AKP Türkiyesi'nin Yeni İmajı

05 Ağustos 2013 Pazartesi

Siyasal İslamın yazarlarının yorumlarında “Türkiye artık kendisini dünyanın hamisi görenlerin hedefindedir. Bu da büyüdüğü ve etki alanını genişlettiği içindir” gibisinden saptamalara rastlamaya başladık. Türkiye birilerinin hedefinde midir ben bilemem. Ama “kendisini dünyanın hamisi olarak görenlerin” Türkiye’yi tartışmaya, yakın zamana kadar destekledikleri, AKP’nin de bir madalya gibi taşıdığı, imajı sorgulamaya başladıkları kesin.
Geçmişte, AKP hükümetini desteklemiş çevrelerden
“Gezi Olayı”ndan sonra gelmeye başlayan yorumlar genellikle “On yıl önce... demokratikleştirme vaadi, ılımlı İslam, bölgede lider... beklentiler vb.” ifadeleriyle başlıyor, düş kırıklığına ilişkin saptamalarla devam ediyor. Sonunda hemen hepsi aynı noktada buluşuyor: “Demokrasi, hukuk devleti diye geldi ben ne dersem o olur diyen bir otokrat oldu. Stratejik derinliği, ABD ve AB ile uyumu vardı. Batı ile Doğu arasında aracılık, tercümanlık yapan, Arap ülkelerini demokrasiye doğru yönlendiren, olaylara yön veren bir oyun kurucu olacaktı, olayların dışında, etkisiz bir seyirciye dönüştü.”

\n

Putin ile Erdoğan

\n

Temmuzun son haftasında dünya medyasında “AKP Türkiye’si nereye gidiyor” tartışmaları devam ederken Washington’da yapılan iki toplantıda konuşulanlar yukardaki saptamalarla bir paralellik gösteriyordu.
Brooking Institution tarafından 24 Temmuz’da düzenlenen toplantıda, kurumun “Birleşik Devletler ve Avrupa Merkezi” bölümünün uzmanlarından Fiona Hill, Jeremy Shapiro, Ömer Taşpınar, Clifford Gaddy, Hannah Thoburn ve merkezin, “Türkiye Projesi” kısmından Kemal Kirişci, Putin ile Erdoğan’ın benzerliklerini tartıştılar. Tartışmanın çözümünü www.brookings.edu/research/interviews/2013/07/31-turkey-russia-protests-discussion adresinde bulabilirsiniz.
Brooking toplantısı birçok açıdan ilginçti, ama geçen çarşamba günü, ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nin, “Türkiye Nereye gidiyor? Gezi Parkı, Taksim Meydanı ve Türkiye Modelinin Geleceği” başlıklı oturumu bence daha önemliydi. Oturumda yapılan katkıları www.foreign.senate.gov/hearings/ adresinden okuyabilirsiniz.
Washington’daki havayı yansıtması açısından, ben her iki toplantıdan da kendimce önemli bulduğum kısımlara ilişkin kısa bir özet aktarmaya çalışacağım. Brooking toplantısında serbest, ayrıntılı uzun bir tartışma yaşanmış. Tartışmanın en dikkat çekici yanı,
Putin ve Erdoğan arasındaki benzerlikleri araştırması.
Bu benzerlikler araştırılırken ikisinin de
“Batı başarılı olmamızı istemiyor” gibi paranoyak bir formüle sarıldığına işaret ediliyor. Putin’in aslında durumun ayırdında olduğu, bu “formülü” bir manipülasyon olarak kullandığı, Erdoğan’ın ise sınırlı eğitimi, yetersiz dış politika bilgisinden dolayı buna gerçekten inandığı vurgulanıyor. Rusya’da polisin Türkiye’deki kadar saldırgan olmadığına dikkat çekiliyor. Rusya’da Putin’in bizzat derin devlet olmasına karşın Erdoğan’ın devlete dışardan geldiğine ama, devletin geleneğini, tarzını benimsediği düşünülüyor. Enerji ve mineral kaynaklarına sahip Putin’den farklı olarak Erdoğan’ın en büyük korkusunun bir ekonomik kriz olduğu ileri sürülüyor.
Bir
“Model” olma anlamında Erdoğan yönetiminin Batı tarafından çok övüldüğü, bunun giderek AKP’de “bizim Batı’ya ihtiyacımız yok, biz daha iyiyiz” yanılgısına yol açtığı, ama aslında bu üstünlük savına kendilerini de inandıramadıklarına değiniliyor. Erdoğan’ın, bürokrasiyi temizlerken etrafında bir “evet efendimci” kesim oluşturduğu, realiteden koptuğu da gözleniyor.
Türkiye kaynaklı konuşmacılar, AKP yönetiminin Batı’dan gelen övgülere çok önem verdiğini, ancak eleştirilere tahammül edemediğine işaret ediyorlar. Bu yüzden de eleştirilerin, ortalıkta değil, yüz yüze yapılmasını öneriyorlar. Amerikalı konuşmacılar ise
“Telefonda bir şey konuşuluyor, basına başka bir şey yansıtıyorlar. O zaman ne olacak” diyorlar.
Bu tartışmanın daha fazlasını aktarmak isterdim, ama yerim kısıtlı. Kısaca toparlarsam, Erdoğan’ın Putin’le karşılaştırılması, birçok noktada Erdoğan’ın daha baskıcı ve yetersiz olduğunun ileri sürülmesi, yanı sıra ABD çevrelerinde AKP yönetiminin bölgedeki işlevine ilişkin bir kuşkunun oluştuğu söylenebilir.

