Mısır'da Bir 'Trajedi'

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Aslında klasik anlamda trajedi demek de kolay değil. Oyunun ufkunda ne bir “katarsis” ne de adaletin yerini bulmasının ardından yeni bir “düzen” olasılığı görünüyor. Aklıma Jacobean Trajedi, John Webster’in (1578-1632), sonunda, herkesin ya öldüğü ya da onurunu kaybettiği “intikam piyesleri” geliyor.

\n

Olayların akışı

\n

Müslüman Kardeşler (İhvan) adına devlet başkanı seçilen Mursi’nin bir yıllık yönetim fiyaskosuna tepki olarak Mısır halkı milyonların katıldığı protesto gösterileriyle meydanları, sokakları doldurdular. İhvan’ın sivil güçleri bu kalabalıklara, Hıristiyan azınlığa saldırmaya başladı.
3-9 Temmuz arasında Mısır ordusu, bir iç savaşı engellemek,
“demokrasiyi restore etmek”, “halk istedi” iddialarıyla Mursi hükümetini devirdi. Mursi, İhvan liderleri tutuklandı. İhvan taraftarları Mursi’nin görevine iade edilmesi talebiyle sokaklara döküldüler, bu ilk protesto dalgasında 51 kişi öldü. ABD, askeri darbeyi “Ordu demokrasiyi restore etmeye çalışıyor” saptamasıyla onayladı. 27 Temmuz’da İhvan protestolarının ikinci dalgası başladı. Çatışmalarda 100’den fazla insan öldü. Batılı diplomatlar, AB Dışişleri temsilcisi Mısır’a geldiler, Mursi ve diğer İhvan liderleriyle görüştüler, bir uzlaşma zemini aradılar ama İhvan liderliğini ikna edemediler.
11 Ağustos’ta, Nahda ve Raba meydanlarında, İhvan taraftarlarının oturma eylemi başladı. Oturma eylemi meydanların çevresindeki sokaklara yayılır, kent yaşamını etkiler, yerel halkın tepkisini çekerken, kendi yaşam alanını kuruyordu. Güvenlik güçleri meydanları temizleyeceklerini söylediler. Tüm uzlaşma arayışları sonuçsuz kaldı. 14 Ağustos’ta güvenlik güçleri, buldozerle, ateşli silahlarla meydandaki MK taraftarlarına saldırdı. Bazı Arap TV kanallarında, BBC’nin ilk haberlerinde (bir daha tekrarlanmadı) MK kalabalığının içinde tek tük de olsa yüzü maskeli silahlı tiplerin varlığı, her iki tarafın içinde birilerinin
“özel” niyetlerine işaret ediyordu.
Güvenlik güçleri meydanları
“temizlediler”, yüzlerce insan öldü. Her iki tarafın yalan söyleme eğiliminden esas sayı belli olmadı. Bu arada Hıristiyan azınlığa, kiliselerine, polis karakollarına yönelik, MK taraftarı olduğu ileri sürülen grupların saldırıları arttı. 16 Ağustos’ta MK taraftarları yine sokaklardaydı. Çatışmalarda 50’den fazla insan öldü. Cumartesi günü “olaylar” bu yönde akmaya, İhvan camilere sığınarak “din” kartını kullanmaya devam edecek gibi görünüyordu.

\n

Herkesin elinde bir 
başka metin...

\n

“Nasıl oldu da liberaller Mısır’da bir askeri darbeden demokrasiyi restore etmesini beklediler? Nasıl oldu da İhvan liderliği siyaseti bu kadar yanlış okudu? Neden güvenlik güçleri bu kadar sert bir biçimde müdahale ettiler?” sorularına cevap aranırken bu Jacobean Trajedi’de “kahramanların” her birinin elinde farklı metin vardı. Her biri, farklı yanılsamaların esiri olarak sahnede adeta tek başınaydı, karşısındakinin özelliklerini yok sayıyordu. Şimdilik hiçbir diyalog, uzlaşma olasılığı yoktu.
Liberaller, liberal solcular tarafında, ilk Tahrir olayları başladığından bu yana, soyut bir demokratikleşme söylemi alıp başını gitmişti. Toplumdaki ekonomik siyasi güç odaklarını yaşatan yapı değişmeden, bir sınıf kendi ekonomik, siyasi çıkarlarıyla demokratikleşme sürecinin içini doldurmadan, kavgayı üstlenmeden gerçekleşebilecek bir demokratikleşme hayal ediliyordu. Bunlar askeri darbeyle birlikte yanılsamadan öte bir “yararlı salaklık” konumuna terfi ettiler.
Gerçekteyse,
Mübarek’in devrilmesine karşın eski rejimin egemen sınıfları, güç ilişkileri yerli yerindeydi, bunların bir liberal demokrasi talebi ve gereksinimi yoktu.
İhvan hareketinin projesi halifelik ve şeriat düzeni üzerine kuruluydu. İhvan 1980’lerden bu yana toplumun, devletin kılcal damarlarına nüfuz eden bir
“pasif devrim süreci” yönetiyor, hem toplumsal tabanını genişletiyor hem de siyasi ekonomik iktidara yaklaşıyordu. İhvan’ın da ne bir demokrasi talebi ne de gereksinimi vardı. “Liberal demokrasi” esasen İhvan’ın simgesel, ahlaki evreninin dışında kalıyordu.
Hiçbir sınıfa dayanmayan, bu garip demokratikleşme sürecine somut bir ifade kazandırmaya gelince, geride yalnızca bireyler ve genel seçimler kalıyordu. Artık bildiğimiz ayrıntılara girmeden, hızla ilerlersek, Tahrir
“olayı”na hazırlıksız yakalanmış olmakla birlikte, toplumdaki en örgütlü, ideolojik olarak tutarlı güç İhvan seçimleri kazandı. İhvan, hem devlet başkanlığını aldı, hem meclise egemen oldu, hem de yeni anayasayı kendi projesine göre yaptı.
İhvan’ın yanılsamalarına gelince: İhvan seçimlere indirgenmiş bir demokrasiyi projesine uygun görmekle birlikte, nüfusunun yüzde 90’ı Müslüman olan Mısır’da tüm Müslümanlar için, Tanrı adına konuştuğunu varsayan bir söyleme sahipti. Ancak ne her Müslüman İhvan’cıydı, ne de her İhvan’a oy veren, onun projesini benimsemişti. Yürütmenin başını ele geçirmek devlet aygıtına hâkim olmaya yetmiyordu. Devlet aygıtı isteyenin istediği gibi kullanacağı bir araç değildi.
İhvan, seçim sonuçlarını, adeta,
“kazanan her şeyi alır” gibi algıladı. Toplumdaki farklı çıkarları hesaba katmadan, devletin her yerini kurcalamaya başladı. Ordunun başını, valileri, başsavcıyı atadı. Ordunun, egemen sınıfların ayrıcalıklarını koruyarak onları yanına çekmeye çalıştı ama halk sokaklara dökülüp de yeniden “demokrasi-devrim” demeye başlayınca, devlet aygıtı, egemen sınıflar, uluslararası destekleri, Mursi’yi ve İhvan’ı gözden çıkarıverdiler.
Güvenlik güçleri tarafı seküler, laik eğilimli insanlardan oluşmuyordu, İhvan sempatizanları barındırdığı da söylenebilirdi ama, özellikle de 1990’larda İhvan’a, radikal İslama karşı mücadelede uzmanlaşmış, onu siyasi rakip görerek bastırmaya çalışmıştı. Şimdi, yine şiddete başvurarak İhvan’ı yeraltına iterek marjinalleştirebileceğini hesaplıyordu. Ancak, hem İhvan yeni bir meşruiyet anlayışına, kitle eylemi deneyimine sahipti, hem de dünya 1990’lardan çok farklıydı. Libya dağılmış, silahları ortaya saçılmış, yerel düzeyde uluslararası El Kaide yapıları türemişti. Radikal İslam bölgede güçlü bir etkendi. Toplumda İhvan’dan ayrıca genel ve güçlü bir özgürlük, demokrasi talebi, kitle eylemi özgüveni vardı. Dünyada siyaset bir süredir kitleselleşiyor, bu kitleselleşme, AKP’nin İhvan’ın ve Ennahda’nın zor yolda öğrenmeye başladığı gibi yeni, ulusal sınırları aşan meşruiyet alanları inşa ediyordu. Günümüzde, askeri diktatörlükler ya da “hepsini al” demokratları, toplumları kolaylıkla parçalayabiliyordu ama düzen getiremiyordu.
Bu yazıyı yazarken Mısır’daki trajediden, bu kahramanların hiçbiri sağ ya da onuruyla çıkacağa benzemiyordu!

\n

\n\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir Ukrayna daha mı? 20 Mayıs 2024

Günün Köşe Yazıları