Barış Pehlivan
Barış Pehlivan baris.pehlivan@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Çocuklarına sarılamayanların öyküsü

28 Aralık 2022 Çarşamba

“Akşam kızı istemeye gidecektik. Ben o sevinç ve heyecanla eve döndüm. Döndüğümde Şirvan’ım kaçağa gitmişti. Demek ki kaderde varmış, akşam Şirvan’ımın cenazesine gittik.” 

19 yaşındaki Şirvan Encü’nün annesiydi bunu diyen. 11 yıl önceyi böyle anlatıyordu. 

Tam bugün, 28 Aralık gecesinde 17’si çocuk yaşta 34 insan canını yitirdi. Bu toprakların gencecik yurttaşları Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait savaş uçaklarının bombardımanıyla Şırnak’ın Uludere ilçesinde hayatını kaybetti. 

Hepsi kaçakçıydı; katırları vardı; silahları yoktu. Öldürüldükleri andan itibaren devlette bunu bilmeyen de yoktu! Lakin bazı bilenler bile “onlar terörist” diyordu; acıyı bir büyük yalanla örtmemiz isteniyordu. 

Şimdi İstiklal Caddesi’ndeki terör saldırısını gerçekleştiren Ahlam Albashir adlı kadının ifadelerini okuyorum. Kaçak yollarla Türkiye’ye girdiğini, kaçak bir şekilde tekstil atölyesine sokulduğunu, telefonunun ve GSM hattının kaçak olduğunu, keşif için bindiği taksinin şoförünün kaçak çalıştığını, hatta ve hatta sağlık memurunun kaçak bir şekilde ona piercing taktığını öğreniyorum. Her şey devletin gözünden “kaçıyordu”.

Ama işte akıl bu, “kaç” diyemiyorsun bazı düşüncelere... 

Öyle ya, “kaçak” kelimesinden geçilmeyen İstiklal teröründe 6 yurttaş can verdi. Aynı topraklarda kaçakçı 34 insan ise “terörist” diyerek öldürüldü. 

MİLLETVEKİLLERİNİ AĞLATAN GÖRÜNTÜLER

Elimde bir kitap var. CHP milletvekili Levent Gök yazdı; “Roboski: Uludere’nin Gözyaşları” (İmge Kitabevi). Tamamı resmi belgelere dayanıyor. Altını çize çize okuyorum: 

“(...) Kullandıkları yolun örgütün kullandığı güzergâh olmadığını, yıllardan beri bu yolu kullandıklarını, köyün içinde ve tepede bulunan askeri birliğin köyde olan biteni görecek konumda olduğunu, kaçakçılığın bu yörenin herkesin bildiği bir iş olduğunu, kaçağa giden insan ve hatta katır sayısının dahi yetkililer tarafından bilindiğini, devlete bağlı yurttaşlar ve çoğunluğun da korucu olduğunu, köyde bulunan Gülyazı Tugayı’yla korucular arasında son derece dinamik bir ilişki bulunduğunu, asker ve korucuların birlikte nöbet tutup sınırı gözetlediklerini, olayda yaşamını yitiren 25 çocuğun ailesinin 20 yıldan fazla bir süredir köy koruculuğu yaptığını, bu durumu hak etmediklerini, devletten tazminat değil, sorumluların bulunmasını ve adalet istediklerini belirtmişlerdir.

Bombalamadan sonra olay yerine yürüyerek gittiklerini, cenazeleri katır sırtında köye getirebildiklerini, olay yerine herhangi bir askeri ve sivil kurtarma ekibinin gelmediğini, yaralıların bir kısmının acil müdahale edilseydi kurtulabileceklerini ifade etmişlerdir. (...)” 

Kitaptan öğreniyorum. Uludere katliamına dair görüntüler Meclis’te kurulan komisyonda izlenirken bakın neler yaşanmıştı: 

“(...) Aslında olayla ilgili dönüm noktalarından biri İnsan Hakları Komisyonu’nda basına kapalı olarak yapılan toplantıda komisyon üyelerine ‘Heron’ İnsansız Hava Aracı (İHA) görüntülerinin izletilmesi oldu. O ana kadar olayın vahametini hâlâ çok net idrak edemeyen iktidar partili komisyon üyesi milletvekilleri görüntüleri diğer üyelerle birlikte gözyaşlarıyla izlediler. Hatta bir iktidar partisi mensubu komisyon üyesi milletvekili, ‘Gidip eve çocuklarıma doya doya sarılacağım. Allah kimseye böyle bir acı yaşatmasın’ demiştir. (...)”

Ama yaşıyorduk işte, bu topraklar acının da tarihiydi. 21 Ağustos 2012’de aynı Uludere’de askerleri taşıyan bir minibüsün şarampole devrilmesi sonucu 9 asker ve bir korucu şehit oldu. Devrilen askeri araca yardıma koşan ve bombalamada ölen 34 kişi arasında oğlu da bulunan Emine Ürek’in yaşadıkları kitapta şöyle yer alıyordu: 

“Kazada ağır yaralanan bir askerin ‘Anne’ diye bağırdığını belirten Ürek, ‘Yaralı bir askerin başını, yardım gelene kadar dizime koydum. Yerde yaşamını yitiren askerleri görünce oğlum aklıma geldi’ dedi.”

Artık 2023’e giriyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllar önce “Ankara’nın derin dehlizlerinde kaybolmaz” dediği Uludere soruşturulması davaya dönmedi. Yani kayboldu. Aradan 11 yıl geçti ama sorumlu olan kimse yargılanmadı. 

Ahmed Arif’in dediği gibi, tek suçları “fıkara” olmalarıydı:

“Bilmezlikten değil, 

Fıkaralıktan 

Pasaporta ısınmamış içimiz 

Budur katlimize sebep suçumuz, 

Gayrı eşkiyaya çıkar adımız 

Kaçakçıya 

Soyguncuya 

Hayına...”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları