Olaylar Ve Görüşler

‘Acele’ye gerek yok'

04 Şubat 2020 Salı

Av. Murat Fatih Ülkü 

Bilindiği gibi Çeşme-Alaçatı’da 178, Urla-Zeytineli’de 333 parselin turizm yatırımlarına tahsisi amacıyla acele kamulaştırılmasına karar verdi Cumhurbaşkanlığı. Hem İzmir özelinde, hem de ulusal ölçekte kamuoyunun ilgisini ve tepkisini çeken bu konuya hukuk gözlüğü ile kısaca bakalım istedik. Aslında konuyu tam anlamak için 4-5 ay önceki bir hukuksal gelişme ile başlamak gerek. 13 Eylül 2019 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan bir Cumhurbaşkanlığı kararı ile, şimdi “acele kamulaştırma” kararına konu edilen parsellerin de bulunduğu bölge, “İzmir Çeşme Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi” ilan edildi. 

Konuya bu açıkdan bakınca, insanın ilk aklına gelen, bir alan “turizm bölgesi” olacaksa, yurttaşların taşınmazları neden kamulaştırılıyor? Turizm alanı içine alınacağı anlaşılan özel mülkiyet konusu taşınmazların -Kültür ve Turizm Bakanlığı Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürlüğü yazısına göre- sadece “turizm amaçlı değerlendirmeye yönelik bütüncül planlama kararları oluşturulmasına imkân sağlamak üzere” kamulaştırılması ve sonra olasılıkla kiralamaya/tahsise konu edilmesi, kamu yararı taşımaz. Çünkü, bütüncül planlama, taşınmazlar özel mülkiyet konusu iken de yapılabilir, hatta imar hukukunda planlamada, yurttaşların mülkiyet hakları ellerinden alınmaz. 

Anayasaya aykırı

Bu çerçevede, “turizm yatırımlarına tahsis” amaçlı kamulaştırmanın 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’nun 8. maddesinde öngörülmüş olması, yani bir yasa hükmüyle buna izin veriliyor olması, ortada önemli bir anayasaya aykırılık sorunu bulunduğunu göstermekte. 

Sormaya devam edelim. Peki, neden acele kamulaştırma? Adı üstünde acele, önemli, kamu düzeni, kamu yararı ile ilgili bir durum olması gerek değil mi? Bir de bu açıdan bakalım. Kamulaştırmaya verdiği izin bağlamında anayasaya aykırı olduğunu düşündüğümüz, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu’nun 8. maddesi, “acele kamulaştırmanın 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 27. maddesi hükümlerine göre yapılabileceği”ni öngörüyor. 

Yasal koşullar oluşmadı

Kamulaştırma Kanunu’nun 27. maddesi de “acele kamulaştırma kararı” için 3 olasılık öngörmüş, a- “(3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu’nun uygulanmasında) Yurt savunması ihtiyacı”, b- “(Danıştay’ın da kabul ettiği üzere) Kamu yararına ve kamu düzenine ilişkin acelelilik gerektiren bir durum” 

c- “Özel kanunlarda öngörülen olağanüstü durumlar”. Dönüp, Urla ve Çeşme’deki kamulaştırmaya bakıyoruz. Yasada sayılan bu 3 durumun hiçbiri yok. Yani acele kamulaştırmanın yasal koşulları oluşmamış. 

2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu, Urla ve Çeşme’deki gibi “kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgesi” ilan edilen yerlerde, “yapılaşmaya esas inşaat hakkı” olarak yüzde 30 (emsal 0,30) öngörmüş. Peki, Urla ve Çeşme, bu kadar büyük bir yapılaşmayı, bu yapılaşmanın getirdiği nüfus yoğunluğunu, bu yapılaşmanın yakın çevresinde yaratacağı yapılaşma baskısını kaldırabilir mi? 1. derece doğal sit alanı olarak belirlenmiş, 1. derece doğal sit alanının tüm niteliklerini taşıyan, İzmir’e çok yakın olmasına karşın, doğal yaşamın önemli biçimde sürdüğü, bozulmamış/bakir bir bölgenin yüzde 30 (emsal 0,30) inşaat hakkı ve sonrasında yoğun yapılaşma baskısı içeren bir geleceğe sürüklenmesi kabul edilebilir mi? 

Adaletsizlik yaratacak

Konunun hukuku ilgilendiren bir başka boyutu da oldukça önemli. Kamulaştırılacak taşınmazların önemli bir kısmı şu anda tarım arazisi. Kamulaştırma bedelini belirlerken, yakın gelecekte “turizm yatırımına uygun taşınmaz olacağı bilinen” bu taşınmazlara tarım arazisi olarak değer biçmek, taşınmazları kamulaştırılacak yurttaşlar için önemli bir adaletsizlik yaratacaktır. Yargı organı “kamulaştırma bedelinin tespiti»ne ilişkin süreçte, bu olasılığı dışlayacak çözümü bulmak, taşınmazlara turizm alanı olarak bedel tespiti yaparak adaletsizliği gidermek zorundadır. Burada da Kamulaştırma Kanunu’nda yer alan;

“Taşınmaz malın değerinin tespitinde, kamulaştırmayı gerektiren imar ve hizmet teşebbüsünün sebep olacağı değer artışları ile ilerisi için düşünülen kullanma şekillerine göre getireceği kâr dikkate alınmaz” hükmünün anayasaya aykırılığı sorunu gündeme gelecektir.

Ne yapacağız?

İzmir kent merkezi, yoğun ve çarpık yapılaşmanın yıkıcı etkilerinden kurtulamadı, şimdi bu yapılaşma baskısı, tarihi, turizmi, tarımı, kültürü, doğasıyla gözbebeğimiz gibi korumamız gereken yarımadaya yöneldi. Ne yapacağız, kapitalizmin bize gelişme diye yutturmak istediği “beton” ve “tüketim” sarmalına feda mı edeceğiz yarımadayı, yoksa hiç “acele”ye gerek olmadan, “sakin”ce yarımadayı tarihine, kültürüne, coğrafyasına uygun, doğal dengeyi koruyacak biçimde planlayacak mıyız?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları