkiyenin uluslararası itibarı ve etkinliğinin ne ölçüde artacağı tartışılmaz bir gerçektir.

Bilimin gücüyle ülkemizin gücünü örtüştürme fırsatını maalesef AKPnin öngörüsüz sağlık politikaları nedeniyle kaçırdık. Bilim insanları bundan sonraki süreçte de benzer pandemilerin gerçekleşebileceğini düşünmekteler. Bu nedenle yerli aşı üretimine sahip olmak sadece bugün için değil gelecekte de ülkemizin stratejik hedefleri ve diplomasi gücü açısından hayati öneme sahip olacaktır.

OP. DR. FİKRET ŞAHİN

CHP BALIKESİR MİLLETVEKİLİ


ESKİ BALIKESİR TABİP ODASI BAŞKANI




Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları