Bağış Erten

Öğrenmezsem hiç soramam ki!

18 Nisan 2018 Çarşamba

Yıl 1993. 20 yaşındaydım. Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden’e ulaşmamı sağlayacak torpil bulmuştum, öğrenci dergisi Hukukçu’da acayip fiyakam olacaktı. Heyecanla gittim Ankara’ya. Mahkemenin gündeminde ne varsa hatmettim. O zaman gündemde ilk defa verdikleri “yürürlüğü durdurma” kararı vardı. Uzun uzun bu teknik konuyu konuştuk Özden’le. Sanki herkes tarafından bilinen bir konuymuş, herkesi ilgilendirirmiş gibi... Bir öğrenci olarak soracak onca şey varken “yürürlüğü durdurma” konuştuk, durduk… Neticede, sadece havası nedeniyle yayımlanan bir röportaj çıktı ortaya. Çoğu cevaplardan uzun olan sorularıma bakıyorum. Çoğu meraktan değil, benim de bir şeyler bildiğimi göstermek için…
Aradan yıllar geçti. Artık spor gazetecisiydim. Laureus Spor Ödülleri töreninde Alex Ferguson’a denk geldim. Bir futbol efsanesine soru sorma şansı yakalamıştım. Yanına gitmeden önce kafamda uzun uzun kurdum. Bir yazıda okumuştum. Onun büyüdüğü İskoç bölgesinden efsanevi teknik adamlar Busby ve Shankly de çıkmıştı. İşçi sınıfının yoğun olduğu bir bölgeydi. Bunların hepsini birleştirip bir soru sormalı, gönlüne girmeliydim Sir Alex’in. İngilizcem de, kafam da dağıldı. Üstüne İskoç aksanıyla onun ne dediğini de anlamadım. Yayımlayamadık röportajı. Rezil olmuştum. Çünkü meraktan değil fiyaka için sormuştum.
Bütün gazeteciler bu anları yaşamıştır (diye umuyorum en azından). Toyluğun tanımı bu. Zamanla öğreniyor, hatta yeni anlatım biçimleri keşfediyorsunuz. Bu aralar herkes kullanıyor ama ben ilk Express dergisinde görmüştüm: Soru fiyakasına gerek kalmadan, cevapların birbirine teyellendiği söyleşiler. Aynı bağlamda, bu işin en leziz ve nitelikli örneklerini veren Nobel Edebiyat Ödülü alan Svetlana Aleksiyeviç’i de anmak lazım. Eserlerinde insanlar konuşuyor, yazan, yaratan değil. O kadar ki söyleşiler romana dönüyor. Bu akım belgesellerde de var artık. Akışı o yapay “dış ses” yerine sadece öznelerden dinliyoruz. Senna belgeselindeki gibi. Gazeteci/ yapımcı görünmez olabildiği ölçüde başarılı yani.
Oysa bugünün bir de karanlık yüzü var. Bir yandan da, meraktan kaynaklanan sorular yerine kanaatleri teyit eden sorular çağında yaşıyoruz. Toprağı bol olsun, Ulus Baker buna ‘kanaatler toplumu’ diyor. Foucault’nun disiplin toplumu dediği şeyle aynı anlamda kullandığının altını çizerek. Kabaca şöyle tanımlıyor: Sorulara verilen yanıtların filtrelenip malumat setlerine dönüştürüldüğü bir alan. Cevabı belli soruların toplumsalın sınırları içerisinde, denetimli ve disiplinli bir şekilde sorulup sınırlı cevapların alınması. Merakla ilgisi olmayan, düşündürmeyen, yüzeysel sorular…
Yani aslında soru sormuyoruz çoğumuz. Ya ‘mış’ gibi yapıyoruz ya da direkt hesap soruyoruz. Panellerde önde oturan emekli amca misali cevapla hiç ilgilenmiyoruz. Sorumuzu beğensinler, kanaatimizi görsünler yeter. Aziz Yıldırım mı muhatabımız? Önce hesap vermesi gerekiyor. Fatih Terim mi? İlk olarak o karanlık günleri anlatmalı. Demirören? Önce hesabı ödemeli. Queresma? Sorunlu olduğunu kabul edecek. Oysa bunlar merak ettiğimiz şeyler değil ki! ‘Bildiğimiz’ ve teyit beklediğimiz şeyler! Peki, bu insanlarla bu hayat nasıl dönmeye devam ediyor? Onların gücü nereden geliyor? Salih bir merakla nasıl oluyor da oluyor sorusunun cevabı hiç yok.
Futbolun önde gelen figürleri kafamızdaki soruları ne kadar cevaplıyor ki? Aziz Yıldırım, Fatih Terim, Yıldırım Demirören, Fikret Orman, Aykut Kocaman, Şenol Güneş... Hangisinin bugün ne düşündüğünü biliyoruz? Nasıl bakıyorlar dünyaya? Ne söyleyeceği ve ne sorulacağı belli röportajlardan bir şey anlaşılmıyor. Haddini bildiren meydan okumalar da sadece tek taraflı tatmin hissi veriyor. Ama soru gibi soru, cevap gibi cevap yok!
Voltaire, “Bir insanı cevaplarıyla değil sorularıyla yargılayın” diyor. Eyvallah da, o çağ azıcık geride kaldı. Soruları artık cevaplarla yargılamak lazım sanırım. Ortaçgil’in o meşhur şarkısını bozalım mı? “Sormalı mı, sormamalı mı? Yoksa hiç öğrenmemeli mi? Ama ben öğrenmezsem, hiç soramam ki!”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bu sezon o sezon değil 2 Eylül 2018
Herkes biliyor 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları