İmkânsız sentez

13 Ağustos 2015 Perşembe

Çağımız kapitalizminde, “süper-ego” buyruğu şu: Demokrasiyi kabul edeceksiniz! Etmemek yasak! (Badiou). Büyük ve karmaşık bir toplumsal hareket olarak “Siyasal İslam” da bu “buyrukla” karşı karşıya: Bir “İslam Demokrasisi” üret.

Peki, ama nasıl?
Bu buyruğa nasıl uyulacak? Parlamenter sistem, genel seçimler desek, birileri tek başına hükümet kuracak çoğunluğu elde edip de, Hamas, Müslüman Kardeşler, AKP gibi yasaları, sistemi değiştirmeye başlayınca, “uzlaşma rejimi” varsayımı, hızla yerini farklı olanı milli irade adına bastıran totaliter bir rejime dönüşmeye başlıyor. Çünkü projesi aslında toplumu değiştirmek olan bir parti hükümeti kuracak kadar oy alıyor, işe koyuluyor. Bir siyasi parti (SYRİZA örneğin) hükümeti kurduktan sonra, seçimlerden önce verdiği sözleri tutmaya kalkınca, büyük baskıyla tehditlerle karşılaşıyor. Çünkü bu parti çıkarları ekonomik, siyasi iktidarınkilerle uyuşmayan bir seçmenin çoğunluğunun oyunu alıyor ve işe koyuluyor.
Kapitalist toplumun tarihinde bu durumların ortaya çıkmasını önlemeye yönelik olarak şekillenmiş, ideolojik ve kurumsal iki kategorik çözüm var.
İdeolojik (kültürel) çözüm, toplumu yönetmeye aday olanlar arasında, en temel ilke (varsayımhatta yüce nesne) üzerindeki bir mutabakata, yönetilen çoğunluğun kendi çıkarları, duyarlılıkları (ruhsal gereksinimleri) adalet anlayışlarıyla, ekonomik-siyasi iktidardakilerinkiler arasında bir örtüşme olduğuna ilişkin inancına dayanıyor. Her vatandaşın yasaların önünde, yöneticilerin gözünde, din, ırk, cinsiyet, servet ayrımı olmadan eşit sayılacağı varsayımı da bu örtüşmeyi destekliyor.
Kurumsal çözüm ise, “güçler ayrılığı”, “dengeler ve denetimler” olarak ifade edilen sisteme ilişkindir. Bu sistem iktidar ilişkilerini korumak üzere yetiştirilmiş uzmanların, atanmışların, seçilmişleri denetlemesine dayanır.

AKP deneyimi
Türkiye’de 13 yıllık AKP deneyimi, Siyasal İslamın, “demokratik olma” iddialarıyla en geniş desteği almayı başarmış bir partisinin dahi bu ideolojik kültürel çözümlerin kapsamına sığmayı başaramadığını gösterdi. Bu başarısızlığa iki etkenin katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz: Ülkedeki egemen sınıfın çıkarlarını koruyacak, kurumsal yapı, temel ilke üzerindeki mutabakat iyice zayıflamıştı. AKP kendi projesini yeterince hızlı bir biçimde tamamlayıp yeni bir mutabakat ve örtüşme ile “demokrasi” buyruğundan tamamen kurtulmasının maddi koşulları olgunlaşmamıştı.
İdeolojik alanda kapitalizmin demokrasi bağlamında geliştirdiği en temel ilke, egemenliğin kaynağına ilişkindir: “Egemenlik halka aittir”! Bu aynı zamanda siyasetçinin erişmeye çalıştığı “yüce nesne” olarak halk iradesine işaret eder. Bu irade yasaların, düzenin temeli, kaynağı olarak kutsanır. Bu “kutsalın” onayı, meşruiyetin, yönetme, yasa yapma hakkının, yasaların içeriğinin de kaynağıdır. AKP liderliğindeki siyasal İslam açısından ise egemenliğin kaynağı halk değil “hak”tır. Yasaların kaynağı Kuran’ın içeriği ve Peygamber’in sözleridir.
Siyasal İslamın bu kültürel-ideolojik özelliği, lider kadrosunun yönetici düzeyine Tanrı’nın iradesi ile yükseldiği varsaymasına açılır. Böylece, lider kadrosu, “güçler ayrılığını”, “atanmışları”, Tanrı’nın iradesinin ürünü olan bir yönetime, dolayısıyla o iradeye şirk koşmak olarak algılar, yok saymak ya da tasfiye etmek ister. AKP yönetimi döneminde tam da böyle olmuştur. Sonuç olarak, bu kadar kısa bir denemede bile, “özel alana çekilmeyi kabul etmeyen, kutsalını devlete taşımaya, toplumu, bireyin yaşamını kendi ilkelerine göre düzenlemeye kararlı bir dini, özellikle de İslamı demokrasiyle uzlaştırmak, bir İslamcı demokrasi sentezine ulaşmak imkânsızdır” sonucuna kolaylıkla varılabilir.
Sorun aslında İslamcı demokrasiye değil, nüfusunun çoğunluğu Müslüman, ama etnik, dini hatta yaşam tarzı tercihleri açısından çok renkli bir kapitalist ülkede demokrasiyi yaşatmaya ilişkindir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları