Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Dünyanın en büyük sorunu (şimdilik)
İnsanın barınma gereksinimi bildiğiniz gibi temel gereksinimler arasında en başlarda yer alır.
Bunun hem fiziki hem de psikolojik nedenleri vardır elbette. Barınma gereksiniminin çağdaş dünyadaki karşılığı ise ev sahibi olmaktır.
Ev sahipliği, günümüzde hem ekonomik hem de sosyal konum adına anlam ve önem taşır.
Dünya çapında istatistiklere bakalım: Baştan söyleyeyim bu alandaki çalışmalar kimi ülkelerin veri tutma kimilerinin de veri işleme konusundaki isteksizliği veya yetersizliği nedeniyle tamamen güvenilir değil.
O yüzden birincilere ve sonunculara bakmak yerine genel eğilim hakkında konuşalım.
Şimdi size ev sahipliği oranlarını içeren dünya genelindeki listede ilk 20’de yer alan bazı ülke isimlerini sayacağım:
Laos, Kazakistan, Romanya, Slovakya, Çin, Macaristan, Hırvatistan, Vietnam, Küba, Sırbistan, Bulgaristan, Rusya, Litvanya ve Arnavutluk.
Şimdi de bir siyasi tarih sorusu: Bu saydığım ülkelerin ortak özellikleri nedir?
Yanıt: hepsinin güncel olarak veya geçmişinde bir sosyalist yönetim deneyimi yaşamış/yaşıyor olması.
Listenin devamında da sosyalist veya eski sosyalist ülkelerin ön sıralarda yer aldığını görebilirsiniz.
Peki buradan çıkaracağımız sonuç nedir? Sosyalist yönetimler insan yaşamına ve barınma hakkına saygı göstermişlerdir, bu yüzden de yurttaşlarının ev sahibi olması için çalışmış ve projeler üretmişlerdir.
Oldukça doğru bir çıkarım gibi görünüyor ama yeterli değil. Çünkü bu saydığımız ülkeler Çin, belki biraz da Rusya dışında ekonomik güçleriyle bilinen ülkeler değil. Hatta gelişmişlik endeksi sıralamalarında genelde arkalarda yer alıyorlar.
Dolayısıyla bir ekonomiste sorsanız rahatlıkla şunu diyebilirdi:
“Bir ülkenin kısıtlı kaynaklarının büyük kısmını konutlaşmaya ayırması doğru değildir. Onun yerine rekabetçi bir piyasa ortamı ile üretici güçlerin ve yaratıcı fikirlerin değer gördüğü sektör bazlı bir gelişim öncelenmeliydi.”
Elbette ekonomik yorumlarda göz önüne alınan kapital-sermaye modelini önceleyen bir yorum.
Gelin bir de dünyanın finans kapital açısından güçlü ülkeleri ev sahipliği listesinde ne durumda ona bakalım:
Avrupa Birliği ülkeleri toplamda ilk 50’ye zor girerken ABD 54. sırada. Almanya 70. sırada yer alırken Fransa 60’ıncı. Sosyal devlet yapılarıyla öne çıkan İskandinav ülkelerinden sadece Norveç ilk 30’ girerken ilk 50’yi zorlayan diğer Kuzey ülkesi ise Finlandiya.
Buradan nasıl bir sonuç çıkarabiliriz peki? Ekonomik refahla temel gereksinimlerin karşılanması arasında topluma yayılan bir eş güdüm olmadığını mı? Pek olası.
Güncel kapitalist ekonomilerin toplumun genel refahını öncelemediği zaten bilinen bir olgu.
Daha doğrusu rekabet içeren çalışma koşullarında yer almak veya yeterince çaba göstermediğinde temel gereksinimlerin bile tehlikeye girebileceği düşüncesiyle yaşamak farklı bir çalışma kültürünü de beraberinde getiriyor.
Yoksa kimse çok büyük ekonomiye sahip bu ülkelerin yurttaşlarının barınma sorunlarını gideremeyeceğini düşünmüyordur değil mi?
BARINMA TÜKETİME KARŞI
Söz konusu çalışma kültürü beraberinde ahlak ve etik dışı pek çok davranış kalıbı ve alışkanlık da getiriyor.
Her şeyden önce durmak bilmeyen tüketim kültürü ve onun yarattığı kolektif mental hasar sonucu kendini yeniden ve yeniden oluşturan tüketim bağımlılığı… Bununla birlikte akışkan, sürekli kendini yenileyen bir sermaye.
Buna da neo-liberalizm veya modern kapitalizm deniyor.
Ancak cebinde çok parası olmayan veya asgari ücretle çalışan insanları borca girip tüketim kültürünün en ışıltılı, son model ürünlerini aldıkları için eleştirmek bana pek de mantıklı gelmiyor.
Sonuçta beyaz yakalıların büyük kısmının bile zihinsel çöküşün veya daha şairane bir tanımla söylersek uçurumun eşiğinde gezdiği bir yaşam yoğunluğu içindeyiz.
Bu noktada bireylerin büyük çoğunluğunu ayakta tutan ise çoğunlukla yakınlarına duydukları güven, hissettikleri sevgi ortamı ve özgüvenleri değil.
Daha çok antidepresanlar veya aynı işlevi gören tüm o dijital içerikler, hazır gıdalar, yeni çıkan teknoloji ürünlerinin kullanıcı dostu ara yüzleri…
Peki neden insanlar hâlâ Doğu’dan Batı’ya yönelme veya kapitalist yöntemlerle yönetilen ülkelere eğiliminde? Sırf savaşlar, baskıcı yönetimler ya da yoksulluk mu. Bunu bir çeşit “bağımlı merkezcilik” teorisiyle açıklayabiliriz belki.
En basitinden, yoksul bir barınma duygusu artık lüks tüketim ürünlerine uzanabilen potansiyel bir evsizliğin yerini tutamıyor olabilir.
İnsanlar önceden televizyonda gördüğü şimdi ise internetten ulaşabildiği Batı’nın yüksek gökdelenlerle dolu, yıldızlarla bezenmiş, çikolata kokulu özgür irade anlatısına kapılıp gitmek istiyor belki de.
ONLARI SUÇLAYABİLİR MİSİNİZ?
Almanya’ya birleştiğinde Doğu’da gelip sınırı geçenler bir markete girerler ve daha önce görmedikleri yaldızlı ambalajlar içinde bir sürü ürünle karşılaşırlar. Doğu’da hiç böyle ürünler görmemişlerdir.
Sonra marketten çıkıp biraz ilerlerler ve sokakta yatan bir evsiz görürler. Doğu’da hiç evsiz de görmemişlerdir.
Meraklısına, Türkiye listede yüzde 56.7 ev sahipliği oranıyla 65. sırada yer alıyor.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
-
Alfa Romeo'nun ilk elektrikli modeli: Junior Elettrica
-
'Kayyum atamaları, hukuksuzluk ve kontrollü kaos'
-
AKP’de kongre öncesi hazırlığı devam ediyor: Prof. Kalay
-
Emeklilerin Gözü Bayram İkramiyesinde: Beklentiler Karşı
-
Hutbelerde Bunlara Dikkat Edin!
-
Ekonomist Atilla Özkan'dan Şok Eden Enflasyon Yorumu!
-
Trump döneminde ABD ve dünya nereye gidiyor?
-
Yurttaşın Ekonomi Çığlığı:
-
'Erken kaos bekliyorum' Fatih Ergin açıkladı!
-
Türkiye’de siyasi ve toplumsal baskı artıyor
En Çok Okunan Haberler
-
3 gündür kayıptı: Ece Gürel sağ olarak bulundu!
-
Başarır, kadın soyisimlerine dikkat çekti
-
Oruçsuza öğle yemeği yok!
-
Yeni 'Suriye' iddiası
-
İşte 'diploma' tartışmalarına nokta koyacak veri!
-
Arama kurtarma ekibi gönüllüsü o anları anlattı!
-
‘Hodri meydan ulan yalancı müptezel!’
-
Özgür Özel’e ‘Adnan Beker’ yanıtı
-
İşte katledilen 'Narin'in son isteği
-
Parkta fenalaşan Melek'in ölüm sebebi belli oldu