Feyzi Açıkalın

Bakın depremde neler yaşanıyor

06 Aralık 2020 Pazar

Depremi hissettiğimde, önümdeki sehpanın üstüne yerleştirdiğim Ipad’imden maç izliyordum. Kolay sallanan bir yapıdaki sehpanın devinimiyle heyecanlanıp sesimi yükselttikçe, karımın reaksiyonsuzluğuna şaşmaktaydım. 

Meğerse umursamazlık, maç izleyen kocaya gösterilen doğal tepkiden başka bir şey değilmiş. Ayaklanmamı, benim gol atağına gösterdiğim “hezeyana”, yani top işine yormaktaymış! 

İş uzayınca anladı tabii. İstanbul depreminden deneyimlidir kendisi, hemen salondaki koltuğun yanına çömeliyormuş gibi yaptı! Yerimden kalkmadan göz ucuyla baktığımda, koltuğun yüksekliğinin bizim göbekli halimizi aşmadığını yani bir işe yaramayacağını gördüm.

Benim duyarsızlığımı görünce ısrarla davetini sürdürdü. Gitmedim. Çünkü aklım başka yerdeydi; depremi sosyal medyada duyuran ilk ben olmalıydım! Karımın dehşet dolu bakışlarıyla yazmaya koyuldum.

Tahmin ettiğim gibi inanılmaz bir hızla interaktif yazışmalar oldu. Ve yine tahmin ettiğim gibi, depremin merkezi ve şiddetine ilişkin ilk bilgiler yabancı tweet hesaplarından geldi.

Sonra televizyon kanalları devreye girdi. Ülkemizi İstanbul’dan ibaret sayan haber kanalı spikerleri, zahmet edip ülke coğrafyasını öğrenmedikleri için depreme en yakın ilçe olan Gazipaşa’nın yerini bile belirtemiyorlardı. 

Kanallara alel acele deprem uzmanlarını bağladılar. Uzmanlar deprem hakkında henüz çok az bilgiye ulaştıkları halde, yalnızca şiddetine bakarak inanılmaz bir sakinlikle(!) yorumlarda bulundular.

Dahası, sonrasında kanala davet edilen Gazipaşa belediye başkanı da, sanki her gün depremle karşılaşıyormuş gibi, nedeni belirsiz bir soğukkanlılık çabasıyla yalnızca “depremi hissettiğini!” belirtti. Sanki her ekrana çıkan, gerçeği hafifleterek yok sayma siyaseti güden siyasi rejimi taklit etmekteydi. 

Gelelim benim serinkanlı diye yorumlanabilecek davranışıma… Bir kere bunu böyle değil, “aptallık” olarak tanımlamak gerekiyor. Nasıl bir tehdit içerdiği bilinmeyen doğal afet sürerken hemen önlem almak yerine, depremi sosyal medyada paylaşma isteği gaflet değil de neydi?

Sonra gaflet kelimesine kafam takıldı. Gaflet ahlaki olarak, içinde bulunduğun durumu anlayamamak olarak tanımlanıyordu. Dini terim olarak ise, kişinin coşkusuna yenik düşüp, dünyevi her işi (burada tweet atmak oluyor!) ön plana aldığı için Allah’a karşı olan görevlerinin arka plana atılması anlamına geliyordu. 

Tanımlar, hele dini olanı tam yerine oturuyordu. Allah affetsin, depreme karşı tuhaf bir şekilde, hadi sevgi demeyelim de, saygım vardı. Bir keresinde hiç unutmuyorum, gecenin bir vakti henüz uykuya dalmamışken sallanmaya başladığımızda, onun ne müthiş bir doğa olayı olduğunu düşünüp, yastığıma kulağımı iyice yaslayarak sesini dinlemiştim.

Depremden kaçmıyordum çünkü içinde bulunduğum yerleşimin kaçıncı tehlikeli kuşakta olduğunu biliyordum. Karımla beraber uyduruk koltuğun yanına çökmedim çünkü evimizi müteahhit değil, babam çok güvendiğimiz bir ustaya yaptırmıştı. Bilmiyorum, belki de akılsızlığıma bahane üretmekteydim ama ataletsizliğim kesinlikle kadercilikten değildi…

Ama şu çağın hastalığı, sosyal medyaya haber yetiştirme işi yok mu, galiba beni en çok utandıran o olmuştu. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları