Seçimlerden sonra...

29 Mayıs 2023 Pazartesi

15 Mayıs yazımda, “Seçim sonuçlarını bilmiyorum ama iki konuda kafam açık. Birincisi, toplumun yarısına yakın bir kesimini büyük bir düş kırıklığı bekliyor. İkincisi, bu düş kırıklığı, ekonomik krizle birleşince, ekonomik siyasi sınıf çelişkileri ve kültür savaşları keskinleşirken ülkede çok çalkantılı bir dönem başlayacak” diyordum. Şimdi aynı saptamayı “fazlasıyla” yapmak olanaklıdır. Bu yazıda ben “fazlası” üzerinde durmaya çalışacağım.

Birinci tura girerken kültür, ideoloji ve sadakatler zemininde şekillenmiş derin bir kutuplaşma, sınıf çelişkilerinin ekonomik ve tarihsel boyutunu baskı altında tutuyor adeta “anlaşılabilir olanın” (yıllardır dinci “hakikat rejiminin” etkilerine dikkat çekiyordum) dışına itiyordu. Kutuplaşmanın bir tarafı siyasal İslamın egemen sınıfının tekeline aldığı Sünni Müslümanlık, diğer tarafı da laikliği savunan bir bloktu (“Kemalizmin” şoven milliyetçilikten halkçı ulusalcılığa uzanan kesimleri ve genel olarak sol).

Bu kutuplaşmada, tarafların aşırı uçları, II. tura giderken keskinleşiyor, temsilcilerinin, demeçleri, görüntüleri medyada öne çıkıyordu. Bunların, fiziki varlıklarının çok ötesinde bir yeğinlik kazanarak rejimin ve muhalefetin ittifaklarına (sosyalistler ve Yeşil Parti dışında) biçim vermeye başladığı görülüyordu.  

AŞIRI UÇLAR- ‘FARKLI BEDENLER’

“Hiçbir kadın gelmiyor...

...ve onların yerine oy kullanmak istiyorlar”

Her iki aşırı uç da biri cinsel farklılıkları diğeri etnik farklılıkları, kısacası farklı bedenleri “öteki” olarak saptıyor. Siyasal İslamın “dünyasında”, kadın erkeğe göre bedenen ve aklen eksik, bu nedenle yaşamı, adeta “sesinin anlamı olmayan ‘sesli aletler’ olarak”, erkeğin iradesine tabi, farklı bir tür, hatta “ırk” gibi algılanıyor. Siyasal İslamın, kadın haklarını kısıtlamayı hedefleyen girişimleri ve söylemi çoğu kez gereken analitik ilgiyi görmüyor. Halbuki bu söylem, erkeğe kadın bedenini keyfine göre ve sınırsız kullanma hakkı, kadınsızlara (“sahiplendirme”, çocuk evlilikleri yoluyla) kadın bedeni vaat ediyor. Siyasal İslam, “aileyi” antik Roma’nın “dünyasındaki” anlamına (erkeğin köleleri) kadar geri çekiyor. Kısacası, siyasal İslam, erkeklere, kadınların, çocukların bedenlerini istediği gibi kullanabilecekleri bir “dünya” vaat ediyor.

Ne yazık ki sınıflar arası ilişkilerin ekonomik çıkar söylemine saplananlar, kültür savaşlarından kaçtıkça, eril bir dünyada, bu vaat edilenlerin maddeselliğini (somutluğunu) göremiyor, kadına çocuklara hazırlanan cehenneme karşı gereken telaşla tepki vermeye fırsat bulamıyorlar.

Sığınmacıları (ve tabii ki Kürtleri de unutmadan) hedef almaya başlayanlar da tüm sığınmacıların, herhangi bir ahlaki-hukuki (haklı-haksız) hatta insani (muhtaç) ölçüte baş vurmadan, homojen bir “istenmeyen bedenler yığını” olarak görülmesini isterken onları “ırkçı” bir söylem içinde tanımlamış oluyorlar. 

Biri erkeğin ekonomik-siyasi, egemenlik dünyasını kadınlardan, onları bu “dünyanın” dışında, yerli yerine (evin içine) koyarak arındırmak istiyor. Öbürü ulusun egemenlik “dünyasını” bu “istenmeyen bedenler yığınından” onları bu dünyanın dışında, başka bir coğrafyada yerli yerine koyarak arındırmayı amaçlıyor.

Ülkede, dini etnik çelişkiler sertleşiyor, iki karşıt “hakikat rejimi” içindeki aşırı uçların önerilerinin yeğinliği artıyor, ekonomik krizin kültür savaşlarını besleyen etkisi yayılıyor.

Bu “karanlık” içinde aklıma iki farklı saptama geliyor: “Şeyler parçalanıyor; merkez çöküyor. Sadece kaos yayılıyor dünyada” ve “Gök kubbenin atında kaos var koşullar mükemmel”. Hiçbir şey olmasa bile bir şeyler olacak! 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları