Deniz Yıldırım

Virüsün sınıfı

25 Nisan 2020 Cumartesi

Çarşamba günü bu virüsün hayatımızdan kolay kolay çıkmayacağını, uzmanların görüşlerini de aktararak gerekçeleriyle anlatmıştım. Dolayısıyla “normalleşme” olarak anladığımız, “normale dönüş” olarak adlandırdığımız olguları gözden geçirmemiz gerekiyor. Oradan devam edelim.

Virüs neden kolay kolay hayatımızdan çıkmayacak? Aşı bulunmadığı sürece, eski sosyal temas ve ilişkilere dayalı hayat tarzımızı sürdürdüğümüzde salgının inişli çıkışlı olarak yeniden karşımıza çıkacağı düşünülüyor, gerekçe bu. Dolayısıyla sosyal yaşama kademeli geçiş başlasa bile, bu bir anda eskisi gibi bir sosyal yaşama dönebileceğimiz anlamına gelmeyecek.

Fiziksel mesafe kuralı korunacak, kalabalıklara yol açan toplu etkinlikler uzun süre ertelenecek. Fiziksel açıdan mekânla kurduğumuz ilişki belirli ölçüde değişecek. Bu elbette algılarımızı da değiştirecek. Kalabalık gördüğümüz yerlere girmekten, bir yasak olmasa bile, biz çekineceğiz.

Büyük olasılıkla bütün bunların yanında, maske takmak gündelik hayatın yeni normali haline gelecek. Dolayısıyla virüs kolay kolay hayatımızdan çıkmayacağına göre, biz yaşamımızdaki, sosyalleşme biçimlerimizdeki “yeni normal”i virüse göre düzenlemek zorunda kalacağız.

Diğer yandan virüs hayatımızdan kolay kolay çıkmayacaksa da, virüsün şu ana kadar ölümüne yol açtığı insanların sosyal profiline bakarak, daha fazla can kaybına yol açmasını önleyecek bir ekonomik, sosyal düzene geçmek elimizde. Profil ortada: Örneğin 8 Nisan tarihli New York Times haberine göre ABD’de siyahlar ve Latin Amerika göçmenleri arasında virüse yakalananların oranı beyazlara göre çok daha yüksek. Nedeni açık değil mi? Bu kesimler daha yoksul, sağlık hizmetlerine erişimleri daha sınırlı, bağışıklık sistemlerini güçlendirecek besinlere erişmelerini sağlayacak düzenli bir işten ya da gelirden daha mahrum ve yine bu kesimlerin barınma olanakları da daha kötü. Dar, sıkışık ve kalabalık evlerde yaşayanlar arasında virüs daha kolay yayılıyor. Eşitsizlik ve adaletsizlik öldürüyor. Virüs bu zemini kullanıyor.

The Washington Post gazetesinin 2 Nisan tarihli haberine göre de New York’ta, özellikle emekçilerin yoğun olarak yaşadığı, gelirin düşük olduğu, toplu taşıma kullanımında yoğunluğun sürdüğü mahallelerde virüs daha fazla yayılmış durumda.

Aynı tablo Fransa’da da geçerli. Paris gibi büyük kentlerde tek odalı, dar mekânlarda kalabalık nüfusla yaşamak zorunda kalan yoksullar, emekçiler, mülteciler arasında virüsün daha fazla yayıldığı görülüyor. Parisli zenginlerse metropolden kaçıp kırdaki, sahildeki ikinci evlerine giderken yanlarında da virüsü taşıyor.

Virüsün sınıfı var

İngiliz The Guardian gazetesinin 1 Nisan tarihli haberine göreyse İspanya’nın Barselona şehrinde işçi sınıfının yoğun yaşadığı mahallelerdeki enfeksiyon oranı, diğer mahallelere göre 7 kat daha fazla.

Güney Afrika’dan Brezilya’ya da durum değişmiyor. Virüsü zenginler turistik seyahat ya da iş gezisi sonrası büyük oranda Avrupa’dan getirmiş. Mesela Güney Afrika’ya virüsü Avrupa’dan kayak tatilinden dönen zenginlerin getirdiği Güney Afrika gazetelerine yansıdı.

Ama ağırlıklı olarak enfekte olup ölenler, nitelikli ve kamusal sağlık hizmetinden, sağlıklı barınma ve beslenme imkânlarından mahrum olan yoksullar oluyor.

Öyleyse virüsün bir sınıfı ve bir kimliği var. Sınıf ayrımıyla ırk ayrımı, Kuzey ile Güney bölünmesi her açıdan ve her mekânda karşımıza çıkıyor. Virüs bu gerçeğin dünya genelinde görülmesini sağlıyor. Bizde işçilerin virüse rağmen dışarıda çalışmaya mahkûm edilmesi de bu gerçeğin uzantısı değil mi?

Madem virüs uzun bir süre daha hayatımızın parçası olacak; yine uzmanların uyarılarına göre, doğal yaşam alanlarının yok edilmesi, yaban hayatına kâr uğruna yapılan müdahaleler, ekolojik yıkım ve küresel ısınma nedeniyle daha başka virüslerle de karşılaşacağız madem bundan sonra; öyleyse tıp bilimi aşıyı bulana kadar, siyasetler ölümleri aza indirmek adına ekonomik modelleri değiştirme yolunu seçmeli. Ana talep bu olmalı; sağlıklı beslenme hakkını savunmalıyız. Barınma hakkını öne çıkarmalıyız; kaynakların doktor ataması, bilimsel araştırma, yatak kapasitesinin genişletilmesi için kullanılması talebini yaygınlaştırmalıyız. Gelir adaletsizliğinin ortadan kaldırılması için çabalamalıyız. Ekolojik yıkıma, her şeyi paraya çevirmeye çalışan sisteme karşı doğayı, insanı ve yaşamı savunmalıyız.

Virüsle tıp alanındaki mücadeleyi, ölümleri en aza indirmeyi sağlayacak, halk sağlığını öncelikli gören siyasal ve ekonomik bir programla taçlandırmalıyız. Başka çare yok. Halktan yana siyasetler gündelik atışmaları, ezberden nutukları bırakıp geleceğe dönük bu hamlelere hazırlanmalı.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları