31 Yıla 3 Kala…

29 Haziran 2024 Cumartesi

Hayatın bize sunduğu kaldırmakta güçlük çektiğimiz, kendi içimize konuşsak da çözüm bulamadığımız, var olan gerçeklik karşısında elimizin kolumuzun bağlı kaldığı günler var. Sıvas katliamının 31. yılına üç kala ben de yeniden can yakıcı mevsimime girmiş bulunuyorum. Her yıl o meşum gün dört döndüğüm, ayrıntıları hafızamda tazelediğim, yeni bir hatıra kapımı çalarsa nefessiz kaldığım zaman dilimine hızlıca giriş yapıyorum. Öte yandan bunca yıl sonra kederim her yanımı kaplasa da konuşmak, yazmak, söylemek fayda etmiyor. Uzun uzun susmak istiyorum. Bu arzumun ardında adalet mekanizması iyi işlemediği için duyduğum büyük çaresizlik var. 

***

2 Temmuz günü sabah saat 11.00 suları… Telefon çaldı. Babam Sivas’tan aradı, sesinde tuhaf bir tedirginlik: “Daha fazla kalmak istemiyorum, geleceğim”. Akşam televizyonda “Sivas’ta Olaylar” başlığı. önce “Yirmi iki yaralı var” dendi. Babamın hemen geleceğini düşündüm. Saat on haberlerinden sonra, alt yazılar geçmeye başladı. Bir bahçeye gittik annemle. çok gördüğüm, babamla annemin hep götürdüğü, bir yere. Boşuna geliyordu bana yaşadıklarımız. Babam ölmezdi ki! Peki niye tanıdığım yüzlerde hep gözyaşı vardı? Babamın bir arkadaşı sarıldı bana, “Merak etme Behçet’e bir şey olmaz!” dedi. Önce babamın muayenehanesine gittik. Televizyonda İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu’nun açıklaması: “ölenlerden ilk sekiz kişinin kimlik tespiti yapıldı, isimlerini sayayım. ” Behçet Sefa Aysan dördüncü isim. Babam öğlen doktor arkadaşlarının yanına uğramış, kimlik tespitini de, ne yazık ki onlar yapmışlar! Sessizlik deldi geçti bedenimi, hiçbir kıpırtı hatırlamıyorum. Spiker, “Sayın bakanım, ölenler arasında Behçet Aysan gibi yazarlarımız, sanatçılarımız var mı?” diye soruyor, Bakan birkaç dakikalık susuştan sonra “Evet” yanıtını veriyor. Ben daha çok korkuyorum. Sonra adımdan bir fazlasını hatırlamıyorum, annem beni eve götürmüş olmalı. Sabaha kadar mavi odamda bekledim, babamı. Gelecek ve ben afacan bir mutlulukla koşacağım yanına. Hem niye ölsün ki! Oysa deneyimmiş bizi olgunlaştıran. ölümün bile deneyimi… Gazetelerdeki “deneyimli overlokçu, ya da ütücü aranıyor” ilanlarının bile sırrı bir tek kelimede bütünleşiyormuş. İçinde bilgiyi saklı tutan yaşam. O öyle bir erekmiş ki içinde bütün ayrıntıları barındıran. Kapsayıcılığı kelimenin basitliğinden uçsuz bucaksızlığından fazlaymış. 

Ertesi gün anneme bir bardak çay uzattım. Gördüm gözünde yaş yerine kan var. Büyüdü gözündeki kan pıhtısı. Günlerce, aylarca gitmedi. Her gün kendini battaniyelerin altında sakladı. Bir kedi gibi incelikle mırıldanarak girdi odadan, çıktı odalardan. Bir gün ayağa da kalkamaz oldu, ağrıdan acıdan duramaz. Anladık ki, her konulan teşhis, “verilecek hesabı kalmamışlara” değilmiş. Defalarca ameliyat masasına götürdüler annemi. O gideceği yeri bilerek ince bir çizgi gibi gülümsedi. ölümünden bir gün önce saatlerce konuştuk. 

-Kendini niye bu hale getirdin anne?

İkimiz de biliyorduk artık geriye dönüşün olmadığını. Gittiği yolun çıkmaz bir sokakla birleştiğini daha önce bilseydi, kendini korur muydu, sanmıyorum. 

-Babamı çok mu sevdin anne?

-Sen olsaydın sen de severdin, dedi olanca mahcupluğuyla, sarıldım ona. Kara gözlerine baktım, kaşlarına. Son konuşmalarımızdı bunlar. 

***

Annemi bir kefen içinde gördüğümde de yaz başıydı, babama yakın bir mezar bulduk ona. Şimdi sanki bir pencereden babama bakıyormuş da en azından onu gördüğü için iyiymiş gibi geliyor bana. 

Benim için yaşam artık, annemin ağzından çıkan son sözcüklerde saklı. Sivas’ın anlamını soruyor kimileri. İşte diyorum Sivas bir aile hikâyesinde gizli… Sanki çok uzak bir geçmişte kalmış, hiç yaşanmamış bir aile hikâyesinde. 

Biri kırk üç, biri kırk dokuz yaşında ölen iki insandan kalanlardır bunlar. Bir romanda okunsa “Türk Filmi” gibi sulusepken, akıl başa gelince de bizim ülkemizde olası bir kurgusu var denebilir pekala. Peki şimdi soracağım soruyu siz de hissedebiliyor musunuz? “Biz bu ülkeye, bütün bunları hak edecek ne yaptık? Yanıtı da var: “Hiçbir şey” 

***

Babamın ölümünden sonra aynı acılar içinde başka öldürümlere tanık bırakıldık. Ahmet Taner Kışlalı’dan Necip Hablemitoğlu’na, Hrant Dink’ten Tahir Elçi’ye, Gezi’deki çocuklara kadar pek çok kaybımız göz göre göre gerçekleşti. Son dönemeçte ise 1 Temmuz’da ilk defa hakim karşısına çıkacak bir davayı takip ediyoruz: Sinan Ateş. İlk defa bir cinayetin son derede açık halkalarının kamuoyu önünde konuşulduğunu görüyoruz. O nedenle adalet mekanizmasının çalışmasını canı gönülden diliyoruz. 

***

Biz yıllar yılı adalet kelimesini özleyenler çoğalmadığımız bir ülkede  nefes almak istiyoruz. Bir eşin, bir evladın gözyaşlarında birleşiyoruz.

Artık çığlığımızı duyun!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

31 Yıla 3 Kala… 29 Haziran 2024
Metin Altıok İçin... 8 Haziran 2024

Günün Köşe Yazıları