Mehmet Ali Güller

28 Şubat - 15 Temmuz çarpışması

21 Ağustos 2021 Cumartesi

28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısında alınan 18 maddelik tavsiye kararları, Refah-Yol Hükümeti tarafından 13 Mart 1997’de imzalanarak Bakanlar Kurulu kararı haline getirildi. Dolayısıyla ortada “darbe” diyebileceğiniz bir uygulama yok!

Nitekim 28 Şubat darbe değildi; Cumhuriyeti yıkma çabalarını frenleme süreciydi. Ne yazık ki üç yıl sürebildi: Fiilen 1995 yılında başlamakla birlikte, 28 Şubat 1997 kararlarıyla resmiyet kazandı; 10-11 Aralık 1999’da Türkiye’nin AB kapısına bağlanmasıyla da bitti (etkileri birkaç yıl daha sürdü).

“28 Şubat davası” ise Ergenekon ve Balyoz gibi, Türk ordusuna karşı düzenlenen AKP-FETÖ ortak operasyonlarından biriydi. 

Öyle ki davanın iddianame savcısı Mustafa Bilgili, duruşma savcısı Kemal Çetin, iddianameyi kabul eden hâkim Hakan Oruç, davanın sözde delillerini Genelkurmay karargâhından gönderen Genelkurmay Adli Müşaviri Albay Muharrem Köse FETÖ’den hapiste...

28 ŞUBAT’IN HEDEFİ: FETÖ

28 Şubat bin yıl değil, on yıl bile sürse, Türkiye’de ABD destekli 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi yaşanmazdı. Çünkü 28 Şubat, FETÖ’yü hedef alıyordu.

28 Şubat’ın 1997-1999 yıllarında TSK’den uzaklaştırdığı 243 kişiden 72’sinin davaya şikâyetçi (müşteki) olarak katılması bile bu gerçeği ortaya koyuyor. 

Dahası, 28 Şubat Fethullah Gülen’e 19 Mart 1999’da soruşturma açtı; Gülen, soruşturmanın açıldığı gün ABD’ye kaçtı.

Yani 28 Şubat, 1997-1999’da yapabildiği tasfiyeleri sürdürebilse ve AKP hükümeti eliyle sonrasında tasfiyeler durdurulmasa FETÖ, TSK içinde 15 Temmuz darbe girişimine soyunabilecek kadar etkin olamayacaktı.

28 ŞUBAT, ABD VE İSRAİL’E KARŞI KONUMLANDI

28 Şubat, ulusal güvenlik ve dış politikada ABD ve İsrail’e karşı konumlanmaydı. O nedenle ABD, 28 Şubat’a giden süreçte “Türk ordusu hizadan çıktı” tespitini yapıyordu. 

Somutlarsak, 28 Şubat, Türkiye’nin bölge merkezli dış politika yapmasını savunuyordu; Rusya ve İran’la işbirliği gibi...

Somutlarsak, daha sonraki yıllarda AKP hükümetinin kabul ettiği Kürecik Radarı, 1997-1998’de Türkiye’ye dayatılmış, ancak 28 Şubat reddetmişti!

Somutlarsak, 28 Şubat, silahlanmada ABD ve NATO’ya bağımlılığı kırmak için, hem ulusal silahlanma atağı (örneğin MİLGEM) başlatmış hem de teknoloji transferi yapabilmek ve silah envanterini çeşitlendirebilmek için farklı ülkelere yönelmişti. (Örneğin Toros füzeleri Çin’le işbirliğinin sonucudur.)

28 ŞUBAT, GLADYO’YLA MÜCADELE ETTİ

28 Şubat, 3 Kasım 1996’da Susurluk’taki kazayla ortaya çıkan çetenin üzerine gitti, ilişkileri derinleştirdi ve toplamda Amerikancı Gladyo ile mücadele etti. Türkiye’de adı kontrgerilla ile anılan Emniyetçiler, istihbaratçılar tasfiye edildi.

28 Şubat, tarikatları ve cemaatleri, yani irticayı asıl tehdit ilan etti. 28 Şubat, ABD’yle işbirliği içindeki “siyasal İslamcılıkla” mücadele etti. 

28 Şubat, aynı zamanda “ülkücü milliyetçiliği” de tehdit kapsamına aldı. 12 Eylül’ün Türk-İslam sentezinde “ülkücü milliyetçi” gruplar olarak Gladyo içinde görev alan yapıları dağıttı.

28 Şubat “kayıp silahlara”, özel çevrelerde çoğalan “pompalı tüfek” satış ve alımlarına müdahale etti. 

15 TEMMUZ, 28 ŞUBAT’A DARBEYDİ

Kısacası 28 Şubat darbe değil, Cumhuriyeti yıkma girişimlerine frendi, sürdürülemedi. 28 Şubat’ın hedef aldığı FETÖ ise AKP iktidarının desteğiyle güç kazandı ve hem orduya karşı kumpas operasyonlar yaptı hem de en sonunda darbeye soyundu. 

Yani 15 Temmuz, bir yönüyle 28 Şubat’a darbeydi!

FETÖ’nün savcıları, hâkimleri, bilirkişileri, şikâyetçileri ve tanıklarıyla ve elbette AKP hükümetinin siyasi desteğiyle yürütülen bir operasyonun, FETÖ’yle “mücadele (!)” günlerinde sürebiliyor olması ve 14 askerin hapis cezasına çarptırılıyor olması, kuşkusuz siyasal planda birkaç sonuç doğuruyor. Birini belirterek bitirelim: 

28 Şubat ile 15 Temmuz’un Cumhuriyeti koruma ve yıkma karşıtlığı bağlamında çarpışması sürüyor, sürecek... 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları