Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Bir yıldız kaydı, bir Mümtaz söndü...
Yıllar yılı, “yaşamda hiçbir şey raslantı değildir” saptamasını
insanları kadere inandırmak için uydurulmuş evrensel bir basmakalıp olduğunu
düşündüm. Ama yazmaya başlayacağım yeni romanım için geçmişe dönüp baktığım
bugünlerde, artık yanıldığımı anlıyor; her insanın olaylara yön vermek için
gösterdiği çabanın ötesinde belli bir kaderi olduğuna, özellikle de yaşantısına
çok belirgin ölçüde şans varlığı ya da yokluğunun yön verdiğine inanıyorum.
Yaşamda hiçbir şey raslantı değilmiş, evet.
Ve kader, henüz ne gazeteci, ne de yazarken, “hiç kimse”likten
ibaret anlamsız varlığımın karşısına çıkardığı insanlarla geleceğimin, epeyce
ters düğümlü haraşo ağlarını örüyormuş...
Sevgili, aziz dostum Mümtaz Soysal’la yollarımız ilk kez 12 Eylül
1980 akşamı kesişti.
Tahmin edebileceğiniz olağanüstü koşullarda gerçekleşen bu karşılaşmayı
uzun yıllar kendime saklayıp Milliyet’in 8 Mayıs 2005 tarihli sayısında ilk kez
şu sözlerle andım:
An, tarihi bir andı: 12 Eylül 1980! Sosyalist Parti
henüz muhalefetteydi ve müstakbel Cumhurbaşkanı Mitterrand’ın ‘kültür adamı’ imajını yaratan, en sadık adamı Jack Lang,
Akdeniz ülkelerinden çağrılan yazar ve sanatçıları Marsilya’da tarihi bir ‘keşişhane’de buluşturan toplantıyı düzenlemişti. Türkiye’den davetli Yaşar Kemal, Mümtaz Soysal, Çetin Altan ve davetsiz konuk bendeniz, 12
Eylül darbesini, üç gün krallar gibi ağırlanacağız diye gittiğimiz şatoya
vardığımızda öğrendik. Tabii ki ağzımızdan burnumuzdan geldi o üç gün ama benim
için unutulmazdı...
Dönmek zor, kalmak imkânsız
Cep telefonu daha icat edilmemişti. Brüksel’den Marsilya’ya uçan Mümtaz
Soysal, Paris’te birkaç gün geçirdikten sonra yola çıkan Yaşar Kemal ile
Montpellier üzerinden avdet eden Çetin Altan ve ben, 12 Eylül darbesini tam
olarak Marsilya yakınlarındaki Aix En Provence’ta düzenlenen toplantıya
varınca, çevremizi saran gazetecilerden öğrendik.
Basın, doğal olarak üç ünlü Türk aydının darbe hakkında, tercihen olumsuz
görüş bildirmesini bekliyordu.
Benim için ileride ders olacak anlardan biriydi.
Henüz buluşan Mümtaz Soysal, Yaşar Kemal ve Çetin Altan sanki
sözleşmişcesine, gazetecilere kendi aralarında toplantı yapmadan
konuşmayacaklarını bildirdiler.
Nasıl konuşsunlar? Üçü de eninde sonunda Türkiye’ye dönmek zorundaydı.
Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal durumu...
Şatonun bir salonunda toplandık. İlk iş televizyonu açmak oldu. Tüm
ekranlarda, hiç unutmuyorum, Türk askerlerinin yalnızca ayaklarını, rap rap
yürüyüşlerini gösteren bir fon üzerine darbe haberi vardı. TSK’nin darbeci
gelmişi, geçmişi sıralanıyordu.
Elbette ki hiç ses çıkarmadan izlediğim üçlü görüşmede, diplomasi ve hukuk
dilinin yanı sıra Fransızcaya en hâkim Mümtaz Soysal’ın sözcü olmasına, ondan
başka kimsenin konuşmamasına karar verildi ve Fransız basınına, hemen o gece
bir basın toplantısı yapılacağı tebliğ edildi.
Konuşarak susan sözcü
Üç ünlü Türkün darbe hakkında ne söyleyeceğini dinlemek isteyen o kadar çok
Fransız gazeteci vardı ki, basın toplantısı Aix en Provence’ın antik açık hava
tiyatrosunda yapıldı.
Yaşar Kemal ile Çetin Altan’ın ilk sırada oturduğu tiyatroda, Mümtaz Soysal
sahneye kurulan kürsüye çıktı.
Toplantıyı, yukarıdaki sıralarda, uzun yıllar sonra meslektaşları olarak
aralarına katılacağım Fransız gazetecilerle birlikte izliyordum.
Ve hayatımın bir büyük dersini daha, Mümtaz Soysal’ın olağanüstü Fransızcasını
tüm haşmetiyle sergilediği “çok konuşup hiçbir şey söylememek” konulu
uzun söyleviyle aldım!
Viran olası cinnet vatanda evlad ü ıyal vardı. Cehennem de olsa dönülmese
olmaz diyardı, Türkiye. Canım Mümtaz Hoca, lafı lafta öyle bir boğdu ki,
dinleyen gazetecilerden hiçbiri bizim üç büyük Türk darbeye karşı mı, yandaş
mı, TSK’yi övüyor mu, sövüyor mu, kesinlikle anlamamıştı. Hatta yanımda oturan
gazeteci, uzun söylevin sonunda bana dönüp “Yani şimdi ne dedi” diye
sordu. Tabii ki cevabım, epeyce eğlenerek “Fransızca konuştu,
anlamışsınızdır!”dan ibaret oldu.
Mümtaz Hoca, gazetecilerden soru almayı reddedip indi kürsüden.
Vatana sarsılmayan bağlılık
Aradan altı yıl geçti. Bilbao’dan Cumhuriyet’e geçtiğim haberlerle
gazeteciliğe adım atmıştım. Bir gün telefon etti, yazılarımı beğendiğini
söyledi, kutladı. Gözümde bir ilahtı. Çok sevindim, arada telefonla konuşmaya
başladık.
Dostluğumuz Fransa muhabiri olduğumda pekişti. Sık sık geldiği Paris’te,
illa ki Büyük İnsanlar* otelinde kalırdı. Otel, Fransa’ya hizmet etmiş “büyük
insanlar”ın anıt mezarı Pantheon’a bakıyordu.
Müthiş bilgisini karşısındakini ezmeden aktaran soylu bir inceliği, nüktedan ve kıvrak bir zekâsı vardı.
Paris sohbetlerimizden değerli anılar edindim. New York’ta bile yollarımız
kesişti! Belki bir gün, onları da anlatırım.
Anayasa Profesörü ve diplomatik deha Mümtaz Soysal, bu ülkeye sarsılmaz bir
bağlılıkla hizmet etmiş “Büyük İnsanlar”dan biridir. Büyük saraylara
doymayan Türkiye’nin bir Pantheon’u olsa, oraya gömülmeyi fazlasıyla hak eden “Büyük
İnsan”dır. Belki bir gün hakkı teslim edilir, kim bilir?
*Hotel des Grands Hommes
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret ve emekli maaşı hakkında önemli iddia!
- Asgari ücret kaç TL olmalı?
- Yarısı mesleği bırakmayı düşünüyor!
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
En Çok Okunan Haberler
- Meyve suyu devi konkordato ilan etti
- ABD’nin Colani’den beş talebi
- Bombacı Mülayim neden tutuklandı
- CHP'nin cumhurbaşkanı adayı kim olmalı?
- Volkan Demirel'den Şenol Güneş'e sert sözler
- Belgrad Ormanları yapılaşmaya mı açılacak?
- Habertürk ve Show TV el değiştirdi!
- Özel: Hepimizin vicdanlarını sızlattı
- 'Çocukları diri diri yakıyor; Filistin'e özgürlük'
- 'Erdoğan’ın programıyla ilişkisi var mı?'