\n

Türkiye nereye?

\n

Kurt Volker (McCain Institute Başkanı), James F. Jeffrey (The Washington Institute), Robert Wexler (S. Daniel Abraham Center for Middle East Peace, Başkanı), Prof. Jenny B. White (Boston Üniversitesi) adlı uzmanların konuştuğu, ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nin oturumu esas olarak, “Gezi Olayı”nın ortaya çıkardıkları üzerinde duruyordu.
Konuşmacılar, Türkiye’nin dinamik ve istikrarlı bir ekonomisi olduğunu düşünüyorlar, ABD’nin bölgedeki çıkarları açısından önemini vurguluyorlar. Ancak Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde önündeki sorunları aşmakta zorlandığını, aşamazsa, Ortadoğu’daki yangına benzin dökülmüş gibi olacağını düşünüyorlar.
Konuşmacılar, hükümetin Gezi Parkı göstericilerine çok sert davrandığı konusunda anlaşıyorlar. Konuşmacıların katkılarında iki
“farklı” ama, birbirini tamamlayan yaklaşım dikkat çekiyor. Birincisi, Türkiye hızla dinci ve seküler kamplara bölünüyor. İkincisine göre, kutuplaşma dinci ve seküler ayrımını aşıyor, özgürlükler temelinde yaşanıyor. Türkiye vatandaşları, AKP hükümetinin günlük yaşam tarzlarına, kentlerin özgün yapısına yönelik artan müdahalelerinden, medyayı denetimi altına alma, muhalifleri susturma çabalarından, yolsuzluk kokan mega projelerden, cihatçı El Kaide tipi örgütlere verdiği destekten, bunları ülkeye sokmasından, “Çoğunlukçu” yönetim anlayışından hoşnut değil. Bu hoşnutsuzluk her iki tarafta da var.
Konuşmacılar, Erdoğan’ın önemi üzerinde anlaşıyorlar, ama ülke yaşamının ve yönetiminin dinci temellerde yeniden örgütlenmekte olduğunu düşünüyor, gittikçe güçlenen kutuplaşma eğiliminin genel olarak AKP’den değil Erdoğan’ın ve yakın çevresinin tutumundan kaynaklandığına işaret ediyorlar.
Her iki toplantıda da ilginç bir biçimde, AKP’den daha çok Erdoğan’ın bir sorun olduğuna ilişkin bir yaklaşım görülebiliyor. Her iki toplantıda konuşanların, Türkiye’nin bu yolda ilerleyerek daha da otoriterleşmesinin, kuşaklar boyu beraber olduğu Atlantik yanlısı eğilimini terk ederek Ortadoğu’da tek başına davranma eğiliminin güçlenmesinin ABD çıkarlarına uygun olmadığını, siyasal İslamın demokratik süreçlere çekilme olasılığını zayıflatacağını, bölgede istikrarsızlıkları arttıracağını düşündükleri de söylenebilir.
Sonuç olarak, Başbakan Erdoğan’ın ve AKP hükümetinin dünyada yaratmış olduğu, siyasal İslamla demokrasiyi bağdaştıran, reformist lider, Ortadoğu’da, özellikle Arap Baharı’ndan sonra
“örnek ülke”, “yükselen güç”, “küresel oyuncu” imajı, “Gezi Olayı” ile yıkılmış. “Demokrat” imajının yerini “Otokrat” imajı, “Oyun Kurucu” Türkiye’nin yerini olaylara seyirci Türkiye imajı almaya başlamış.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Koşullar uygun değil! 27 Mayıs 2024
Çürüme ve çözülme 23 Mayıs 2024
Bir Ukrayna daha mı? 20 Mayıs 2024

Günün Köşe Yazıları