Erdal Sağlam

Cumhuriyet’te ekonomi yazarı olmak…

03 Mart 2020 Salı

Herkese gönülden merhaba!

36 yılı dolduran meslek hayatımda en fazla yazmayı istediğim iki gazete vardı; Cumhuriyet gazetesi ile birlikte isteklerim yerine gelmiş oluyor. Her şeyden önce, bu nedenle kendimi çok şanslı hissettiğimi söylemeliyim.

Akademisyen olma hedefim engellere takılınca, hocalarımdan gelen gazetecilik teklifini, her “söylenecek sözü olduğunu düşünen genç”in yapacağı gibi, severek kabul ettim. Gazeteciliğe başlarken, başta Uğur Mumcu olmak üzere, çoğu Cumhuriyet’te yazan ustaların yaptıkları en büyük motivasyonumdu.

Yaptıkları haberler ve analizlerin mesleki yetkinliği, Dünya gazetesinde muhabir olarak başladığım günden bu yana tüm gazetecilik hayatım boyunca, mesleki çıtamın önemli dayanaklarını oluşturmaya devam etti.

O dayanaklardan biri olan “yazmak için gerekli iklim”in kalmaması nedeniyle eski gazetemden ayrıldım ve özgürce yazabileceğim bir iklime geldim. 

Teklif getiren Genel Yayın Yönetmeni Aykut Küçükkaya başta olmak üzere, Cumhuriyet gazetesi yöneticilerine teşekkür ediyorum.

Sade bir vatandaşından en büyük kamu ve özel sektör kurumlarına kadar, tüm kesimler insani, toplumsal ve mesleki açıdan, her zamankinden daha zorlu bir sınav sürecini yaşıyor. Bir vatandaş ve bir gazeteci olmanın üzerine, Cumhuriyet gazetesinde bu dönemde yazar olmanın ne kadar ciddi bir sınav olduğunun da bilincindeyim. 

Umarım, bu köşede yer alacaklardan, okurlar, hoşlarına gitmese bile, içinde yeni bir bilgi ve görüş bulup faydalanırlar. Umarım; kişisel ve toplumsal vizyonlarını oluştururken yararlanabilecekleri bir köşe yaratabilirim.

Nasıl bir dönem yaşanıyor?

Yazılarıma başlarken, genel siyasi ve ekonomik iklimi nasıl gördüğümü kaba hatlarıyla özetlemek istiyorum. 

Siyasi ve ekonomik olarak, neresinde olduğumuz henüz belli olmasa da, bir kriz sürecinin içinden geçtiğimiz aşikâr. Belki içinde yaşarken, ne zaman sona erip, ne zaman yeninin geldiğini, sıcağı sıcağına tam tanımlayamayacağımız bir süreç olacak. 

Krizler yaratarak sürekli kendini yenileyen kapitalizmin, bu kez daha insani bir hale bürünme ihtimali var mı, yoksa daha da mı hoyrat bir şekil alacak, orası da tartışmalı.

Küresel yeniden şekillenmede, ülkemizi öne çıkaracak, demokrasi başta olmak üzere temel insani kazanımları kurumsallaştırıp halkın refahını artırma, bozuk gelir dağılımını düzeltme kaygısı olan, ülkenin geleceği için ciddi bir vizyona sahip yöneticilere, uzun zamandır sahip olamadığımız da ortada.

Özetle: siyasi ve ekonomik olarak bir sürüklenme dönemi yaşadığımızı düşünüyorum. Ekonomik gidişatla ilgili sık kullandığımız “çıpa” tanımlaması üzerinden söyleyecek olursak, artık tümüyle çıpasız kalmış durumdayız. 

Çıpa kalmadı

Bazen piyasalar öyle çıpalar bulurlardı ki, siyasetten bağımsız olarak ekonomik gidişatın fazla bozulmayacağı güveni oluşur, karamsarlık büyümezdi.

Piyasalar iyiyi satın almaya, daha fazla kâr imkânı sunduğu için tutunurlar ama işler bariz olarak kötüye gitmeye başladığında, yine kâr kaygısıyla bozulmayı hızlandırırlar. 

AB çıpası”, “IMF çıpası”, “Mali disiplin çıpası”, “Babacan çıpası”, “Merkez Bankası çıpası” son yıllarda piyasanın tutunduğu çıpalardı. Bunun dışında bir de “İktidar gerektiğinde doğru kararı, istemese bile alır” çıpası vardı. Piyasalar iktidarın ekonomiyi bozacak kararlardan kaçınacağına, yanlış yapsa bile döneceğine kendini inandırmıştı.

Yeni Cumhurbaşkanlığı sistemi ile “gerekenin yapılacağı” çıpasının giderek taradığını gördük. Son birkaç yıldır bu çıpa tümüyle kaybolmaya başladı. 

Son olarak Suriye’de tarafı haline geldiğimiz sıcak çatışma bu çıpayı tümüyle yok etmiş görünüyor. Piyasalarda bazı oyuncular hâlâ “Böylece yeniden uluslararası ilişkilerde fabrika ayarlarına döneceğimiz bir ortam yaratılıyor” diye, umutlu olmayı zorlamaya çalışsalar da bunun satın alınmadığını gözlüyoruz.

Umarız, bu sürüklenme sürecini daha fazla hasar almadan atlatabiliriz. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları