Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Uçurumun Kenarında Mısır
Çarşamba gecesi Müslüman Kardeşler hareketine, Devlet Başkanı Mursi yönetimine karşı gerçekleşen askeri darbeyi izlerken aklıma, çok bilinen bir fıkra geldi: Şirketin, yeni genel müdürünün birinci yılını kutlamak için yapılan toplantıda, kendini göstermek isteyen yalakalardan biri kadehini kaldırmış: “Şirketimiz uçurumun kenarına gelmişti. Sayın müdürümüz cesaretle ileri doğru büyük bir adım attı...”
Mursi yönetiminin birinci yılı geride kalırken Mısır’da gerçekleşen askeri darbe, “ileriye doğu cesur bir adım mı”, yoksa bu adımı atmaya çalışanları geri çeken bir müdahale mi önümüzdeki günlerde daha açık bir biçimde göreceğiz.
Tabii ki askeri darbeler siyaseti düzenlemenin arzu edilen bir biçimi değildir ve demokratik pratiklerle uyuşmaz. Ancak darbeye kesin olarak karşı olma tutumu da darbeye yol açan koşulların konuşulmasının önünde bir engel oluşturmaz. Diğer taraftan, Mübarek devrilirken ordunun yaptığı müdahaleye o zaman neden kimsenin karşı çıkmadığını da ayrıca düşünmek gerekiyor.
Yönetenlerin sorumluluktan kaçamaz
Mısır’da askeri darbe olduğunda, sokaklarda Mursi yönetimine karşı büyük protestolar, buna karşı Müslüman Kardeşler örgütünün alana sürdüğü kitleler toplumu temelinden sarsarak ikiye bölüyordu. Ekonomi çökme noktasındaydı. Kısacası Mısır’ın yönetimini bir yıl önce devralan Müslüman Kardeşler akımı, tam anlamıyla bir başarısızlık sergiliyor, dahası Mısır’ı bu noktaya getiren tutumunda ısrar ediyordu. Aynı şeyden daha fazla yapmaya niyetli marazi bir durum söz konusuydu.
Diğer bir deyişle Mursi yönetimi uygulamalarıyla “biz”, “onlar” söylemiyle Mısır toplumun dokusunda, derin çatlaklar yaratıyordu. Kendi taraftarlarına yaptığı bir konuşmada, “Onlar bizi akşama kebap yapmadan biz onları öğlen yemeğinde yiyeceğiz” (Daraghi, Finanacial Times, 04/07) diyen Mursi’nin, toplumu istediği gibi şekillendirmeye, kendisine oy veren liberalleri yabancılaştırmaya, bu çatlakları toplumu yıkma noktasına kadar derinleştirme pahasına devam etmeye kararlı olduğu görülüyordu.
Ordu siyasete işte bu çatlaklardan girdi. Şimdi sonuç ne olursa olsun, Mursi yönetimi, Mübarek’in devrilmesiyle başlama şansı kazanan demokratikleşme sürecinin ortasına düşen bu askeri darbenin koşullarını yaratmış olmanın sorumluluğundan kaçamaz.
‘Hatalar’ rastlantı mı?
Mursi yönetiminin birçok hata yaptığını, Müslüman Kardeşler’e yakın çevreler de kabul ediyorlar. Ancak sorun şurada, bu “hatalar” rastlantı mı yoksa yapısal mı?
Kısacası, Mursi’nin seçildikten sonra, adeta kendini şekerci dükkânında başı boş bulan bir çocuk gibi tüm şekerleri birden avuçlamaya kalkması, tecrübesizlikten, kişisel açgözlülükten mi yoksa siyasal İslamın toplum, devlet, demokrasi ve seçimler konusundaki algılarından mı kaynaklandı?
Siyasal İslam hareketinin modern kapitalist toplumun sınıfsal, kültürel karmaşıklığını, ekonominin bilinç yapıları üzerindeki etkisini, çok katmanlı yönetişim yapısını, dağınık, heterojen iktidar merkezlerini kavramakta çok büyük zorluk çektiğini kolaylıkla söyleyebiliriz.
Örneğin, kapitalist toplumun yaşamı; vatandaşların toplumu, birey, ahlak-değer ilişkilerini anlamlandırmasına olanak sağlayan ortak kodlarda, estetik değerlerde, duyarlılıklarda, hatta devlet baskısının sınırları şiddetin dozu, cezalandırılma yöntemleri üzerinde oluşmuş genel, yeterince homojen bir mutabakata dayanıyor. Demokratik pratikler ancak bu mutabakat üzerinde yaşanabiliyor. Genel seçimlerin sonuçlarının, bu yolla seçilen hükümetlerin meşruiyeti bu mutabakattan kaynaklanıyor, seçimde alınan oy oranlarından değil.
Bir hükümet, seçimlere bu mutabakatın bileşenlerini değiştirme niyetini açıklayarak girmediyse, değişiklik sürecini, toplumun karmaşık dengelerine, güç odaklarının dağılımını vb, göz önüne almadan, onların tepki verme hızına uygun bir hızda gerçekleştirmeye çalışmazsa, her taraftan tepkiler yükseliyor, toplumun yapısı da dağılmaya başlıyor.
Siyasal İslamın bu karmaşıklığı anlamakta yaşadığı zorluk hemen onun demokrasi anlayışına yansıyor. Siyasal İslam demokratikleşmeyi kendini, taraftarlarının haklarını, mekânlarını geliştirmek olarak görüyor. Bu sürecin toplumun geri kalanında hak, yaşam alanı kaybı olarak algılanabileceğini, hoşnutsuzluk yaratabileceğini, dolayısıyla “karşılıklılık ilkesine” uymak gerektiğini anlayamıyor.
Seçimleri kazanan siyasal İslam Türkiye’de, Tunus’ta olduğu gibi Mısır’da da bir gözlemcinin deyimiyle “sandıkokrasi” ile yönetmeye yöneldi. Siyasal İslamın partisi seçimlerde aldıkları oy oranını (niceliği), toplumun karmaşık yapısını yok sayarak bir mutlak otorite kaynağı olarak yorumladı.
Siyasal İslam belli ki halkı seçimle sayılan bir sürü olarak gördüğünden, kendisine oy vermeyenleri, toplumun kendilerine oy vermeyenleri de kapsadığını onlara karşı bir sorumluluğu olduğunu unuttu. Aslında unutmadı, çünkü siyasal İslam yalnızca kendi değerlerinden oluşan “yaşam dünyasını” tanıyor, diğer “yaşam dünyalarını” ya yok sayıyor ya da değişmeye zorluyor.
Bu anlayışla uyumlu olarak Mursi topluma, kendi taraftarlarının dışında kalanlara, hareketinin niyetlerine ilişkin her adımda yalan söyledi, verdiği sözleri tutmadı, her adımda kendine olağanüstü yeni yetkiler vermeye çalıştı. Her adımda toplumu biraz daha dini kurallara göre biçimlenmeye zorladı.
Mursi “toplumsal mühendislikle” meşgulken ekonomik kriz derinleşiyor, Mısır toplumunda derin çatlaklar oluşuyor, çeşitli sınıfların ekonomik, siyasi varlıkları, bireysel kimlik yapıları tehlikeye girmeye başlıyordu. Bu durumu protesto etmek için Tahrir Meydanı’na gelenlerin yanı sıra Mısır özelinde ordu da derin ekonomik ilişkileri, varlıkları, gelir kaynakları olan kapitalist, “devlet kapitalisti” bir sınıf özellikleri taşıyordu hem de elinde salt ekonomik değil, şiddet araçlarını bulunduran, uluslararası ilişkilere sahip güçlü bir sınıf.
Tüm bunlardan, “emir komuta” yapısından hareketle ordunun esas kaygısının demokrasi değil, kendi ekonomik çıkarları, bu çıkarları koruyacak toplumsal istikrar olduğunu kolaylıkla görebiliriz. Darbeyi açıklayan komutanın, bir yanında El Ezher Üniversitesi’nin şeyhinin, öbür yanında “Koptik” Hıristiyan azınlığın Papası’nın, uluslararası sermayenin ve liberallerin favorisi El Baredey’nin boy göstermesi de bu kaygılara işaret ediyor.
Mısır’ın buradan nereye gideceğini iki olasılıktan biri belirleyecek. Birinci olasılıkta Müslüman Kardeşler frene basacak, orduyla, liberallerle yeni bir uzlaşmaya gidecek, sürecin parçası olmayı kabul edecek, bu yolla hep birlikte sokaktakileri içeri sokmaya, uluslararası mali sermayeye güven vermeye çalışacaklar. Fareed Zakharia, Washington Post’taki yorumunda buna 1997 Türkiye senaryosu diyor. İkinci olasılıkta radikal İslam uzlaşmayı kabul etmeyecek ve silahlı mücadeleye başlayacak, bu da 1994 Cezayir senaryosuymuş. Bir üçüncü olasılık daha var, ama onun varlığının yeğinliği şimdilik çok düşük!
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Dubai çikolatasına rakip
- Balbay'dan çarpıcı Saray kulisi!
- Karga videosu sosyal medyada viral olmuştu!
- Öğretmenlik meslek kanunu taslağı...
- Atatürk'ün kullandığı parfümden üretti!
- Minikler Cumhuriyet'in ilanını gazete dağıtarak duyurdu
- Şok İddialar! Oktan Keleş: TUSAŞ Saldırısının Arkasında
- Bu kadarı pes! Çöp evden 10 kamyon çöp çıktı
- Prof. Dr. İlber Ortaylı'dan Antalya'ya turizm eleştirisi
- FETÖ elebaşısı Fethullah Gülen öldü
En Çok Okunan Haberler
- Lütfü Savaş kesin ihraç talebiyle disipline sevk edildi
- Apocularla ülkücüleri kucaklaştıran adam!
- Hayatını kaybetti!
- Mansur Yavaş'tan TBMM'ye flaş çağrı!
- Avukat İrem Çiçek'e tutuklama talebi
- TÜİK ekim ayı enflasyon verilerini açıkladı
- 'Şerefsizlere mağlup olduk'
- Mardin, Batman ve Halfeti'ye kayyum atandı!
- İşte Belediye Başkanı'nı öldüren saldırganın ifadesi!
- AKP'den kayyum için ilk açıklama