Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
‘Yalan’
İçimizde hiç yalan söylememiş olan var mıdır?... Bence yok. Genel olarak insanoğlu yalana sığınma gereksinimini duyar. Hatta “Beyaz Yalan” diye bir şey bile uydurmuştur. Yalanı iyi kullanan siyasi partiler, bütün dünyada iktidar olmuşlardır. İnsanoğlu kendi de yalan söylediği için, yalan söyleyen politikacılara yabancılık hissetmezler. Ülkenin ekonomik durumu, adalete bakışı, genel olarak bazı kesimlerdeki seçmeni pek ilgilendirmez. Dünyanın bütün sosyal bilimcileri bu konuda kendilerine göre bazı açıklamalar yapsalar da asıl neden bence insanoğlunun “yalan”la olan yakın ilişkisidir. Bizde “Yalandan kim ölmüş?” diye atasözü bile vardır. Hatta kardeşim Uğur Dündar, bunu bir kitabına isim yapmıştır. Tiyatromda kapalı gişe oynadı oyunu. Seyirci akın akın geldi “Yalandan kim ölmüş?” lafını duyunca... Anlayacağınız; yalan toplumların vazgeçilmez bir parçasıdır. Ahlaksızca ama böyle işte...
SEYFİ BEY
Cihangir’deki evimizin alt katında otururdu. Elif’i çok severdi. Hiç evlenmemişti ve çocuğu yoktu. Elif iki üç yaşlarındaydı o zamanlar. Bizim salonun penceresinden baktığımızda onu hep dikiş dikerken, kostümlerini hazırlarken görürdük. Arada bir bizim kata çıkar, Elif’le konuşurdu. Bir devlet dairesinde çalıştığı için maaşı yetişmiyordu. Bu nedenle geceleri başka kılıkta Kulüp 12’de şov yapıyor ve çok beğeniliyordu. Ünlü oldu. Çünkü çok büyük bir yetenekti. Kimse onun yaptığı işi yapamazdı. Bir erkek olarak kadın kılığında sahneye çıkıyor, doğaçlama yapıyor ve sesi güzel olduğu için arada bir şarkı söylüyordu. Zaten kanto işi sanki onun içindi. Giderek yoruldu ve yaşlandı. Biz taşındık önce Cihangir’den. Anadolu yakasına geçtik. O da öyle yaptı. Kendine harika bir saray yavrusu yaptırdı. Giderek sağlığı bozulmaya başladı. Bir müzikal koyuyordum sahneye: “Gel bir görün git, seni yormayacağım” dedim. “Artık yapamam, kendimi çok yorgun hissediyorum” dedi. Kimsesi yoktu. Bütün servetini eğitim vakıflarına bağışladı. Ve bir gün çekti gitti bu dünyadan. Çok mutlu bir adam değildi Seyfi. Devlet memurluğundan “Huysuz Virjin”e geçmesi kolay olmadı.
Yıprattı onu. Sonunda çekti gitti işte. Hoş seda olarak hep kulaklarımdadır sesi. “Katina’nın elinde makası dikemez ah dikemez.”
ÇAYKOVSKİ
Klasik Batı müziğinde o kadar çok değerli besteci var ki. Bunları birbirinden ayırmak, karşılaştırmak olası değil. Ama benim en sevdiğim Çaykovski’dir. Rus bestecilerin hepsinin ayrı bir yeri vardır bende. Gelgelim Çaykovski bir başkadır. Patatit Senfoni, İtalyan Kapriçyosu, Kuğu Gölü Bale Süiti anlatılmaz derinliktedir. İtalya’da bir otelde kalıyor, karşısında askeri garnizon var. Her gece yat borusu çalıyor. Çaykovski bu melodiden etkileniyor ve “İtalyan Kapriçyosu”nu besteliyor. Askerliğini yapan erkekler bilirler. Yat borusu çalar garnizonlarda ve yatarız. Ama uyu uyuyabilirsen. Aklına doğduğun yaşadığın şehir, annen, baban, arkadaşların, yakınların gelir. Dön sağa dön sola... Moskova Çaykovski Konservatuvarı’nı görmek gerekir. İki üç salonu var ama ana salon dünyada çok az yerde var. 1866 yılında kurulan bu okuldan, çok sevdiğim ve piyano konçertosuna deli olduğum büyük besteci Rahmaninof da yetişme. Çaykovski bir kadınla evlendiğinde gönlünde yatan aslan bir erkek. Bunalıma giriyor... Ben Dede Efendi’yi de Itri’yi de Selahattin Pınar’ı da Âşık Veysel’i de severim. Onların yeri ayrı. Ama şu anda kulaklarımda İtalyan Kapriçyosu çınlamakta. Yat borusuyla başlıyor. Yatalım o zaman.
HİSAR
1962 yaz sezonu. İ.B Şehir Tiyatrosu yaz temsillerini Rumelihisarı’nda yapardı. Muhsin Hoca’nın (Ertuğrul) İstanbul seyircisine bir armağanıydı bu. O yıl. “Makbet” oynuyoruz. Ben yine figüranım. Bir ziyafet sahnesi var. Hisarın tam ortasında bulunan yuvarlak alan sahne. Fakat hoca, surları da kullanıyor oyunda. Giriş kapısının hemen sağında surların gezinme yeri var. Oraya kocaman bir ziyafet masası koydular. Masadaki altı kişinin biri de benim. Sırtım seyirciye dönük olarak oturuyorum. Ama yevmiyemi veriyorlar. Masada her türlü yiyecek var. Bir de tavuk yapmış butafor. Tahtadan. İlk oyun. Ben tavuğu aldım elime. Uzaktan da görülüyor tabii. Masaya hızla vurunca “taaak” diye bir ses çıktı. Tavuktan öyle ses çıkmaz. Tavuk tavuktur neticede. Masaya vurma sesi hisarın akustiğinde çok yankı yaptı. Tavuk ölü olduğu için yankı da yapmamalı. Herkes ister istemez sesin geldiği yöne baktı. Elimde tavukla kala kaldım. Yani müsebbip alenen görülüyor. Bir hafta ceza aldım. Ayıptır bu yaptığım. Hiç normal değil. Ama o zaman on sekiz yaşındaydım ve normal olacak kadar... Neyse...
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
En Çok Okunan Haberler
- İtirafçı Nevzat Bahtiyar'dan sürpriz hamle geldi
- Avrasya tüneli trafiğe kapatıldı!
- Kadınlara cehennem hazırlayanlar
- Nasuh Mahruki'nin tutuklanma gerekçesi belli oldu!
- Cem Garipoğlu soruşturmasında karar!
- Elektronik kelepçeyi kırıp cinayet işledi
- Beşiktaş'tan Talisca açıklaması: 'Karar verilmiştir'
- MSB açıklamasında 'Erdoğan' ayrıntısı
- Albaya verilen ceza belli oldu!
- Teğmenlerin avukatlarından açıklama geldi!